Sosyal hayatta merhamet

2011 senesi Mart ayıydı. Sanırım Suriye’yi ziyarete giden son kafilelerden biriydik. Zira Şam’a ayak bastığımızda ülkenin güneyinde çatışmaların başladığı haberleri geldi. Ancak Şam’da bizi etkileyecek anormal bir durum gözükmüyordu. Peygamberler ve sahabeler şehri Şam-ı Şerif; her vakit cemaatiyle tıklım tıklım dolan Emeviye Camii’yle, sokaklarında oyunlar oynayan, bisiklet süren masum çocuklarıyla, insanların klasik hayat koşuşturmalarını yaşadığı tipik bir İslâm şehriydi. Çok değil, birkaç ay içerisinde o insanların hayatlarının altüst olacağını, kendi şehirlerinden, evlerinden, her şeylerini geride bırakarak, çantaları ellerinde, umutları sırtlarında bir bilinmeze doğru kaçacaklarını kim tahmin edebilirdi ki?

Maalesef o tarihten üç beş ay sonra Suriye’de insanlar, hayatlarını kurtarmak adına başta ülkemiz olmak üzere dünyanın pek çok ülkesine dağılmak zorunda kaldılar. İsimlerinin önüne mülteci sıfatı geldi bir anda. Size de öyle gelir mi bilmem, ama bana hep soğuk bir sıfat olarak gelir mülteci tanımlaması. Hele ki bir kısım bencil ülkelerin öznesi olduğu haberlerde hep olumsuz mânâ yüklenir bu kelimeye. Oysa bizim tarihimizde mülteci değil, “muhacir” tanımı vardır ve bu tanım, içinde merhameti de barındırmaktadır. Çünkü “muhacir” demek, kardeşlik, paylaşmak, yardımlaşmak demektir. Muhacirleri ötekileştirmek, yabancı görmek, ırkçı ifadelerle kalplerini kırmak, gururlarını yaralamak gibi davranışlarsa merhametten uzaklaşmış olmanın sonuçlarıdır. Hepimizin ya kendi hayatımızda ya da geçmiş nesillerimizde bir noktada mutlaka bir hicret hadisesi vardır. Dolayısıyla hepimiz muhaciriz aslında. Zaten bu dünya gurbetinin fânî misafirleri değil miyiz? O hâlde muhacirlere merhamet etmek de insaniyetimizin gereğidir.

Sosyal hayatta merhamete en çok ihtiyaç hissettiğimiz yerlerden biri de trafiktir. Özellikle sıkışık trafikte karşılaştığımız saygısızlıklar, kural tanımazlıklar, bencil kurnazlıklar, hep merhametin hayata yansımamasındandır. Hele ki toplu taşımada; metrobüse, otobüse binerken, insanların birbirlerini ezercesine koşuşturduğu, çoluk-çocuk, kadın, yaşlı demeden, güçlünün zayıfı ezerek oturacak bir koltuk bulma telâşıyla vicdanını bir tarafa bırakabildiği bir hayat… İnsana yakışmıyor, hele ki Müslüman’a hiç yakışmıyor. Zira şehir medeniyet demektir. Bizim şehirlerimiz Sosyal Darwinizm anlayışına değil, merhamet ve şefkat anlayışına dayalı şehirler olmalıdır. İslamiyet’te komşuluk hukuku çok önemlidir. “Komşuluk dostluğun komşuluğudur.” Trafikte yanımızda giden aracın şoförü veya otobüs durağında birlikte otobüse binmeğe çalıştığımız kişi o an bizim komşumuzdur. Dolayısıyla komşumuza celâlle değil, cemâlle yani merhametle yaklaşmak zorundayız.

Dinimizde merhamet sadece insanları kapsamaz. Hayvanlar, bitkiler ve hatta cansız bildiğimiz maddeler dahi merhametin kuşatıcılığı altındadır. Peygamberimiz’in (SAV) hırkasının üzerinde uyuyan kediyi uyandırmamak için hırkasını keserek ayağa kalkması, ‘Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz’ derken taşın bile merhametin kapsamında olduğunu göstermesi, bizlere de ışık tutar.

Son günlerde medyaya yansıyan bazı haberlerde bir kısım merhamet yoksunlarının sevimli dostlarımıza kötü davranışlarını da üzülerek okuyoruz. Hani en çok çöp tenekelerinin yakınlarında rastladığımız, şehir hayatını birlikte paylaştığımız,  kafası öne eğik, aç karnını doyurmak için sağa sola koşturan, mahzun bakışlı sokak köpeklerinden ve rızıkları insanların rızıkları içinde gönderilen sevimli sokak kedilerinden bahsediyorum. En yakınımızdaki canlılardan, en sadık dostlarımızdan yani. Merhamet bekleyen dilsiz canlılardır onlar. Her ne kadar bazı olumsuz haberleri görsek de, esasında bu ülkenin insanları köpekleri sever. Belki Ashab-ı Kehf’in Cennetlik köpeği Kıtmir’den ötürü, belki Kur’ân’da hayvanlara merhametle yaklaşılması emredildiğinden ötürü, dokunmaz onlara. Benzer şekilde, kedilerin berekete vesile oldukları düşünülür. Her sokak başında onlar için konmuş su ve mama kaplarını, hatta soğukta üşümemeleri için yapılan sevimli kulübeleri görürüz. Dolayısıyla her ne kadar bazı merhametsiz davranışları görüyor olsak da, bunların azınlıkta olduğunu, esasında bütün mevcudatı bir arada tutan merhamet ipinin gevşese de kopmadığını söyleyebiliriz. Çok şükür ki, onca eksiğe rağmen, yine de merhameti kaybetmiş değiliz.

Kâinattaki her şey gibi, merhamet duygusu da Allah’ın insanlığa bir lütfudur aslında. İnsanı insan yapan duygulardan biridir merhamet. Evlât sevgisi, ana babaya hürmet, akrabayı ziyaret, yaşlılara, yoksullara, hastalara, sakatlara, yetimlere, kimsesizlere, hayvanlara yardım etme gibi erdemler merhamet duygusunun yansımalarıdır. Ülkemizde ve dünyada, özellikle son dönemlerde yaşanan olaylara baktığımızda merhamet duygusunun daha çok gündeme getirilmesi gerektiği aşikârdır. Medyada vahşet haberlerinin yerini merhamet haberleri almalıdır. Her insan fıtraten merhametlidir esasında. Önemli olan bu duyguyu muhafaza etmektir. Yoksa Bediüzzaman’ın dediği gibi: “Kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir.”1

Üç ayları idrak ettiğimiz ve Rahmet ayı olan Ramazan’a da gireceğimiz şu mübarek günlerde, hayatımıza daha fazla merhamet katmaya ne dersiniz? Unutmayalım ki, merhamet olmadan insan olunmaz ve Peygamber Efendimiz’in (asm) buyurduğu gibi; merhamet etmeyene merhamet edilmez.2

Dipnotlar:
1) Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 620
2) Buhâri, Tevhid: 2, Edeb: 27; Müslim, Fedail: 66; Tirmizi, Birr: 16

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*