Fıtrat ve kıymet

Son zamanlarda dünyanın birçok yerinde ve özellikle de ülkemizde “kadına şiddet” olayları maalesef gündemimizden düşmeyecek kadar arttı. Biz de haberlerde, sosyal medyada hatta bazen çevremizde bu tarz olaylara çokça şahit olmaya başladık. Bu olaylar, farklı toplumlarda farklı sebeplere dayanarak artarken; ülkemizde, dinin ‘kadın-erkek ilişkileri’ konusundaki hükümlerinin anlaşılamaması ve öteden beri görenek vasıtasıyla hayatımıza yerleşmiş olan yanlış uygulamaların ‘dinî bir hüküm’ zannedilerek tatbik edilmesi sebebiyle artmaktadır. Bu yanlış uygulamaların sebebi ise, kahir ekseriyetle, erkeğin egemen ve daha fazla hak sahibi olduğuna inanılan “ataerkil” bir anlayışın hükmetmesidir. Bu meseleyi daha net izah edebilmek için üzerinde durulması gereken kavramın “fıtrat” olduğu kanaatindeyim: Cenâb-ı Allah mahlûkatını yaratırken onları cinslere ayırmıştır, her bir cins içinde (çeşitlilik olması açısından) farklı özellik ve vazifeye sahip türler yaratmıştır. Bu türlerin kendilerine verilen cihazlar (huy, fizikî kuvvet, mizaç vs.) vasıtasıyla belli bir eğilim, kabiliyet, özellik ve vazifeye sahip olması ise fıtrattır. ‘İnsan’ cins olarak belli bir fıtrata sahipken kendi içinde bir ‘tür’ olan cinsiyetler itibariyle de iki farklı fıtrata ayrılır.

Kadın ve erkek cinsiyetleri arasında ‘fark’ olarak tabir ettiğimiz durum ise ihtilafa, anlaşmazlığa veya uyuşmazlığa sebep olacak bir hâl değil; tam aksine birbirini tamamlayıcı, eksikleri giderici ve ikmâl edici bir durumdur. Fakat ne yazık ki, erkeğe yaratılışta verilmiş fizikî kuvvet, tek başına bir ‘üstünlük’, kadının daha zayıf, nazik ve naîf yaratılmış olması ise ‘alçaklık’ olarak kabul edilip, bitmek bilmez bir kıyas başlamıştır. Oysa ki bu durum, elmanın mı yoksa armudun mu daha faydalı veya daha sağlıklı olduğunu tartışmak gibidir, bu da mantıkla örtüşmemektedir. Çünkü ikisinin de yaratılıştan gelen farklılıkları, farklı faydalara ve hikmetlere binaendir. Bu durumda ikisini birbiriyle kıyaslayıp birini üstün tutmak yerine iki tarafın da mahiyetine hâkim olup, faydasını bilip ona göre bir davranışta bulunmak gerekmektedir. Fakat bu durum gözden kaçırıldığı ve görünüşte erkeğin (fizikî gücüyle) üstün olması sebebiyle dinî hükümler erkeği egemen kılacak şekilde yorumlanmıştır.

Günümüzde en çok tartışmaya sebep konulardan biri ‘emanet’lik meselesidir. Kadının erkeğe emanet olması, erkeğin fizikî güç ve kuvvetiyle kadına yardım edip onu himaye etmesi ve onu ‘emniyet’ altına alması olarak değil de bir aidiyet ve sahiplik olarak toplumumuzda kabul görmüştür. Maalesef bu aidiyet ve sahiplik algısı erkeğin kadın üzerinde, dinen kendisine verilenden fazla hak iddia etmesiyle, istediği şeklide maddî ve mânevî tasarrufta bulunmasıyla ve en nihayetinde ‘güçlü’ olanın ‘güçsüz’ olanda kuvvet kullanarak egemen olmaya çalışmasıyla sonuçlanmıştır. Bu durumda ne yazık ki, bazı kesimlerdeki kadınlar sadece fizikî olarak yaralanıp büyük zararlar görmemiş, aynı zamanda ‘emanet’liğin gerçek mânâsının da inkarına kadar giderek manevî zararlar da görmüştür.

Yazının devamına dergimizin Ekim sayısından ulaşabilirsiniz…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*