Bir parça olmak veya bir parçası olmak

Bir manzara düşünelim. Farklı farklı ağaçların, çeşit çeşit çiçeklerin, her tondan renklerin bir arada bulunduğu, kendisine bakan insana mânâ ifade eden güzel bir manzara. Şimdi de bu manzaranın bir tablo hâline getirildiğini ve bir yap-boz kalıbına basıldığını, içindeki unsurların da (her bir ağacın, çiçeğin vs.) ayrı birer parçayı temsil ettiğini varsayalım. Daha önce münferid bulunan ve kendisi de bir mânâ ifade eden her bir unsurun bir araya geldiğinde ifade ettikleri mânâya nazarımızı verelim.

Bütün parçalar birleşmiş ve hiçbir parçanın tek başına ifade etmeye muktedir olamayacağı bir anlam ortaya çıkmıştır. Farklı şekilleri, boyları, renkleri artık eşsiz bir uyum içinde büyük bir manzaraya hizmet etmektedir. Unsurların tek yapması gereken şey ise kendilerine ayrılan konumda bulunabilecek bir vaziyet almaktır.

Bireyin içinde bulunduğu cemaat veya grupla kurduğu ilişki de bu yap-boz örneğine benzemektedir. Belli bir fikre, anlayışa ve inanca sahip her insan, zaman içinde sahip olduğu bu değerlerle meşgul oldukça hayatını onlar çerçevesinde şekillendirmeye başlar. Amaçları, hedefleri ve gayreti hep o doğrultuda olur. Bu durum, bireyin başka insanlarla iletişim kurdukça bu değerlerini aktarmaya, anlatmaya çalışmasını, hatta değerlerinin başkalarına ulaşmasını gaye edinmesini netice verir.

Durum böyle olunca da insanlar kendisi gibi hayatını o fikir çerçevesinde şekillendiren başka insanlarla bir araya gelerek tek başına yapmaya güç yetiremeyeceği şeyler yapmak için cemaatleri meydana getirir. Bu da beraberinde her bireye yeni sorumluluklar yükler.

İnsan fıtraten medenîdir. Yani başka insanlarla çok kuvvetli bir şekilde alâkadardır. Bu alâka da insanlar arasında ilişkilerin meydana gelmesini netice verir. Bu ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi ve ilişki kuran iki tarafın da memnun olabilmesi için yerine gelmesi gereken şartlar vardır ki, bunlardan en önemlisi kişinin evvela kendi menfaatini değil ortak bir menfaati düşünmesidir.

Eğer birey karşısındaki insanın huylarını, iş yapma yöntemlerini, anlayış ve inançlarını dikkate alarak kendi fiillerini karşısındakinin kalıplarını işgal etmeyecek şekilde ayarlarsa ve karşılığında aynı tutumu görürse ortaya sağlıklı bir ilişki çıkar. Bu da kişinin “ben” demekten vazgeçip “biz” demesiyle mümkün olacak bir hadisedir.

İkili ilişkilerde durum böyleyken bir maksat için bir araya gelmiş cemaat ve topluluğun işlerinde de yapılması gereken pek farklı değildir. Birey ulaşmaya çalıştığı maksadına çok kestirme bir yol olan “kolektif hareket etme” mantığıyla ilerlerken içinde bulunduğu topluluğun şartlarına uymalıdır. Öncelikle kendisinden yavaş hareket ettiğini düşünenlere ayak uydurmalı, maksadı bir olduğu hâlde yöntemi farklı olanları hoş görmeli, tek başına koşturarak gitmektense beraber bulunduğu grubuyla bir yere yavaş da olsa varabilmeyi sevmelidir.

Yazının devamına dergimizin Kasım sayısından ulaşabilirsiniz…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*