Görmek

Ebû Temmâm’dan:

“Eğer hedefe yönlendirilmiş bir mızrak sağlam bir görüşle desteklenmediyse hiçbir sıkıntıyı gidermez.”

“Görmeyi öğrenin. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu fark edeceksiniz” diyordu Leonardo da Vinci. Bir filmde ise her görmeye içe dönük bir hikâyenin eşlik ettiği konuşuluyordu:

–Neden gözün kapalı yürüyorsun?
–Bütün yolları ezberledim.
–Ama düşebilirsin.
–Bütün düşüşleri de ezberledim.
(Dancer in the Dark)

Aşk da böyle “ezberlenmiş” bir görme biçimi olabilir. Muhibbi’nin “…Neşâtım, işretim, bezmim, çerâğim, neyyirim, şem’im/ Turuncu u nâr u nârencim, benim şem’-i şebistânım…” demesi gibi Cem Karaca da, sevdiğinin kapısına şu notu bırakmış: “Cennetim, biricik yaşama sebebim, her atomuna bin kere öldüğüm, kalbimin ve bedenimin ıssı, her şeyim, kayısı çekirdeği kahverengisi gözlü, tatlı ve nazlı dişi karacam benim.”

Aşkın  gözü,  sevdiği kişiyi, olduğu gibi, gerçek hâliyle görebilme noktasında bazen kördür. Bunun için de: “Âşık, sevdiğine bakar, fakat görmez” denmiştir. Belki de aşk sadece güzeli ezberlemek üzerine görmeyi becerebilir. 16. yüzyıl nakkaşlarından Velican“Güzellik, aklın kendiliğinden bildiği şeyi, gözün dünyada yeniden keşfetmesidir” demişti. Bu, tabiatın bütününde geçerli olabilir.

Ekolojist Suzanne Simard’ın bitkilerin kimyasal sinyallerle iletişim kurabildiğini ve kendi yavrularını tanıdığını gösteren araştırmasını anlattığı TED konuşmasından ve Peter Wohlleben’in “Ağaçların Gizli Yaşamı” adlı kitabından sonra, Scientific American’da bahsedilen ‘görebilen bitkiler’ kavramı ile, çok basit bir yapıda göze benzer bir oluşuma sahip olabilecekleri iddiasında bulunmaktalar.

Trends in Plant Science dergisinde yayınlanan son çalışmalarında ise Conrad Mullineaux şöyle diyor: “Bu siyanobakteriler, tüm hücre duvarını aynı bir hayvan gözünün retinası gibi kullanarak, ışık kaynağının görüntüsünü hücre zarına odaklıyor.”

Son zamanlarda yapılan çalışmalar, lahana ve hardal gibi Arabidopsis ailesinden bazı bitkilerde, yeşil alglerdeki gibi tek hücreli organizmalarda bulunan basit gözler gibi, basit görme yeteneği gelişimi ve işleyişi ile ilgili bazı proteinlerin üretildiği görülmüştür. Bu proteinler özellikle, sonbahar yapraklarına kırmızı ve turuncu renkleri vermekle ünlü olan ‘plastoglobuli’ adıyla bilinen yapılarda görülürler. Baluška, “Bu keşif, ‘plastoglobuli’nin, bitkilerdeki basit gözler olabileceğini akla getiriyor” diyor. 2014 yılında Current Biology dergisinde, asma bitkisi Boquila Trifoliolata’nın, beraber olduğu diğer bitkiyi taklit ederek, yapraklarının renk ve şekillerini değiştirebildiği bildirilmiştir. O hâlde, her bir yaprak kardeşleri olan diğer yaprakların gözleriyle görebiliyor; kulaklarıyla da duyabiliyor, elleriyle de işleyebiliyor. Ortak bir akılla iş görebiliyor. Öyle mi? Yani eğer her şey aslında tekse veya tek bir elden çıkmışsa…

National Geographic, “haftanın gerçeği” başlığıyla bir veriye şöyle bakıyor: “Eşine çok nadir rastlanan Tetrakromatlar fazladan 100 milyona yakın farklı renk tonunu algılayabiliyor.” Bunun sebebini ise şöyle görüyor: “Bu süper görüşü sağlayan şey ise genetik bir mutasyon.” Bu örneğin birinci aşamasında verinin “nadir rastlanan” bir bütün (organizma) ve 100 milyon kere “nadir rastlantı”nın bir bütünde birleşerek “ortaya çıkışı” gözleniyor (bakmak).

İkinci aşamada ise ne görüldüğü söyleniyor: Genetik “bir mutasyon”. W. Heisenberg, St Andrews Üniversitesi fizik ve felsefe derslerinde (1955): “Gözlemlediğimiz şey doğanın kendisi değil, doğanın bizim sorgulama yöntemimize maruz kalmış hâlidir” diye durumu özetlemişti.

Semih Kaplanoğlu sinema bakışı ile, “Göz, sakınılacak bir uzuv… Gözü korumamız gerekiyor. Gözü korursak neye bakacağımızı ve neyi göreceğimizi biliriz. Görüntü tüketiminden uzak duramazsak zaten göremeyiz” diyor. Bediüzzaman ise mü’min görüşü için, bakışta bozukluk ve dağınıklığını aşmanın gerekliliği ile tevhide işaret ediyor:

“Basar masnuatı görüp de, basiret Sâni’i görmezse çok garib ve pek çirkin düşer. Çünkü o hâlde Sâni’in manen, kalben görünmemesi, ya basiretin fıkdanındandır veya kalb gözünün kör olmasındandır veya pek dar olduğundan mes’eleyi azametiyle kavramadığındandır. Veya bir hızlan’dır. Ve illâ Sâni’in inkârı, basarın şuhudunu inkârdan daha ziyade münkerdir.” (Mesnevi-i Nuriye) (Nat Geo’nun habere bakışı ve gördükleri şimdi sorgulanabilir.)

José Saramago’nun “körlük” dediği, Bediüzzaman’ın “hızlan”dır diyerek, tek başına bırakmak olarak gördüğü “kesiklik”tir ya da “kat’-ı intisab” (23. Söz). Saramago’nun hikâye ettiği, körlüğün salgın hastalık gibi yayıldığı bir toplumda, korku ve paniğin hâkim olması sonucu ahlakî değerlerin çökmesi, Bediüzzaman’ın da üzerinde durduğu yerdir.

Ahlâkı üretecek görmenin hikâyesi ile hakikati arasında bir ilişki zihinde nasıl üretilecektir? Bunun için doğru “bakmak”  ve “görmeyi becerebilmek”ten ibaret bir süreç inşa edilecektir.

Şöyle söylüyor Flannery O’Connor, Kısa Öykü Yazmak, adlı çalışmasında: “İnançlarınızın, görmenizi sağlayan ışık olması, ancak gördüğünüz şeye dönüşmemesi ya da görmenin yerini almaması gerekir. Kurmaca yazarları için her şeyin gözle sınandığı bir nokta vardır; göz, nihayetinde bütün kişiliği kapsayan bir organdır, dünyanın tamamını içine alabilir. İçinde yargıyı barındırır. Yargı, görme eylemiyle başlayan bir şeydir, böyle başlamadığında ya da görmekten ayrı hâle geldiğinde zihinde bir karmaşa yaşanır, bu da öyküde yansımasını bulur.”

Bediüzzaman’ın “görmediğini yazmaması” ile Hz. Ali’nin “görmediğim Allah’a inanmam” demesi mükemmel görüşteki netliği ortaya koyuyor. Güzel gören güzel düşünür… Kafa gözü, akıl gözü,  kalp gözü… Görünüşe bakmak, ön yargı ile bakmak, bir mânâ ile bakmak. Şehvet, sanat veya feraset. Arzu, hırs veya şükür. “Görmeyi öğrenmek, müzik hariç her sanat dalını öğrenmenin ilk adımıdır” denmiştir. O hâlde görmenin üslubu ile manzaranın bütünlüğü hayâl edilebilir. Tevhid. Doğru bakmak, o hâlde başlamaktır.

“Cenab-ı Hakk’ın ef›ali birbirine münasib, âsârı birbirine müşabih, esması birbirine âyine ve ma›kes, sıfatı birbirine mütedâhil, şuunatı memzuc ise de, herbirisi için hususî bir tavır, bir hâl vardır ki, maksud-u bizzât o hususî tavırdır. Sair tavırlar ise, tebaîdirler. Binaenaleyh meselâ Hâlık’ın âsârından cemadata baktığın zaman azamet ve kudreti, kasdına hedef yap. Başka isimlerin tecelliyatını teb’an düşün. Hayvanata bakarken merhamet kasdıyla bak. Sair tecelliyata tebaî bir nazar ile bak.” (Mesnevi-i Nuriye)

Bediüzzaman, “Eğer gözün varsa, insanın sîmasına bak, gör ki” (Asa-yı Musa) diyor, insana tabiat üzerinde sadece görmesi gereken renkler gösteriliyor. Meselâ bir çiçekte insanın gördüğü ile arının gördüğü renkler aynı değildir, çünkü arılar polen ararlar.

Yazının devamına dergimizin Kasım sayısından ulaşabilirsiniz…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*