Kör olmak, sana kaderin verdiği “yapamazsın” duygusu demek değil!

Herkese merhaba! Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde bulunan GETEM Laboratuarı Direktörü Dr. Engin Yılmaz ile yaptığımız röportajı sizlerle paylaşmanın memnuniyeti içerisindeyim. Bu röportajı yapmak, geçen yazdan beri aklımdaydı. Engin Hoca’dan “Engellerle Yaşamak” isimli bir ders kapsamında çok güzel şeyler öğrenmiştim, bunu bir şekilde aktarmalıydım. Röportajı ayarlamak da Engin Hoca’nın talebime anında dönmesi sayesinde çok kolay oldu, gerekli mail trafiği dakikalar içinde sağlanmıştı ve biz de hemen röportaj hazırlıklarına başladık. Hepinize bol istifadeler diliyorum.

Hocam biraz kendinizden bahseder misiniz?

1979 doğumlu kör bir aktivist, 40 yaşıma bu sene giriyorum, artık törenlerle kutlayacağım. Ondan sonra, Boğaziçi Üniversitesi’nde doğma büyüme diyeyim, artık buranın demirbaşı gibi bir şeyim yani. 1997’de buraya girmiştim, giriş o giriş… Psikoloji ile Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümlerini bitirdim çap öğrencisi olarak. 2002’de bitti, sonra yüksek lisansı Bilişsel Psikoloji’de, doktorayı da Yetişkin Eğitimi’nde yaptım. GETEM’in direktörüyüm ve 2007’den beri de dersler veriyorum. ED200 dersini veriyorum, biliyorsun zaten, “Engellerle Yaşamak” dersi. Bu sene Özel Etik diye bir ders veriyorum. Başka üniversitelerde bazı dersler veriyorum, aynı zamanda da Engelsiz Erişim derneğimiz var, onun kurucusu ve şu anda başkanıyım.

GETEM’in açılımı nedir Hocam?

Görme engelliler teknoloji ve eğitim laboratuarı.

İsimdeki görme engelliler ibaresi ile alâkalı eleştiriler alıyor musunuz, bazı görmeyenler kendilerine görme engelli denmesinden rahatsızlık duyuyor, diye biliyoruz.

Öyle kurmuşlar tabiî, şimdi onu değiştiremiyoruz, ama ben kendime kör diyorum. Bu da tercih meselesi, yani görme engelli diyen de var görme özürlü diyen de var, ama ben kör demeyi tercih ediyorum. Bunun kendi adıma basit bir nedeni var. Çünkü görmemenin engel olduğunu, yani körlüğün bir engel olduğunu toplum bana empoze ediyor. Nereden biliyorsunuz engel olduğunu? Mesela esmer birine soruyorum, ‘Siz kendinize sarışın engelli diyor musunuz?’ Ya da uzun boylu biri, kendini kısa boyluluk üzerinden tanımlayıp da kısa boylu olmayan biri diye adlandırmıyor. Niye ben kendimi karşıtım üzerinden tanımlamak zorundayım? Derdim o. Körsem körüm yani. Bu grip olmak, sarışın olmak, esmer olmak veya uzun boylu olmak gibi bir durum benim için. Bunu engel ya da özel bir durum olarak gösteren toplum. Ben öyle görüyorum, anlatabiliyor muyum, herkes böyle görmek zorunda değil. Ha diyeceksiniz, kör demek ayıp kaçar. Mesela derste siz öğrencilerime soruyorum: “Buradan çıktığınızda kör bir hocamız mı var diyeceksiniz, yoksa görme engelli bir hocamız mı?” “Ya Hocam olur mu, görme engelli diyeceğiz tabiî” diyorlar. Neden? Çünkü ayıp, yani kör denir mi, aaa! Kör kuyu bilmem ne! Aslında buradaki amaç, iade-i itibar. Eskiden körlükle alâkalı böyle bir algı yokmuş aslında. Köroğlu var, Topaloğlu Osman var. İnsanlar onu bir özellik olarak görüp tanımlıyormuş, anlatabiliyor muyum? O kişiden bahsetmek için, onun sıfatlarından biri olarak. Körlük de böyle bir şey benim için ve kör olmak görme yetisi olmamak da değil aslında. Çünkü, görme yetisi olmama durumu senin gözünü kapattığında yaşadığın durum. Gözünü kapattığın zaman hakikaten görme duyundan yoksun kalıyorsun. Ben zaten doğuştan olmayan bir şeyden yoksun da kalmadım. Şey var ya hani, karanlık dünyam, falan. Öyle bir şey yok. İnsanlar körlüğü, gözünü kapatıp yaşadıkları için, bir kaos durumu sanıyor. Yani, etrafta hiçbir şey göremiyorum, her şey üzerime geliyor, ya çarparsam! Böyle korkuyla falan hayâl ediyorlar. Ben 40 yıldır körüm, bu durumda bu deneyimle başa çıkabilmiş bir insanım, yani böyle yaşamayı biliyorum. Görme bozukluğu olan biri değilim, görme engelli değilim, körüm, diyorum. Çünkü körlüğün belli sınırlılıkları, avantajları vardır, ama kadın ya da erkek olmanın da kendi içinde sınırlılıkları vardır. Mesela erkek bedeni çocuk doğuramaz diye, doğurma engelli mi diyeceğiz erkeklere? Demeyeceğiz elbette. Bu nedenle kendimi kör olarak tanımlıyorum. Tabiî ki sınırlılıkları var, ama bu beni başkalarından daha sınırlı yapmıyor. Anlatmaya çalıştığım o.

Peki o zaman, doğuştan kör olan biri olarak, sonradan bir görme bozukluğu yaşayan birine göre daha mı şanslısınız?

Yok, öyle değerlendirmiyorum, bence her ikisinin de kendi içinde avantajı var, yine aynı şeye geliyoruz, yani birine ‘daha’ demek doğru gelmiyor bana açıkçası.

Doğuştan kör olarak benim şansım şu, ben kör olmayı biliyorum, daha çok biliyorum diyeyim, daha uzun zamandır biliyorum. Sadece doğuştan kör olmakla bu avantajı elde etmedim ama. Körcül becerilerle yaşamak, onunla ilgili okumak, baston kullanmak, mesela annemin sürekli yemeğimi bana yedirmeye çalışmaması gibi… Ellerimi kullanmayı biliyorum mesela. Ama sonradan kör olan biri de daha kötü değildir, çünkü o da görmeyi biliyor. İki durumu da biliyor, önemli olan kör olduktan sonra ona nasıl davranıldı, kendini nasıl yaşadı, kör olduktan sonra kendini kapattı mı bir odaya, oturup çaresiz biçimde bir şey mi bekledi? Yoksa hayatına devam mı etti? Mesela 18 yaşında iki kolunu da kaybetmiş biri belediye başkanı olmuş. Yani her şey olabiliyor. İki durumda da kendini çevirmeyi bilirsen avantajlarını yaşayabilirsin.

Ama şu önemli burada, şunu vurgulayalım. Doğuştan ya da sonradan olsun biz ona körcül beceri adı veriyoruz, yaşantısını kör gibi sürdürebilmeyi başarıyorsa avantajlıdır. Mesela baston kullanabilmek, bilgisayar kullanmak; görmeye çalışmak yerine, var olan yetisini maksimum düzeyde kullanmayı öğrenmek, demek. Bunda zaman zaman dokunmayı kullanırsın, zaman zaman işitmeyi kullanırsın, zaman zaman her ikisini birden kullanırsın. Yani çevrendeki mekânsal gücünü kullanırsın.

Mesela bir de dinî açıdan bakalım, ben hep şey derim; kör olmak, sana kaderin verdiği “yapamazsın” duygusu demek değil aslında. Aksine bence o isyandır, eğer inanıyorsa kişi, ben körüm o yüzden şu şu işleri yapamam, demesi yapamayacağı şeylerin bahanesini körlüğüne atıyor demektir.

Sen körsün, ama başka yöntemler de bulabilirsin. Aslında körlük ya da başka bir engel fark etmez, yöntem farklarıdır. Bir şeyleri A yöntemiyle değil de B yöntemiyle yapmak için sana verilen bir şanstır. Onu kullanabiliyorsan körcül becerilerini kullanıyorsun, kullanmıyorsan çamura yatıyorsun demektir. Yani çok basittir. O yüzden ben, insanın kendi yetilerine bakıp; “Aaa ne yapalım, Allah da beni böyle yarattı, bu kadar yapabiliyorum” demesini yanlış buluyorum. En büyük isyan bence bu, eğer inanıyorsa. İnanmıyorsa da bedenine yaptığı en büyük ihanet, yani potansiyelini yok sayıyor demektir bence.

Peki GETEM bu körcül beceriler için neler yapıyor?

Biz tam olarak bu boyutta ilerlemiyoruz, işin pragmatik bir boyutunu yapıyoruz, sesli kitap üretiyoruz. Körlükte bize yaşattırılan en büyük dezavantaj, eserlerin mürekkep baskıyla basılı olması. Düşün, tüm kitaplar bir anda Braille olsa sen de bir Getem’e ihtiyaç duyardın.

Neden benim okuyabileceğim formatta eser yok? Aslında bu bir ayrımcılık, hak ihlâli. Bizim yaptığımız biraz taşıma suyla değirmen döndürmek gibi. Gönüllü okuyucularımız bize kitaplar üretiyorlar, olmayan kitapları seslendiriyoruz ve o kitapları GETEM’in internet sayfasına koyuyoruz, insanlar yararlanıyorlar.

31 Mart seçimleri için erişilebilir oy pusulası çalışmanız olmuştu, yoğun da bir mesai harcadınız. Nasıl şeyler yaptınız, sonuç ne oldu?

Seçimlerde yaşadığımız sorun şu, körler birilerinin yardımıyla oy kullanmak zorunda kalıyorlar, gizli oy kullanamıyorlar. Herkesin gizli oy hakkı var, bizim yok. Biz bunun için şablonlar hazırladık. Şablon dediğimiz şey, pusula boyutlarında üretilmiş, ama mühürlerin olduğu yerde yuvarlak deliklerin olduğu bir kapak gibi düşün. Onun içine tam yerleştirdiğimiz zaman partilerin altlarına o adayların isimleri geliyor, biz ona göre oyumuzu kullanabiliyoruz. Bunu iki seçimde başarıyla uyguladık, referandumda ve 2018’deki 24 Haziran seçimlerinde uyguladık. Bu seçimde de denedik, maalesef olmadı. Çünkü YSK bizimle pusula ölçülerini tam olarak paylaşmadı. Paylaşmayınca bizim ürettiğimiz delikler biraz büyük geldi. Yani bizim suçumuz değildi, ama maalesef yapamadık, o yüzden bu seçimde gizli oy hakkımızı kullanamamış olduk.

Bir de Facebook’tan takip ettiğimiz kadarıyla konuşmacı olarak katıldığınız kongreler, toplantılar oluyor. Hatta ben ders aldığım esnada Almanyaya gittiğinizi hatırlıyorum. Onlardan bahseder misiniz?

Almanya’ya gittim evet. Orada Mainburg’da birkaç yer ziyaret ettik, özellikle bir körler okulu var, o okulu ziyaret etmiştik. Geçen Avusturya’daydık, o da bu seçimlerle ilgiliydi. Bizim şablon ödül aldı, Zero Project kapsamında. Zero Project Birleşmiş Milletler’in Avusturya’da bulunan bir yan kuruluşu. Bir keresinde de dokunsal materyallerle ilgili kongrelere katılmıştık. Bunun gibi şeyler oluyor.

Körler için tasarlanan, günlük hayatta erişilebilir diğer araçlar neler? Körcül becerileri geliştirmek adına hangi araçlar var?

Birçok farklı araç var aslında kullandığımız, her şeyden önce evrensel tasarım dediğimiz kavram çok önemlidir. Yani bir ürünün kapsayıcı olması. Öyle bir ürün yapmalısınız ki, herkes o üründen yararlanabilmeli. Bunun örneği de bu elimdeki iPhone. İçinde bir ekran okuyucu program var. Bu ekran okuyucu programla telefonu sizler gibi kullanabiliyorum, ekran okuyucuyu kapatırsam artık sizin için de kullanabilecek hâle gelir. Farklı bir iPhone üretilmesin bizim için, biz körler bilgisayar, telefon gibi araçları “körler ekran okuyucu” dediğimiz programlar yardımıyla kullanırız. Ekran okuyucular bize seslendiriyorlar. Önemli olan yine erişilebilirlik. Mesela bir web sayfası içinde sadece resim koyarsan o zaman ne olur, o resmi ekran okuyucu okumaz. Onların etiketlenmesi gerekiyor. Ya da bir sayfada yazı yazdıysan onun doğru şekilde heading dediğimiz başlıklandırmalarla kategorilere ayrılması gerekiyor ki aralarında hızlı dolaşabileyim. Bir bağlantı veriyorsan ona sadece, tıklayınız, yazmanız doğru değil. Adını doğru vermeniz lâzım, gibi…

İkincisi, günlük hayatta kullanılan çeşitli teknolojiler var, elimdeki saat mesela. Bu kabartma bir saat, açıp dokunduğumuz zaman saatin kaç olduğunu öğrenebiliyoruz.

Sıvıölçer var mesela, bardağın dolup dolmadığını algılamanı sağlayan. Tabiî ki beyaz baston en çok kullandığımız araçtır. Bastonu önümüze vurarak, önümüzde ne var ne yok, etrafımızdaki şeyleri anlamamıza yardımcı olur. Onun dışında kitaplar var. Braille alfabesi ile yazılmış kitapları okuyabiliyoruz, sesli kitaplar var.

Bir de üzerine tutunca rengini okuyan bir araç vardı sanırım?

Evet, öyle renk tanıyıcılar da var, aslında çok şey var. Para tanımayı sağlayan çeşitli küçük araçlar var.

Ben özellikle neler kritik, biraz bunu öğrenmek istiyorum. Başka nasıl araçlar tasarlanabilir?

Her şeyden önce şunu göz önünde bulundurmak lâzım, çevrenin erişilebilirliği önemli. Kaldırımları düzgün yapmadığınızda, trafik ışıklarını sesli yapmadığınızda, otobüslerde sesli anons koymadığınızda, marketlerde ürünleri okuyabileceğiniz bir sistem olmadığında sıkıntı oluyor. Erişilebilirliğini sağlamak lâzım önce, yoksa tabiî ki çok fazla araç var.

Şunu da merak ediyorum. Size iyilik zannıyla yardım etmek isteyen insanlar sizin açınızdan sıkıntılara yol açabiliyor mu?

Ya sıkıntılara yol açıyor, diye potansiyel suçlu ilan etmeyelim toplumu, ama burada önemli olan, kimden, ne zaman, nasıl, nerede yardım alacağımı ben seçmeliyim. Bu önemli. Ben yolda yürürken elbette biri “Yardım edebilir miyim?” diye sorulabilir kibarca, ama bunun yerine kolumdan tutup sürüklüyorsa bu hoş değil, yardıma ihtiyacım olduğuna bırak ben karar vereyim. Mesela yolda yürüyen bir kör gördün ve direğe doğru gidiyor diyelim, içinden, ulan çarpacak bu şimdi, deyip hemen atlama, belki ben o direğe bakıp onu yoklayıp ona göre yolumu belirliyorumdur. Çünkü elimde zaten bastonum varsa, çarpacaksam bırak çarpayım, o benim dikkatsizliğim olsun, çarparak öğreneceğim belki. Ama bana yardım ettiğin zaman öğrenemiyorum. Mesela Marmara Üniversitesi’ne gidiyorum ders vermeye, herkes bana yardımcı olmaya çalıştığı için bir türlü öğrenemedim yolu, biraz benim de beceriksizliğim belki, ama olmadı.

Yardım etmek güzel bir huyumuz Türk insanı olarak, ama nasıl ki sen yolda yürürken biri şak diye koluna girdiği zaman, “Ne yapıyorsun!” diye bir dönersin, aynı şeyi engelli de yapıyor. O senden farklı değil bu konularda. Onun engelli olması aslında âciz olduğu anlamına gelmez, kendi yöntemleri var. Bir de para vermeye çalışanlar olabiliyor, yardım etmek için. Belki senden 2 katı fazla maaş alıyor o adam, eline para sıkıştırmaya gerek yok. Bizim yapmamız gereken o farklılıklara saygı duymak. Ön yargılarımız yok mudur, vardır tabiî ki. Ön yargılar kolay kolay yok olmaz zaten ve aslında koruyor da insanı. Yani ön yargıların olması da yanlış değildir, ama önemli olan onun farkına varmak. Bir dakika, ben böyle düşünüyorum ama! Her sakallı deden değildir, ya aynen öyle. Her kör de yardıma muhtaç değildir. Şunu diyeyim, insanlar bizi farklı görmemeli, ben de onlarla aynı haklara sahip olmalıyım. O yüzden engelliliği, sakatlığı, her nasıl adlandırırsanız adlandırın artık, o kişiye kalmış. Ama ne ben özel biriyim ne de özel güçleri olan biriyim. Allah’ın size şükretmeniz için verdiği bir kişi de değilim. Hani bakıp bakıp şükretmeyin bana, ben bir insanım. Herkes gibiyim, sadece işlerimi başka yollarla yapıyorum. Ekran okuyucuyla bilişimsel araçlar kullanan, Braille alfabesiyle kitap okuyan, erişilebilir araçlar kullanarak hayatını kolaylaştıran bir bireyim.

Farkındalığımızın arttığı bir konuşma oldu hocam, çok teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda kolaylıklar diliyoruz.

Ben teşekkür ediyorum, size de kolaylıklar.

Fotoğraflar: Büşra Bakırcı

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*