Meşhur bir adam

Bir yere gidiyorum; arabayı park etmem gerekiyor; park ettim. Hemen bir adam geldi; parkçı… Elinde bir şeyler…

Artık büyük şehirlerde, küçüklere de bulaştı mı bilmiyorum, adım atmanız paraya bakıyor. O yüzden dışarı çıkarken üstünüzü yoklamanız gerekiyor. Ben buna “pat” diye bir isim koydum: Para, anahtar, telefon. Eksik şeyler var burada var; değil mi? Kitap… Var diyeceksiniz. Kalem… Var diyeceksiniz; onlar zaten olmalı canım! Neyse. Sözü uzatayım; arabayı park ettim. Adamın istediği parayı verdim ve baktım ki bir arkadaşımın mağazasının önündeyim. İçeriye girdim; kasiyer hanımefendiye dedim ki: (Kasiyer mi deniyordu; kasiyere denir mi? Haa, hazin ve hazine vardı değil mi? Ahh bak nereden nereye geçtik. Her neyse, ona takılmayalım, ama buradaki -e ekine biraz takılalım. Hoca anlatıyormuş. Erkeklere Ali denir; kızlara Aliye… Erkekler Emin; kızlar Emine… Derken bir talebe: “Hocam neden erkekler Emin, kızlar Emine; o -e eki nereden geliyor?” diye ya takılmış ya da sormuş. Hoca hazır cevap: “Evladım, erkekler hazin, kızlar hazine…”)

Kasiyer hanıma dedim ki, Mustafa’ya selâm söyle. Mustafa oranın geçici dünya sahibi; dünyalığın geçici sahibi…

“Mustafa Bey’e mi?” dedi. Patron ya!
“Evet” dedim.
“Kim diyeyim efendim?” dedi,
“Aaa, sen beni tanımıyor musun?” dedim. 

Kızcağız kızardı bozardı. (Haa bu arada, kız kelimesi de kızarmaktan geliyormuş. Yani kızaran, “kız” oluyor; utanan… Tabiî utanmak sadece kızlara has bir özellik değil, ama bunun bir sıralaması mı var veya her şeye ilk önce daha bir yakışan mı var? İşin o ahlakî boyutları su götürür; epeyce konuşmamız gerekir. De konumuz şimdi o değil, ama kız kelimesi “kızarmak”tan geliyormuş. Yani insan kızarınca yüzü pembeleşir ya… Namuslu erkekler için de “kız oğlan kız” derler ya! Onun için herkese lâzım olan şey bu “kızarmak” aslında. Fakat kelimelere ne diyelim! Gelmiş cebimize girmiş; akıl cebimize, kalp cebimize… Yılların birikimi, yılların bir tecrübesi, yılların bir renklenişi, o kelimeler öyle pat diye önümüze konmuyor. Çok yaşlı kelimeler, durmuş oturmuş kelimeler… O yüzden kelimelere birden bire, pat diye müdahale edemeyiz. Artık parantezi kapatayım, arayı çok açtık.)

“Kim diyeyim?” deyince, “Demek sen beni tanımıyorsun!” dedim. Utandı, kızardı, bozardı. Ama ben de öyle değişik, yani bir ara, çıkış-kaçış bırakmayacak şekilde söylüyorum ki, tanımıyorum dese olmaz; tanıyorum dese olmaz; zaten tanımıyor. 

Dedim ki, “Ben çok meşhur birisiyim, ama sen beni tanımıyorsun.” Çok şaşırdı. Efendim işte, radyodan mı, televizyondan mı? “Hayır, hayır, hayır!” dedikçe o devam ediyor. Kimsiniz? Kimliğiniz ne? Yani şu musunuz, bu musunuz? O’sunuz, bu’sunuz. 

Yine dedim ki, ben çok meşhur birisiyim. Siz de merak ediyorsunuz değil mi? Kalsın mı burada; yoksa anlatayım mı? Anlatayım değil mi? 

Evet, neden meşhurum? Anlatayım: “Bak, ben buraya arabayı park ettim; parkçı beni tanımadı. Geldi hemen yazdı-çizdi; parasını alıp gitti. Geldim, siz de beni tanımadınız. Şimdi sen tanımadın, parkçı tanımıyor, ama ben diyorum ki, ben çok meşhur bir adamım. Beni Ümraniye tanısa; Ümraniye kadar meşhur olurum değil mi?” Evet, dedi. Meşhur ve şehir aynı kökten gelen kelimeler. Ünlü, yayılmış, yani bilinen şey gibi anlamlara geliyor. Şimdi ünlü diyorlar işte!  Meşhur… İştihar etmiş. Şehir… Eşhar çoğulu; ses getiren demek. Sesli… Bilinen, tanınan.

Yazının devamına dergimizin Eylül sayısından ulaşabilirsiniz…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*