Kayıp

Kayıp, kayıp memleketlerin ellerinden, uçuyor başka medeniyetlere. Kayıp, her geçen gün, başkalarının ellerinde, gözlerinde ve kalplerinde yer ediniyor. Kayıp, her kayboldukça, değerinin artması, anlamının derinliği ve kıymetinin ölçüsünü daha yakîn bir şekilde idrake sevk ediyor. İnsan, bir kaybı olmadan, düşüp kaymadan, yokuş aşağı yuvarlanmadan nedense anlamaz, kaybettiğinin değerini ve ölçüsünü. Sanki kazandırılanlar bir ömür boyu kendisine zimmetlenmiş ve demirbaş listesi hâlinde koruma altına alınmış bir şekilde yaşar. Elbette bu demek değildir, insan varlığı kaybedemez. Elbette kaybeder. Malda mülkte, anada yarda, belki de kendinden geçip serde kaybeder. Belki de candan geçer, can kaybeder. Belki Cennet’i, belki memleketi, belki her şeyi, ama her şeyi.

Kayıp diyorum, eğer kalkarsa ve kaybedersek onu, bir daha bulmamız çok zorlaşır, meşakkatli ve hüsran içinde bir yolculuğu tercihe zorlar hepimizi. Kaybın değerini, kıymetini ve külfetini anlamayan bir millet ve bir insan, ne insan, ne millet ne de bilinç sahibi olabilir. Bu kayıpta, ayıp kavramı da kalkmışsa eğer, hüsran ve hezimetin eşiğinde dolaşıyoruz anlamını taşır. Bu anlam her derinleştiğinde deşilir, deşildikçe kahır ve isyana sürükler. Girdapların, dehlizlerin ortasında, hürriyet, hayat adına ve en önemlisi adalet adına milletçe kazanılan ve çekilen her kürek kırılır, kırdırılır ve pes etmeye yönlendirir. ‘Hayır önemli değil, zaten bir kayıp adası var, bütün kaybedilenler o adada yaşıyorlar, ne zaman kayıplar çoğalırsa gerekli olanları yine hırçın dalgalara rağmen alır getiririz memlekete’ diyorsanız yine yanılıyorsunuz.

Bahsettiğim kayıplar, maddî olmayanlar, madde ile ölçülemeyen ve değerlenemeyen şeyler. Eğer onlar memleketten ayrılır ya da bizler bu memlekette onları kaybedersek ve kaybı memlekette tamamen kaybedersek ve kayıplar da kendini sırra kadem basıp kayıp ettirse. İşte o zaman…

Kayıp, kaybolmadan, toprağa girmeden, ölmeden evvel ellerinden tutmalıyız, memlekete, millete geri getirip yüceltmeli ve tekrar çocuklarımıza-gençlerimize kayıplarını anlatıp, buldurmalıyız. Bunları yapamazsak eğer, adımız, şansımız, millet ve memleketimiz “kayıp şehir” olarak tarihin derinliklerine sürgüne çıkacaktır. ‘Buraya kadar’ demeden, ahlâkî, dinî, dünyevî, siyasî, hukukî kazanımlarımızı kaybetmeden bir ‘dur’ demeli. Tekrar  “insan” adına ve” insanlık” adına kaybolanlara ve kaybın kendini kaybetmesine engel olmalıyız.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*