Amsterdam’dan bildiriyorum

Bir orada bir burada çat kapı arkasında yazarınız, bu kez de Amsterdam maceralarıyla karşınızda Sevgili Keçeli! Evet doğru, Fransa’da gezmenin tadını bir kez aldıktan sonra artık gidebileceğim yeni yerler için gözlerimi dört açmıştım. Tamam, o kadar da dört açmamıştım, Çekya’da kendi başıma takılmanın tadını çıkartıyordum, ama reddedemeyeceğim bir teklif aldım. Esra Abla ve ailesi (kendilerini bir önceki yazımdan tanırsınız) beni Amsterdam’daki halalarını ziyarete davet ettiler. Avrupa’daki ailem derken şaka yapmıyordum yani. Ama bu defa uçak biletleri konusunda Fransa kadar talihli değildim. Havaların görece ısınmasıyla bilet fiyatları da artmıştı ve son dakikada ucuz bir bilet bulmak imkânsıza yakındı. Ve işte o anda aklıma çılgın bir fikir geldi. Çekya’dan Amsterdam’a Berlin üzerinden trenle gitme fikri! Ne kadar çılgın olduğunu anlamanız için size bu yolculuğun kaç saat süreceğini söyleyeyim: ONBEŞ! (Yalnızca tren yolculuğu 15 saat sürdüğüne göre bu yazı kaç ay sürer varın siz düşünün.) “Oh oh, ne güzel kitap okursun, uyursun” diyeceksiniz, ama Sayın Keçeli, o işler hiç öyle olmuyor.

Bir günde 3 ülke değiştirdiğimden mütevellit yer ve zaman mevhumum epey birbirine girdi. Amsterdam’a vardığımda beynim sulanmış kulaklarımdan akıyordu. Neyse ki, gittiğim evde miss gibi ev yemekleri ve en büyük sevdam yaprak sarma beni bekliyormuş! Hasibe Abla’cığıma da bu vesileyle buradan kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum. Ve tabiî ki eşi Memiş Ağabey’ime… Saygısızlık ettiğimi falan düşünmeyin, gerçekten adı Memiş. Ben de başlarda biraz garip hissettim, ama o kadar samimi, o kadar içten insanlar ki, hiç zorlanmadım. Zaten Amsterdam’ın üzerimde bıraktığı his genel olarak böyle bir huzurdu. İlk defa gitmiş olmama rağmen sanki orası yuvammış gibi hissettim. Bunda her köşe başında bir Türk’e rast gelmemin de etkisi var tabiî, ama beni asıl cezbeden her yerden her yere bisikletle gidebilme imkânı. Öyle ki, bisikletler şehri esir almış, her tarafta bisikletler, kafamı nereye çevirsem bisiklet, her boydan her modelden bir sürü bir sürü bisiklet! Ve tabiî ki sayıları kadar hakları da fazla. Diyelim ki, trafikte giden bir arabanın üzerine gökten bisikletli düştü, araba suçlu sayılıyor. Sakın araştırmayın bu bilgiyi ‘gerçekten öyle mi’ diye, ben de başkalarından duydum, gerçek mi, bilmiyorum. Siz yine de elinizden geldiğince hiçbir arabanın üzerine düşmemeye çalışın. Ya da arabalarınızı üzerine bisikletlerin düşebileceği yerlerden sakının.

Yine yiyip içtiklerimden bahsetmek istiyorum. Çünkü aylar sonra tarhana dışında bir şeyler yemek beni o kadar mesut etti ki, paylaşarak bu mutluluğu çoğaltmam FARZ! Karnıyarıklar, tane tane pirinç pilavları, serpme Türk kahvaltıları, çeşit çeşit peynirler ve zeytinler… Ay bir an görgüsüz gibi hissettim. Yanlış anlamayın görmediğimden değil, Avrupa’da, alıştığım damak tadına uygun yiyecekler bulma imkânımın kısıtlı olmasından dolayı böyle coşuyorum yemek görünce, yoksa iktisat ve kanaatle yaşayıp ölmeyecek kadar yemek yediğimi beni tanıyanlar bilir. Artık siz de bildiğinize göre siz de beni tanıyorsunuz. Ay valla çok memnun oldum tanıştığıma, ben Çedile Hanım, Amsterdam’dan bildiriyorum, BURASI ÇOK GÜZEL!

Devam edecek…

Çizim: Elif Yurt

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*