Yaşamak denemeleri

Gelin, bugün biraz yaşamanın renklerini kurcalayalım. Şiirlerle kurcalayalım; kısa kısa, uzun uzun… İnce bir dokunuşumuz olsun yaşamaklara.

Konuştu; konuşacağı kadar.
Sustu; susacağı kadar.
Yaşadı; yaşamak ne ise…
Yaşamak bir şiir ise: Hece, aruz, serbest…
Ve iç içe mevsimler…
Gece gündüz iç içe…
Tam unuturken yaşamayı bir yıldız göz kırpsa.
Tam unuturken misafirliği: ‘Hoş geldin!’ diye bir ses duysam.
Tam unuturken yaşamayı bir rüzgâr alnımı okşasa.
Tam unuturken yaşamayı aynalar gözlerimin içine baksa: ‘Şşşt nereye; kendinde misin?’ diye.
Tam unuturken yaşamayı bir gelinciğe misafir gitsem.
Tam unuturken yaşamayı bir mezarlığın yolunu tutsam.
Tam unuturken yaşamayı bir çocuk gülse…

Yakında; çok yakında bir mevsim gibi dönecek; beklediklerim. Bir bulmaca gibi çözülecek sırlar. Elimizde adres; sokak sokak gezdiğimiz ve nice ohlandığımız, ahlandığımız günleri anacağız. Ahlandıklarımızın yerine ohlar kalacak. Ohlandıklarımızın yerine ahhlar kalmasın.

Şafak yaşında kuşlar,
Kanatlarında hafifliği sabahın…
Serin bir türkü dillerinde…
Sabahın aynasında masal rüzgârlar.”

***

“Konuştuğumu görmüşler aynalarla,
Kendi kendime, öyle, şaşırıp kalmışlar.
Konuştuğumu görmüşler kendimle; gülmüşler.
Kendileriyle konuşamayanları gördüm;
Kendi kendilerine duvar örmüşler, ölmüşler.”

Sabah seslerini dinler misiniz?

Geçenlerde bahçeye indim. Arılar… Aman Ya Rabbi! Vızır vızır… Bir çiçekten bir çiçeğe… Bakalım sabah seslerinde neler varmış. Çok da… Çok azını duyar yazarlar, şairler, kulağını verenler… Birçoğu kalır öyle; dinleyebildiğiniz kadar, yazabildiğiniz kadar, duyabildiğiniz kadar.

Hayatı nasıl kucaklayacaksınız? Kocaman, bu sonsuz hayatı? Azıcık bir kısmını şöyle bir tutsak, koklasak, okşasak! Hayatla yüz yüze gelmenin güzelliğini bir bilsek, canımız bir ân sıkılmaz.

Canı sıkkın bir “arı” gören var mı! Kahvaltıya geliyorlar; ölmesinler diye kovuyorum, ama yine geliyorlar. Bir yere konup ölmesinler diye, orada çırpınmasınlar diye… Zavallı arıcıklar… Kaçını ölümden kurtardım böyle; biliyor musunuz! Balın içine dalıyor; çıkamıyor zavallı! Neyse yardım ediyorum. Geçenlerde birini kurtaramadım. Geldi, salatanın suyunda boğuldu.

Her an hayrette olun. Bir karıncayı şöyle bir inceleyin. Ufacık bir karınca, ağzına bir şey alıyor ve aceleyle gidiveriyor.

“Sabahın sesleri var, akşamın sesleri…
Bütün vakitlerin seslenişleri var;
Duyana!
Yıldızlar var, görene…
Görene; köre ne?”

Bakalım sabahın seslerinde ne varmış:
“Sonunda sabah oldu.
Biliyorum.
Ellerim üşüdü.
Ürperir gibi oldu ruhum; birden bire doğdum!
Sonunda sabah oldu.
İstanbul’u kanatlandırdı ezanlar.
Kalkalım; sabahın hatırı var.
Sonunda sabah oldu.
Kuşların, uyanmışların saltanatı…
Kışların, karanlığın adını unuttun.
Sabah buğulu bir sevgili…
Sonunda sabah oldu.
Kışlar bahar olur ya!
Bir ölüm gibiydi gecenin perdesi…
Dirilmek, uyanmak gibi ya!”

Günde kaç mevsim var? Bütün mevsimler; değil mi: İlkbahar, yaz, sonbahar, kış… Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı…

Yazının devamına dergimizin Kasım sayısından ulaşabilirsiniz…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*