Çîn-i Cebîn ve kitap kurtları şeyhi

Bu ay neyden bahsetsem diye aramaya koyulmuştum. Karşıma bir tamlama çıktı: Çîn-i cebîn. Lemeât’ta geçen bir tamlama. İlk bakışta “Güney Çin” yahut ona benzer bir mânâsı olduğunu sandığım bu ifade meğer “alın kırışıklığı” demekmiş. Ziyadesiyle garip. Bundan bahsedeyim diye düşündüm, ama sonra vazgeçtim. Pek çok kez yaptığım gibi. Ve ilhamın gelmesini beklemeye başladım. Öyle bir ilham gelmesi olmadı, ama kader beni bir şekilde sevk etti ve ummadığım bir yerden karşıma çıktı eskimez bir yazı.

Söylemesi ayıptır, validenin yaptığı mısır ekmeğinden akrabaya götürmüştüm biraz. Selam verdim, bir baktım masanın üzerinde tahta bir kutu. Dikdörtgen prizma şeklinde. Sürgülü bir kapağı var. Eniştem ve babaannem kutunun içini inceliyorlar. Meğer bir cüz kutusuymuş. Büsbütün kararmış tahta kutu ve içerisindeki Kur’ân cüzlerinin yıpranmışlığı bu şeyin ne kadar da eski olduğunu gösteriyordu zaten. Ama bir de cüzlerin içine bakmak istedim, acaba içlerine birisi bir şeyler çiziktirmiş midir?

Rastgele bakıyorum cüzlere vee aradığım şey! Birisi kısa bir not düşmüş. Sene 1945, 7 Mart günü. Eskimez yazıyla düşülen notu okumaya çalışıyorum, ama el yazısı olması beni biraz zorluyor. Yine de iki isim seçiyorum, okuyorum. Eniştem onları tanıyor, Allah rahmet eylesin, diyor. Rahmet alacakları varmış demek. Hayâl ediyorum, 74 sene önce bir amca oturmuş kurşun kalemiyle not düşüyor. Şişe içine bir mektup koyup denize salmak gibi. Yıllar sonra ilk kim okuyacak yazdıklarını bilmiyor, ama yazıyor. Babaannem dedi ki: “Eskiden doktor mu vardı? Birisi hastalanınca hemen başında okunurdu böyle.” Eniştemin dediğine göre de köy köy gezermiş bu kutular. Önceden şimdiki gibi çok Kur’ân yok demek ki. Peki eniştem bu kutuyu nerden bulmuş? Köyümüzün çok eski ahşap bir camii var. Kültür Bakanlığı tarafından restore edilmekte olan camiin, öyle bir köşesine atılmış, zayi olmasın diye almış eniştem de. Şu ülkede tarihe verilmeyen önem sinirlendiriyor beni. Neyse eve dönüyorum, Eskimez Yazı’yı teslim tarihim geçmiş. İlham da gelmemiş, derken ampul yanıyor ve bu yazı çıkıyor meydana.

He unutmadan, bir de yeni öğrendiğim bonus bir bilgi var. Eskiden kitaplar kurtlanmasın, böcekler yemesin diye ilk sayfalarına “Yâ Kebîkec” yazılırmış. Kitap kurtlarını uzak tutan tılsımlı bir söz olduğu düşünülürmüş. Kebîkec’in kitap kurtları şeyhinin (o da ne demekse) yahut böceklerden sorumlu meleğin adı olduğu şeklinde farklı rivayetler varsa da İslâm Ansiklopedisi’ne göre Kebîkec; yüksek ihtimalle böcekleri uzak tutmak için mürekkebe karıştırılan zehirli bir bitkidir. Muhtemelen yine bir ilmin elinden cehlin eline düşme meselesiyle karşı karşıyayız. Yılan ayı yutmuş yani, diyoruz ve sözü daha fazla uzatmadan bahsettiğimiz çîn-i cebîn tamlamasının geçtiği okuma parçasıyla sizleri baş başa bırakıyoruz.

 ﺍﻭ ﻗﺪﺭﺗﯔ ﺿﻴﺎﺳﻨﻪ ﮔﻮﻧﺶ ﻣﺸﻜﺎﺕ ﺍﻭﻟﻤﺸﺪﺭ. ﺑﻮ ﻣﺸﻜﺎﺗﯔ ﻧﻮﺭﻳﻨﻪ ﺩﯕﺰ ﻳﻮﺯﻯ ﺁﻳﻴﻨﻪ، ﺷﺒﻨﻤﻠﺮﯓ ﮔﻮﺯﻟﺮﻯ ﺑﺮﺭ ﻣﺮﺁﺕ ﺍﻭﻟﻤﺸﺪﺭ ﺩﯕﺰﯓ ﮔﻨﻴﺶ ﻳﻮﺯﻯ، ﮔﻮﺳﺘﺮﺩﻳﮕﻰ ﮔﻮﻧﺸﻰ ﭼﻴﻦِ ﺟﺒﻴﻨﻨﺪﻩ‌ﻛﻰ ﻗﻄﺮﻩ‌ﻟﺮ ﺩﻩ ﮔﻮﺳﺘﺮﺭ، ﺷﺒﻨﻤﯔ ﻛﻮﭼﻚ ﮔﻮﺯﻯ ﻳﻴﻠﺪﻳﺰ ﮔﺒﻰ ﭘﺎﺭﻟﺎﻳﻮﺭ

O kudretin ziyasına güneş mişkât1 olmuştur. Bu mişkâtın nuruna deniz yüzü âyine, şebnemlerin2 gözleri birer mir’at3 olmuştur.

Denizin geniş yüzü gösterdiği güneşi, çîn-i cebînindeki katreler de gösterir; şebnemin küçük gözü yıldız gibi parlıyor.4

(Denizin geniş yüzündeki dalgaların insanın alnındaki kırışıklıklara benzetilmesi sizce de çok güzel değil mi!)

Dipnotlar:
1) İçine lamba vs. konmak için duvarda açılan oyuk.
2) Çiy.
3) Ayna.
4) Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 805.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*