Tarla kuşu

Gözleri uzaklara dalmıştı, kim bilir neler düşünüyordu. Oturduğu koltuğun içindeki hâli, sanki mâzisine gömülmüş hissini veriyordu. Etrafında neşe içinde gülüp koşan torunlarının çocukları, pelit ağacına sıçrayan sincaplar, erik ağacına toplanmış sanki konser verircesine öten kuşlar, onun dikkatini çekmiyordu.

Eskiden böyle değildi. Gördüğü her şey onu heyecanlandırır, fırsat bulursa hemen yazıya dönüştürür ve sevdikleriyle paylaşırdı onları. Hatta onun bu yönünü bilen dostları “Azizim, sen bunları kitap yap” derlerdi. O da güler geçerdi.

Şimdi ise sayısını hatırlamayacak kadar kitapları ve dostları vardı. Ama nedendir bilinmez, her şeyi bırakıp, sanki bu pelit ağacının altındaki evinin verandasında yaşamak istediği bir şeyler vardı. Kim bilir, belki de geçmişi?

Yaşadığı yer itibariyle gençlerin, hatta birçok kişinin sıkıldığı yerlerden biriydi burası. Çünkü teknolojiye erişmek mümkün değildi.

Telefon konuşmalarının bile zorla yapıldığı bir yerde mutlu olmak kolay değildi. Buraya gelen kişilerde teknolojik yaşamdan uzaklaşmak arzusu olması gerekirdi. Değilse durulmazdı buralarda.

Bir gün uzaktan gelen bir dostunun, “Burada sıkılmıyor musunuz?” sorusundan sonra düşündü sıkılıp sıkılmadığını. “Neden sıkılayım ki? Her gün yeni bir gün, diye bakıyorum. Aynı günü yaşamıyoruz ki” deyince, şaşıran dostu “Maşaallah” dedi. Düşündü, beni bu duyguyla baktıran ne, diye. O zaman daha iyi anladı, Risale-i Nur’un ona ne çok şey kattığını.

Tebessümle “Elhamdülillahî hâzâ min fadli rabbi” dedi. Risale-i Nur, insanın bakış açısını olumluya çeviriyor, böyle bakan insan mutlu oluyordu. Böyle düşünen biri neden gömülmüştü mâziye? Niye etrafındakilere duyarsızdı? Herkes bunu merak ediyordu.

Uzaklara dalan bakışlarını, yanına gelip “Nasılsın?” diyen bir sese çevirmişti. Bir anda bakışları değişti, yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi. Sanki bir canlanma başladı. Onu mâzideki hâlden çıkarıp bu güne taşıyan, eski bir dostla göz göze gelmesiydi. İki dost birbirlerinin gözlerinde kaybolmuşlardı. Uzun süren sessiz bakışlardan sonra hafifçe doğrulmak istedi, dostu yardım etti doğrulmasına. “Seni görmek için geldim. Hiç değişmemişsin, demek isterdim, ama daha mükemmel olmuşsun. O zaman da benim için farklı biriydin, şimdi de o farklılığın güzelliği sarmış her yerini.”

Tebessüm etti. Ellerini ellerine alıp, “Sen ancak beni yeni anlayabildin. Demek ki gururun biraz azalmış” dedi, gülüştüler. Onun konuştuğunu duyan evdekiler şaşkındılar. Gelen misafirin kim olduğunu daha çok merak etmişlerdi. Ama onu yalnız bıraktılar. Anladıkları, özel biri olduğuydu.

Birlikte mâzinin sokaklarında öylesine güzel dolaşıyorlardı ki, sanki resimlere bakıyor gibiydiler. Ayrılma vakti gelmişti. Ellerini öptü. “Gitmem lazım. Eşim ve çocuklarımın da seni tanımalarını isterdim. Fakat burada olduğunu bilmiyordum.” Güldü, “Telefon çekmediği için bilgi alamadım” dedi. İkisi de yüksek sesle gülmeye başladılar. “Sonra tanışırız” dedi ve devam etti. “Demek yurtdışında yaşayan biriyle evlendin ve orada yaşıyorsun. Bir çiftliğin var ve hayâlindeki kişi olmuşsun. Mutlu musun?” Dostunun gözleri karşıki dağlarda dolaştı. Derin bir nefes alarak pelit ağacına baktı. Sonra dostunun gözlerine… “O zamanlar kadar değil” dedi.

“İnsan gençliğinde bazı değerlerin farkına varamıyor. İçinde bulunduğu güzellikleri fark edemeyince zannediyor ki huzur uzaklarda, başkalarının yaşamı içinde. Onun için onların hayatına imreniyor. Keşke ben de onlar gibi olsam, diyor. Aslında içinde bulunduğunuz, yaşadığınız hayata belki de başkaları imreniyor. Gençlik işte, ben o zamanlar Avrupa derken, şimdi benim çocuklarım Türkiye diyor. İnsan nerde ve nasıl yaşarsa yaşasın, içinde bulunduğu hâlden güzellikler çıkarmalı. Güzel gören güzel düşünür, güzel düşündüğü için hayatından da lezzet alır, diye ifade ederdin hep. Doğruydu bu söylediklerin. Sen yıllar öncesinden bana güzel bir örnektin. Fakat o zamanlar bende gurur, inat diz boyuydu” deyince gülmeye başladılar. “Hatırlamam mı hiç…”

Uzaktan gelen dost devam ediyor konuşmaya. “O zamanlar bana çok güzel bir bakış açısı kazandırdın. Biliyor musun? Ben hep o bakış açısıyla baktım hayata, sana söylemesem de. Senin beslenme kaynağın Risâle-i Nur’du. Her şeyini ondan alıyordun. Hayata dair ne varsa hepsinin güzel taraflarını görüyordun. Ben de senden aldım bu bakış açısını. Şu anda ne kadar mutlu ve huzurlu oldum, aynı eski günlerdeki gibi. İyi ki köyümü ziyarete gelmişim, seni gördüm. Buralardan gittim. Evet, hayâllerimi yaşıyorum. Ama mutluluğum mâzideki fanusun içinde, onu da bir tek sen biliyorsun.” Bu sözlerin ardından sordu: “Siz ne zaman döneceksiniz?”

“Bak şu dağlardaki rengin değişimine, binaların arasında göremem bu güzelliği. Sonbaharda bu renk cümbüşünü seyredince, ruhum, kalbim, latîfelerim çok lezzet alıyor bu tefekkürden. İlkbahar kadar sonbahar da güzel. Bu güzelliği seyretmek gerek.”

“Eskiden de böyle derdin. Bana müsaade. Benim gözümle de bak. Bugün kalıp, seninle yaprakların renk değişimi ile gün batımını seyretmek isterdim. Ama maalesef uçağım gece, onun için kalamam. Kendine iyi bak.”

Gözyaşlarını tutamadı, ellerini tekrar öperek ayrıldı. “Allah’a emanet ol güzel yürekli dost” dedi. Arkasından gözünde yaşla uğurlayan bu yürek huzurluydu. “Hâlimle örnek olmuşum, haberim yok. Demek insan güzel ahlâk üzere İslâm’ı yaşar; bir de onu Risale-i Nur ile taçlandırırsa, diliyle bir şey anlatamasa da hâliyle örnek olabiliyormuş” diye düşündü arkasından bakarken, “Elhamdülillah” dedi sonra.

Yanına gelen torunu merakla, “Bu kimdi babaanne? Seni çok mutlu yaptı. Merak ettik” derken ailenin diğer üyeleri de yanına gelmiş, verilecek cevabı bekliyorlardı. Gözlerini ufuktan ayırmadan, “tarla kuşuydu” dedi.

“Kuş mu? Babaanne o gelen insandı, kuş değil.” Kendisini tebessüm ettiren torununun başını okşayarak, “Bazen sevdikleriniz kuş misali uğrar yanınıza” deyince torunu, “Babaanne bak ben de seviyorum seni. Kuş oldum” diyerek kollarını kanat gibi çırparak etrafında dönmeye başladı.

Babaannesini güldüren torunu, “Babaanne sana gülmek yakışıyor, hep gül olur mu? Gül, gül ki açılsın yüzünde güller” deyince annesi, “O ne güzel bir cümleydi. İşte bir yazar daha büyüyor” dedi ve hepsinin yüzünde güller açtı.

Yıllar geçse de bir dostun getirdiği mutluluk herkese sirayet etmişti. “Kişi sevdiğiyle beraberdir” Hadis-i Şerif’inin, daha Cennet’e girmeden dünyadaki versiyonu, kalbinde o sevgiyi canlı tutmasıymış. “Değil mi pelit? Söyle bana… Asırlardır ayaktasın. Kimler geldi geçti. Kimler senin gölgende dost oldular. Kardeş kaldılar. Hatıralar oluşturdular.” Kendi elleriyle ördüğü şalına sarılarak ayağa kalktı, gözleri pelitte ve onun dallarına konan kuşlarda idi. “Diliniz olsa neler anlatırdınız kim bilir…” Dağlara döndü.

“Her yıl seyrederim sizi. Yeşilin sarıya dönerken nasıl turuncu olduğunu, şimşir ağacın kırmızılaştığını, çamların yeşil kalışını… Bunların hepsi bir arada, iç içe olunca, artık tarifinden aciz kaldığım bir güzelliği, bir daha görmek nasip oldu. Elhamdülillah” dedi ve sanki sinemada film seyreder gibiydi…

Ayşenur Yaşar

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*