Göründüğü gibi değil

Bir kitapta görmüştüm, yeryüzünden gökyüzüne kadar uzanan bir asansör vardı. İstediğin katta durabildiğin bir asansör üstelik. Öyle bazı kurumlardaki gibi tek sayı, çift sayı olayı olmadan. Ben troposferde duracağım, sıfırdan başlamak istiyorum çünkü. En baştan başlayayım ki, sona doğru herhangi bir olay, bir şey çıkarsa bağdaştırarak çözümleme yapabileyim. En başın Troposfer olduğuna emin değilim, ama şu an pek de araştıracak durumda değilim. Ha bu arada söylemiş miydim; oturarak çıkıyorum. Asansörün içinde bank var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi yazıyor üzerinde, ama ben Malatya/Doğanyol’dan attım ilk adımımı. Elimde kayısılar, kurutulmuş dutlar birtakım an’anevi yiyecekler vs. Nasılsa acelem yok, hem etrafı izliyorum hem yiyeceklerimi termosumdaki çayımla birlikte gömüyorum.

“Dııııııg! TROPOSFER’e ulaştınız, lütfen evhamlı olmadan ininiz, zira biz sizi indirmesini biliriz” şeklinde çocuk sesleri geliyor hoparlörden. Ses var görüntü yok, ama eminim çocuklar çok şirinler. Bu sese insan nasıl evham yapsın. Yayında ve yapımda emeği geçenlere teşekkür edip zıplayarak asansörden iniyorum. Ve coğrafî bilgimin zaten sınav dönemleri yaptığım netlerden de belli olduğu üzere cidden sıfır olduğunu görüyorum. Çünkü Dünya’dan uzaklaşmışım. Ama dünyaya en yakın katmandayım. Yuh! Yalnız ben bayağı Dünya’nın dışındayım şu an. Bazen şehir dışına çıkmak için bile ailemden bir ton izin almam gerekirken şu an haberleri olmadan Troposfer’deyim. Yokluğumu anlamaları kısa sürmese bari.

Zira çok konuşan birinin yokluğu hemen anlaşılır. Ancak terk ettiğim ortam da sessiz kaldığı için bir miktar kafa dinlemek isteyebilirler.

Burayı çok sevdiğim ve uzun kelimeleri sevmediğim için Tro diyeceğim. Tro’da dolanıyorum, küçük bir erkek çocuğu bana doğru koşuyor, daha doğrusu elimdeki termosa. Hooop bir atıyor elini, eş zamanlı havaya kaldırıyorum kolumu.

“Geleceğini ve çay getireceğini biliyordum, o çayı bana vermezsen almasını bilirim” diyor. Yahu kardeşim, siz niçin böylesiniz? Bir rica etmeden konuşuyorsunuz, derken tak kapıyor termosu elimden. İki de iskemle sırtında, indirip kuruluyor.

–Otur abla otur hele, bi de şu kayısıyı ver, yoksa alması…

–Almasını bilir miyim abla, dersen vericem böceğim.

“Böceğim mi?” derken kapıyor zaten kayısıları da elimden. Çocukları çoğu zaman böceğim diye sevdiğimden öyle söylüyorum işte. Kayısıları hızlı hızlı ağzına atıp tek hamlede yutarken “Her katmanda karşına benim türevlerimden çıkacak ve seninle konuşacaklar haberin olsun” diyerek ayrılıyor yanımdan. “Bu, bu muydu yani! Hem ben belki diğer katlara çıkmayacağım” diyemiyorum. İsmini bile öğrenemediğim böcek iskemlesini almadan gidiyor benden. O sırada iskemlemin yanında neon ışıklı bir yazı beliriyor: “Göründüğü gibi değil, ayrıca Bismillah her hayrın başıdır!” diye. Bismillah, deyip kalkıyorum iskemleden, n’olduğunu anlamadan. Bu sözü dışı kara kaplı olup içi rengârenk güzelliklerle dolu olan defterime not ederek başlığımı ekliyorum: Tro’da bi not vardı.

Bir yandan gümbür gümbür sesler geliyor. Meteorolojik olayların burada gerçekleştiğini hatırlıyorum. Bal gibi de göründüğü gibi işte, diyerek asansöre dönüyorum. Biliyorum, şimdiki durağım Stratosfer. Buraya da Star diyeceğim, bakalım göründüğü kadar star mı, diye geçiriyorum içimden. Uçan kuşlar martılaaar, yeşil tatlı bir bahaaar, gülen şen sevdalılar vardııı, nidalarıyla çıkıyorum 2. kata.

“Dıııgg! STRATOSFER’e pek hoş olmasa da geldiniz, lütfen meşgul etmeden ininiz!” diyor, yaşının biraz daha büyük olduğunu tahmin ettiğim çocuklar. Bu sefer karşıma birinin çıkacağını bildiğimden ilerlemeden bekliyorum. Bu hadisenin hemen neticesine varmak ister gibi bir hâlim var, sabırsızım. Gerçi mütemadiyen böyle. O arada havayı tuttuğundan, hava kirliliğinin de kalıcı olduğundan ötürü etrafın hafif dumanlı olduğunu görünce Stratosfer’e, “Hiç de star değilmişsin be kardeşim” diyorum.

“Star, ama sen görmüyorsun” diyor arkamdaki ses. Diğer böceğe benzemiyor, ama elinde termosum var. “Senin termosunla benim iskemleyi takas edeceğiz” diyor. Ama bu senin değil ki, Tro’daki böceğin diyorum. “Abla bak, Dünya’dan uzağız ya hani, ben büyüyorum hemen haberin yok” derken üslubundan bizim böcek olduğunu anlıyorum. Etrafta yaldızlı bir yazı ararken “Şükür etmek asiliğin önlemidir” diyerek ayrılıyor yanımdan. Yine hemen ayrılıyor. Ama bana, sana bir karşılık verme payı bırak be böceğim. Bu kez star olmayan kirli âlemde, star ve temiz bir cümle söyleyerek gittin, hakkını yemeyeceğim. Şimdi n’olduğunu Mezo, yani Mezosfer’de anlarım, iyi ki sıfırdan başlamışım, diyerek asansöre dönüyorum. Tro’ya kaptırmadığım bir kuru dutlarım kalmıştı. Elimi torbama attım bu sefer, avuç avuç gömdüm. Böceğin yaptığı gibi tek hamlede yutamayınca tabiî normale döndüm. Keşke evde yaptığım gibi dutları kaynatıp suyunu içme, kalanları da yeme imkânım olsaydı, diye düşünüyor, bankta bağdaş kurup etrafı seyrediyordum ki, “Dııııgg! MEZO’ya hoş, ama boş gelmediniz. Dilediğiniz vakit inebilirsiniz” diyor genç bir ses. İNEBİLİRSİNİZ mi? Bir dakika yaa, deyip saniyesinde iniyorum. Kibar oldular, bana karşı ricada bulundular, diye gülümsüyor ve bizim böceğin delikanlı türeviyle elindeki pankartına denk geliyorum. Pankartta “Tefekkür etmek Allah’ı anlamaktır” yazıyor. Bu sefer muhabbet etmeden, kayısıları yuttuğu gibi tek hamlede söyledi cümlesini. Star’da iskemle ve termosu takas etme fikrini kabul etmediğimden iskemleyi açıp kuruluyorum. Delikanlı böcek de termosumdan çay doldurarak “Sen seversin, içerek düşün” diye bir bardak uzatıyor. Çayı sevdiğimi yanıma termos aldığımdan anlamış olamaz değil mi, diye çok saçma bir şey düşünüyorum. Nedense bu kibarlığa karşı teşekkür etmeden, “Şey, bir de bir şeker versen mükemmel olur” diye karşılık veriyorum. Çengel bir bulmacanın içerisindeymişim gibi hissediyordum kendimi. Keşke anagram bulmaca olsaydı daha kolay çözerdim, diye yakındım. O an anladım ki kafam hercümerc. Salt düşün diyorum Merve. Bu keşmekeşliği salt düşünerek de çözersin. (Çünkü bu düşünce geçmişime dayanan bir tecrübeydi.) Kara kaplı defterimi çıkarıyor ve baştan aşağı sıraladığım cümlelere bakıyorum.

1) Göründüğü gibi değil, ayrıca Bismillah her hayrın başıdır.
2) Şükür etmek asiliğin önlemidir.
3) Tefekkür etmek Allah’ı anlamaktır.

Allah Allah! Sanki bu sözler bana daha önce okuduğum bir kitabı anımsatıyor. Hatta okuduğum bir kitaptan not ettiğim sözleriiiii, derken zamanında bir kenara not ettiğim, ama tekrarını yapmadığım için unuttuğum kitabı hatırlıyorum. Ve tekrarın önemini bir kez daha aklımda kalan şu cümleyle tescilliyorum. “1 günde 10 ekmek yemek mi, 10 günde her gün 1 ekmek yemek mi? Başta Bismillah zikirdir, ahirde Elhamdülillah şükürdür. Ortada her şey kendisine muhtaç olduğu hâlde kendisi hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah’ı düşünmek ve iyice anlamak fikirdir.” İşte bu sözler, İman ve Küfür Muvazeneleri kitabımın Birinci Söz’üne aitti.  Asansöre bindiğimden beri çeşitli evrelerden geçen bu böcek beni görüyor, duyuyor, bana yardımcı olmaya çalışıyor ve hep yanımda oluyordu. Derken böcek geldi.

–Evet abla, işte Mezosfer, yani senin tabirinle Mezo’dayız. Seni buraya getiren vesileler anlık da olsa doğruluğa, gerçekliğe kavuşturacak düşüncelere yöneltti. Ve beni sana Allah gönderdi.

–Hâlbuki yeryüzünden gökyüzüne kadar uzanan bir asansör olduğunu duyduğun bir kitap bile yoktu. Ancak sen tahayyül ettin, içerisinde olmak istedin. Rabbim de sana derk ettirdi. Sen dünya âleminde gördüklerini bile düşünüp derk etmezken, dünya dışına çıkmak istedin. Tüm meteor olaylarının yaşandığı Termosfer’e gelerek ‘bal gibi de göründüğü gibi’ dedin. Her kar tanesinin bir miliminin bile eş derecede olup birbirlerine çarpmadan yere düştüğünü bilmeden… “İnsanlar ümitsizliğe düştüklerinde yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan da O’dur. O, kullarını gözetip koruyan ve her türlü övgüye lâyık olandır.” (Şûrâ Sûresi: 28) âyetini bilmeden…  Hidrojen ve oksijen gibi iki basit maddeden birleşen suyun çeşitli hizmetlerde ve sanatlarda istihdam edildiğini bilmeden…

–Sonra Stratosfer’e gelerek tüm havanın burada tutulduğunu gördün. Konuştuğumuz her şeyin havaya gittiği ve ahiret gününde karşımıza çıkacağı gerçeğini… Senin şu an bile kayıt altına aldığın bilgileri, hâşâ Allah nasıl kayıt edemesin?

–Ve en sonunda Mezosfer’e geldin. Bu katmanda da baksaydın şayet sürtünmenin yüksek olduğunu ve göktaşlarının sürtünmeyle buharlaşarak kaybolacağını görecektin.

–Velhasıl-ı kelâm. Allah ihtiyacına binâen seni bu hadisenin içine soktu. Ve sen hep bir imtihandasın. Her an. Nefes aldığın her an imtihandasın. Bu yüzden her işine Bismillah ile başla, başla ki beraberinde gelecek güzellikler olsun. Bu asansöre bindiğin için döndüğünde belediyeye teşekkür etmeyi düşündüğünü biliyorum. Peki sana bu canı verene teşekkür etmeyecek misin? Bu nankörlük olmaz mı? Bu yüzden şükür et, şükür et ki asiliğini önleyebilesin. Ve son olarak tüm bunları düşün, tefekkür et, tefekkür et ki baktığın her yerde Allah’ı görebilesin. Gördükten sonra da Allah’ın izniyle mânevî yolda ilerleyeceksin. Hem belki Kemosfer -ki sen buna Kemo dersin- sınırını aştığında patlayan uçaklar gibi duygu yoğunluğundan bir patlama yaşayıp sonsuzluğa erişirsin kim bilir… Sen yeter ki bakmak iste.

–Unutma, göründüğü gibi değil!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*