Kardeşleri adedince ruhlar

Kelimelerin ve kavramların mânâları zaman ve zemine göre mutlaka farklılık gösterir. Kimi zaman camide namaz için toplananların adıdır cemaat; kimi zaman tüm Müslümanlardır, cemaat-i müslimîndir. Oturup aynı kitabı okuyan üç beş kişi bir cemaat olabilirken, Şam’da Emevi Camii’nde hitap edilen on bin kişi de bir cemaattir.

Peki, insanları cemaat yapan nedir? Öylesine bir arada bulunmuş, denk gelmiş insan topluluklarına cemaat diyebilir miyiz? Hayır, sözlüğe göre bu insanların cemaat olması için “ortak bir gaye” doğrultusunda toplanmış olması gerekir. Yeter ki dava bir olsun, sayı mühim değildir artık.

Çünkü cemiyette, bir bütün olmakta esas olan hakikî ittihadı sağlamaktır. Üç tane 1’in ayrı ayrı olması değil; aynı satırda, aynı çizgide omuz omuza olmasıdır cemaat olmak. Kişiye kıymet veren de budur, başkalarıyla bir bütün oluşturabilmesidir.

Peki, kimisi coşkun, kimisi sakin, kimi celâlli, kimi hassas; daha nice birbirinden farklı mizaç ve yaratılıştaki insanlar nasıl bir olabilir? Hangi hakikatler, zıtlıklardan, uyum içinde çalışan birlikler çıkartabilir?

Bu sorular zihnimizde olarak Risale-i Nur’u taradığımızda en evvel İhlâs Risalesi çıkıyor karşımıza ve dört hakikatiyle cevap veriyor: “Önce amelinde rıza-i ilahî olsun. Tenkit etme kardeşini, hem faziletfüruşluk yapmak da yok. Bütün kuvvetini ihlâsta bil. Kardeşinin faziletini de kendinde bil, iftihar et.” Bir de diyor ki: “İnsansın sen, unutursun. En az on beş günde bir oku beni.” İhlâs Risalesi sözünü bitirir bitirmez Uhuvvet Risalesi atılıyor söze: “Tarafgirlik, inat ve hasedin zararını bilmek istersen; altı veçhimi oku. Sen de diyeceksin elbet; evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.” Uhuvvetin verdiği dersle imanın bizi kardeş yapmasının güzelliğini tadıyoruz ve birkaç düstur çıkarıyoruz kendimize.

Derken fedakârlık çağırıyor: Biraz da bana bak, bilmez misin ben olmazsam yürümez işler? Hakikaten görüyoruz ki, nerde bir birlik ve cemaat varsa orada hakkından ferâgat edenler var. İki tarafın da kendini haklı gördüğü ve zerre miktar hakkından taviz vermediği bir ortamda birlik olabilmek mümkün mü? Hâlbuki bilsek; verdiğimiz ve feda ettiğimiz kadarı bizimdir. O hâlde yaşasın fedakârlık ve yaşasın cemiyetin iman selâmeti yolunda âhiretini dahi feda eden hakikî fedakârlar!

Yazının devamına dergimizin Kasım sayısından ulaşabilirsiniz…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*