Onun KPSS puanı var, güzel mi güzel

Hayatın, kapitalizmin dişlileri arasında yara bere almadan idame ettirilmeye çalışıldığı şu günlerde, bilhassa gençler maddî-mânevî sıkıntılar çekiyor. Hayatın oyun olarak algılanmaktan çıktığı sorumluluk hengâmesi yetmezmiş gibi, gencin varlığını kabul ettirmesi için tek kıstas olarak devlet memuru olup olmadığı öne sürülüyor. Hâliyle mevzu; varlık-yokluk meselesine kadar gidiyor.

Osmanlı Devleti’nin son yıllarından miras olarak kalan ‘devlet memuru olma arzusu’, Cumhuriyet Dönemi ile birlikte daha da perçinleşerek bugünlere geldi. Hâlihazırda mevcut eğitim sisteminin ve ekonomik şartların gençleri devlet memurluğuna yönlendirmesi daha derin yaralar açılmasına neden oluyor. Meslek liselerinin bir türlü olması gerektiği noktaya ulaşamaması, diğer liselerde okuyan gençlerin on iki yılın sonunda, hatta üniversite eğitimlerinin akabinde hiçbir meslekî deneyime sahip olamamaları ve de özel sektörde özlük haklarının geliştirilememesi ‘diplomalı işsizler topluluğunu’ meydana getiriyor.

Hem bu eğitim yapısında hem de toplumsal eğilimlerin içinde büyüyen gencimiz, yegâne gayesi olan memurluğa ulaşmak için sinema filmlerini aratmayacak düzeyde kendini sınav maratonunun içinde buluyor. Hele bir de bu filme kapılıp az çok bir iş öğrenmediyse ve hayatı sosyal medyanın renkli sayfaları olarak algıladıysa uyanışı sert oluyor.

Gönül ister aradığını, ama her zaman bu mümkün olmuyor. Sürekli kendisini yarış hâlinde bulan gencimiz tatminsizlik hastalığına yakalanıyor. ‘Milyonlarca’ kişinin girdiği sınav sonucunda ‘bin’li sayılarla ifade edilen kişi alınınca da “hep mi bekler, hep mi bulamaz?” Gönül ister o binin içinde olmak, gel gör ki o da olmaz! Bu kez de mânevî buhranlar başlıyor. Toplum da devlete atanamayan gencimizi başarısız kabul edip sözleriyle ardı sıra ağır bir sille nakşedince tablo tamamlanıyor.

O ‘bin’in içine girmeyi başaranlar da var elbet. Onun KPSS puanı var, güzel mi güzel. Yaptı mı tercihini, gider mi gider. Ama maalesef ruhu yok! Onun için hiç mi hiç şansı yok! Atansa da nafile, zira hayatın ve özünde şu kâinatın ruhu olan hakikatlerin yerini hiç mi hiçbir şey dolduramaz. (Vazifesini layıkıyla yerine getiren hakikatli memurlar bu söylediklerimizin haricindedir.)

Yıllar bu uğurda heba edilirken; başta hususî ibadetlerin ve hizmet-i Kur’âniye’nin aksatılması, memurluğun maddî bir refah, sosyal bir statü olarak görülmesi, üstüne bir de mesai doldurma mantığına gidilmesi ile memurluk nur olmaktan ziyade nâr (ateş) oluverir. Devlet memurluğu hem tembelliğe müsait hem de gururu okşayan, eneleri kabartan bir yapıda. Hele bir de işin ucunda amirlik varsa fiyakası bir başka!

Yazının devamına dergimizin Ağustos sayısından ulaşabilirsiniz…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*