Ne yiyorsan o oluyorsun!

ABD Tarım Bakanlığı eski Müsteşarı ve BM Dünya Gıda Programı İcra Direktörü Catherine Bertini’nin konuşmasında geçen ifadeleri aktarıyorum; “Gıda güçtür! Onu davranışları değiştirmek için kullanırız. Bazıları bunu rüşvet olarak adlandırabilir.”

Şimdi, rüşvet niye verilir? Bir görevliye, görevini kendi çıkarımız için kullanabilmesi için. Bu kadın neden ‘rüşvet’ kelimesini kullanmış olabilir? Bana sorarsanız, gıda endüstrisi kullandığı kimyasallarla sinir sistemimize fark etmediğimiz komutlar verdirmeyi başarıyor, yani beynimize rüşvet verebiliyor. Bunu ben, bir yerden duyup ya da okuyarak yazmıyorum. Bizzat kendimde gözlemlediğim bir şey. Çok ciddi bir cips bağımlısıyım. Çeşitli yöntemlerle artık daha az yemeyi başarabilsem de beynimi ve zihnimi bir şeyin ele geçirdiğini hissedebiliyor ve beni cips aldırmaya ittiğini fark edebiliyorum. Bununla baş etmenin ne kadar zor bir şey olduğunu, ne kadar sağlam bir irade istediğini de biliyorum. Ve maalesef çoğu zaman başaramıyorum da. Bu herkeste farklı bir şey olabilir. Çikolata, şeker, bisküvi, hatta ekmek bağımlılığı gibi. En saf bildiğimiz ekmeklerimiz dahi buğdaylarımızın kalitesizliği yüzünden ekmek olabilmek için ekstra kimyasallara mecbur bırakılıyor (unların içindeki benzoil peroksit başta olmak üzere).

Hayvancılığımız bitmek üzereyken, yediğimiz etlerin hepsinin ya antibiyotikli ya hormonlu olduğu gibi ya da. Bediüzzaman Said Nursî bu zamanı tanımlarken, eski insanlarla yaptığı bir kıyas var ve üzerinde durduğu şey şuydu temel olarak; eskiden insanların imanda ve ibadete devam etmekte kolay iknâ’ olup, şimdiki insanların imanî meseleri daha derinden irdeleyip özellikle ibadetleri yerine getirmekte daha çok zorlandıkları.

Ben bunun bir sebebinin, beslenmemizin hızla değişmesi olduğunu düşünüyorum. Çok değil, bir 15 yıl öncesinde reklamlarda margarinin kalp sağlığına ne kadar iyi geldiği anlatılıyordu. Sonucunda; gıda endüstrisi çiftçiye-hayvana muhtaç olmadan laboratuar ortamında çok çok düşük maliyetlerle yağ üretebilecek, bunu satın alan insanlar 10-20 yıl gibi bir sürede %60-80 arasında kalp hastalığı sebebiyle hastanelerde tedavi görecek, bununla beraber ilaç bağımlısı olacak ve ilaç endüstrisi de çok büyük kârlar elde etmiş olacak.

BBC’nin yaptığı habere gore, ülke yönetimleriyle gizli kapaklı anlaşmalar deyince aklımıza bankacılık değil ilaç endüstrisi gelmeliymiş. ABD’nin dev ilaç şirketi ve sektörel ciro bakımından dünyanın 1 numarası Pfizer’in kâr marjı yürek hoplatıcı düzeylere, %42’lere yükseldi. Üstelik bu dev şirketler insan sağlığına hizmet ettiği için, maliyetlerinin büyük bölümünün araştırma-geliştirmeye gitmesi beklenirken, maalesef en büyük maliyet payının pazarlamaya harcandığını görüyoruz. Yani şunu söyleyebiliriz ki, gıdalar raf ömrü ibaresiyle aynı cümlede kullanılmaya başlandığından beri gıda endüstrisi yapay ve ucuz olana yöneldi, bununla beraber insan sağlığı hızla bozuldu ve yine bunun sonucunda kazanan dev şirketler oldu. Çünkü zengin veya fakir her insan sadece sağlığı için cebindeki bütün parayı harcayabilir.

Yeşilizmin, yeşil insan olabilmenin de ilk kuralı “fark etmek”ti zaten. Bunu artık farkındalığın ötesine geçirmemiz gerekiyor, hem de hemen. Bedenimiz hızla kirlenmeye, bunun sonucunda bütün sistemlerimiz tehlikeye girmeye başlıyor zaten. Ve bunu kendine yapmaya hakkı yok insanın. Sadece insanoğlu, önüne koyulan her şeyi yiyor bu dünyada. Diğer tüm hayvanları düşünün. Bir hayvan deli gibi aç olsa da önüne koyulanı kokluyor yemeden once. O hâlde sırf zihnim ve tad alma duyum rüşvet yiyecek diye benim bunu bütün bedenime yapmaya hakkım yok. Bunu şu an mutfağımda, cips gibi zihni ele geçiren kuvvetli kimyasalları içinde barındıran yiyecekleri bulundururken yazıyorum, evet çok acı. Ama asır çok dehşetli değil mi zaten. İmtihanlar çok ağır değil mi? Ve bu zamanda insanın belki de en zor imtihanı kendine yeteni kadarını alıp dahasına el uzatmamak terbiyesi değil mi? Kaçımız bütün ibadetlerimizi hiç üşenmeden, sıkılmadan, şevkle yapıyoruz? (Tabiî nefse ragmen ibadette sabır göstermek ayrı bir şey ve de çok mühim.)

Asır, insan olabilme, insan kalabilme, kâinat sahibinin biz olmadığını hatırda tutabilme asrı bence. Bunu yediklerimizle unutturuyorlar bize. Sonra hep daha fazlasını istiyoruz, hep daha çok lezzet almak istiyoruz. Çabalamak istemiyoruz, ama hep iyi biz olalım istiyoruz. Nefsimize hiçbir şey zor gelmesin istiyoruz. Gerçekten mümkün mü böyle bir şey? Asla!
O hâlde bu ay farkındalık ayı olsun. Raf ömrü olan tüm gıdaları yavaşça veya doğrudan çıkarmak için adım atalım bu ay. Kendimiz için, kâinat için, kâinatla uyumlu olmayan laboratuar ortamlarında üretilmiş yiyeceklerden (besin demiyorum dikkat ederseniz) uzaklaşma ayımız olsun.

Emanet olan bedenimize, emanete hıyanet etmeden gözümüz gibi bakalım. Zihnimize rüşvet vermelerine izin vermeyelim. Zira, bu dünya rüşvet alandan da verenden de çok çekti. Yeşil günler yeşil insanlar…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*