Hat san’atı kutsal bir san’at, hattatlık ise mukaddes bir vazife

Tarih gösteriyor ki, insan duramıyor san’atla uğraşmadan. Bu uğraşıdan Müslümanlar da nasibini almış ve İslâm coğrafyası yüzyıllar boyunca san’atın ve san’atkârın beşiği olmuş. İslâm ve san’at denilince akla ilk gelenlerden “hat” san’atını Dr. Bilal Badat’la konuştuk. Badat, san’atın hem icrası hem tarihi hakkında uzman bir isim. Röportajımızda kendisinin bazı eserlerini de bulacaksınız. Keyifli okumalar dilerim.

Öncelikle sizi tanıyalım. Bilal Badat kimdir? Ne yapar?

Yapılan son araştırmalara göre Bilal Badat, Londra/İngiltere’den, 30 küsur yaşında İngiliz Asyalı Müslüman bir erkek. Bilal Badat’ın kim olduğunu anlatmak için bu tür bürokratik tanımların dışında ne söyleyebilirim, emin değilim. Ancak Bilal Badat zamanının çoğunda ne yapar, onu anlatabilirim.

Üniversitede san’at tarihi, özellikle İslâm, Osmanlı ve Rönesans San’atı ve Mimarisi dersleri veriyorum. Şu anda Tübingen Üniversitesi İslâm İlahiyat Fakültesi’ndeyim. Lisansımı Londra Üniversitesi, SOAS’ta San’at Tarihi ve Arkeoloji alanında, yüksek lisansımı Oxford Üniversitesi İslâm San’atı ve Arkeolojisi’nde tamamladım ve Prens Geleneksel Sanatlar Okulu’nda (Prince’s School of  Traditional Arts) Osmanlı hat san’atında stil ve pedagoji kavramı üzerine doktora tezimi yazdım. Araştırmamın bir parçası olarak beş yılı aşkın bir süre İstanbul’da usta Hattat Efdaluddin Kılıç’ın gözetiminde hat çalıştım.

İslâm geleneğinde hat san’atının yeri nedir?

İslâm tarihi boyunca Kur’ân, çok geniş bir sosyal, dinî ve politik bağlamda çeşitli san’atsal tepkilere ilham kaynağı olmuştur. Bu bireysel tepkiler, sıra dışı güzellik, güç ve ihtişamda eserler ortaya çıkarmak için zaman ve mekânda birlikte gelişen hat, tezhip ve ciltçilikten oluşan san’atsal üçlemede birleşti. Bu san’at formlarından hat, zanaat geleneklerinin estetik, epistemolojik ve mânevî hiyerarşisinde diğer tüm san’atsal geleneklerin yerini alarak İslâm toplumunda en yüksek mevkiye yerleşti. Hat san’atının bu yükselişi ve İslâm geleneğindeki önemli yeri birkaç sebebe dayanıyor. Evvela hat, Müslümanlar tarafından Allah’ın gerçek sözü olduğuna inanılan Kur’ân-ı Kerîm’i kaydetmek, korumak ve methetmek için san’atsal bir araçtı. Hat san’atının önemi, Kur’ân-ı Kerîm’de “kalem”den bahseden ve “kalem”in insanoğluna Allah’ın bilgisini iletmedeki vazgeçilmez rolüne işaret eden âyetlerle de temin edildi. Bu Kur’ân âyetleri, güzel yazının pek çok nimetlerini ve erdemlerini sarahaten tasdik eden ve belirten birçok hadisle desteklendi. Neticede hat san’atı kutsal bir san’at, hattatlık ise mukaddes bir vazife olarak itibar gördü.

Hat san’atı nasıl bir mekanizmaya sahip, açıklayabilir misiniz?

İslâm coğrafyasında gelişen geleneksel san’atların çoğu gibi, hat da farklı şekillerde işliyor. Öncelikle bu bir yazı, dolayısıyla amaç okunması. Hat san’atı ile öncelikle Kur’ân, hadis ve diğer dinî metinler yazmaya adandı, bu metinlerin içeriği inananları Allah’a yakınlaştırmayı amaçlamıştır. Başka bir düzeyde, hat san’atının, imgeye, güçlü bir sembole benzeyen nitelikleri vardır. Okunamaz olsa bile, bu çizgilerin ve formun kutsal bir şeyi sembolize ettiği konusunda bir farkındalık vardır ve bu sebeple bazıları için sadece ona bakmakla onları Allah’a yakınlaştırır, bazıları içinse kötülüklerden koruyucu ve tılsımlı özellikleri bile olabilir. Ve tabiî ki, güzelliği ile ilgili bir estetik derecesi de var. Bu estetik seviye, bir asra yakın bir zaman İslâm alimleri tarafından tartışılmaktadır. Bazıları için bu seviye salt dekoratiftir, güzel yazıya bakanları etkilemek ve dünyevî zevke teşvik etmek içindir. Bazıları içinse tam tersidir; bir İslâm san’atı eserinin, onu temâşâ edenlerin mânevî bir tefekkür hâline ilham verdiğine inanırlar. İkinci görüşe daha yakın olduğumu söyleyebilirim. Tarihî kaynakları incelediğimizde, şahısların güzel san’ata bakmaktan dünyevî bir zevk aldıklarını ve birçok şiir ve metnin güzel obje ve yapılara övgülerden meydana geldiğini çok net görebiliriz. Fakat aynı zamanda, İslâm san’atında, Allah’ın cemâlini yansıttığı, belli dinî veya mistik mefhumları sembolize ettiği veya bir taaccüp hâlini uyandırdığı için objeler ve yapılardan bahseden kimseleri de görüyoruz. Bence tarihsel olarak hat san’atının rolü ve genel olarak geleneksel zanaatları; Yaratıcı’nın ihtişamını, haşmetini, güzelliğini ve yaratılmış olan bu kâinatı yansıtmak (taklit etmek değil) için bir estetik değer ve güzellik arayışı olmuştur.

İslâm tarihi boyunca zanaatkârların bu dur durak bilmeyen arayışları nesne ve yapılardaki bu olağanüstü çeşitliliğe yol açmıştır. Bu sanatkârlar kalplerinin derininde bilirler ki, hakikî mükemmellik yalnızca Allah’a mahsus olduğundan, öylesi bir mükemmelliğe asla erişilemez. Fakat bu mütemâdi çaba, hat san’atının zaman içinde gelişmesine sebep olan şeydir. Bu nesnelere gerçekten bakan ve çalışanlar, bu güzellik arayışında bir şeyler hissedebilir ve Allah’ın nurunun yansımasını bu eserlerde sezebilirler. Bunu başarabilmek için, zanaatkâr, san’atta olduğu kadar mâneviyatta da belli bir seviyeye ulaşmış olmalıdır.

Tabiî ki bu sanatkârların salt güzelliğin kendisi uğruna veya hamilerinin estetik zevklerine uygun güzel nesneler yapmadığı anlamına gelmiyor. Daha ziyade söylenen, insanların zamanla İslâmî san’atlarda çok çeşitli anlamlar ve değerler buldukları ve bunların en önemlilerinden birinin hem gözleri hem de ruhu besleyecek bir güzellik bulmak olduğudur.

Osmanlı sultanları hatta büyük hizmet etti

Bugün hat san’atının durumu nedir?

Bugün hat san’atı, hayatlarını bu geleneksel san’at formunu mümkün olduğunca çok öğrenciye öğretmeye adayan Hasan Çelebi gibi büyük ustaların çabaları sayesinde bir canlanma yaşıyor. Müslüman dünyada son zamanlardaki sosyo-ekonomik eğilimler sebebiyle hattatlar bu zanaattan iyi bir yaşam sürebiliyor ve dünya genelindeki sergilerin gösterdiği üzere hatta karşı artan bir ilgi var. Hat, 1400 sene önce ne idiyse şu anda da o; hâlâ temelde Allah’ın sözlerini methetmeye adanmış bir san’attır, fakat farklı formlar almıştır. Ve bu durum geleneksel san’atların ve zanaatların değeri kaybolmadığı sürece kutlanmalıdır.

“Kur’ân Mısır’da okunur, İstanbul’da yazılır” sözü hakkında ne düşünüyorsunuz? Daha önce duymuş muydunuz?

Evet, sözün tamamı; “Kur’ân Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı”. Bu ifade en iyi hafızların Mısır’da, en iyi hattatların da İstanbul’da olduğuna atıf yapıyor. Tarihî olarak, en olgun eserlerin üretildiği yer İstanbul’du ve bu şehir her zaman eserleri stil ve kalite modeli olarak diğer büyük Osmanlı şehirlerine ihraç edilen en ünlü hattatların ana vatanı olmuştu. Osmanlı sultanları İslâm san’atlarının tarihine, özellikle de hatta büyük hizmetler etti. Sadece hat çalışmakla kalmadılar (sultanlardan bir dizi ünlü hattat da vardı: Sultan III. Ahmed, Sultan II. Mahmut ve I. Abdülhamit gibi), aynı zamanda hattatları himaye ederek bu zanaatın saygıdeğer bir pozisyona yükselmesini sağladılar. Kuşkusuz bu durum Kur’ân ve hat arasındaki bağdan kaynaklanıyordu ve bu bağ hat sanatının hiç kaybolmayıp gelişmeye devam etmesinin sebebi oldu. Çünkü hattatlar bu zanaatın inançlarına hizmet etmenin bir yolu olduğunu hissetti. Günümüz hattatları padişahların ve eski hattatların çaba ve çalışmalarına çok saygı duyuyor. Bunlar Hamid Aytaç, Necmeddin Okyay ve Mustafa Halim Özyazıcı gibi, hat san’atı meşalesini Osmanlı döneminden günümüz Cumhuriyet dönemine taşıyan insanlardır.

Neden hattat olmayı seçtiniz? Hattat olmak sizin için ne anlama geliyor?

Ergenlik yıllarımda bir arkadaşımla Londra’daki Britanya Müzesi’nde bir sergiye gitmiştim. Orada Üstad Hasan Çelebi ve bir grup öğrencisi bir açık gösteri yapmışlardı. O zamana kadar, ne geleneksel Osmanlı hat san’atını duymuş ne de gerçek bir usta tarafından yazılmış bir eseri görmüştüm. Bu üstadların inanılmaz yeteneklerini anlayabilmek için çok genç olmama rağmen, yetenekleri, özverileri ve edepleri beni cezbetmişti. Sesler, konsantrasyonları ve Kur’ân’ın çok güzel bir şeyle tezahür ettirebileceği gerçeğiyle mest olmuştum. O andan itibaren aileme hattat olmak ve bu hattatlar gibi eğitilmek istediğimi söyledim. Doktora yaptığım zaman Osmanlı hatlarındaki çıraklık yöntemi hakkında yazmaya karar verdim ve bu bana, bunu kendi kendime öğrenme fırsatı verdi. Verdiğim en iyi karardı.

San’atkâr olmak sizce neyi gerektirir? San’at insana ne katar, insandan ne ister?

İyi bir san’atkâr olmak için gerekli her şeyin iyi bir insan olmak için gerekli her şeyle aynı olduğunu söyleyebilirim; sabır, adanmışlık, fedakârlık, saygı ve her şeyden daha çok sevgi. Allah, Kur’ân, üstad ve san’at sevgisi. Bunların hiçbirisi Allah’ın yardımı ve bir üstadın varlığı olmadan gerçekleşemez. Ben her şeyimi kendi hat üstadıma borçluyum.

Çok büyük bir hattat ve aynı zamanda başka konularda da derin bilgi sahibi Efdaluddin Kılıç ile tanıştım. İcâzetimi 2017’de almış olsam bile her zaman onun öğrencisi olarak kalacağım. İyi bir hattat olmaktan çok uzaktayım ve kendime bir hattat diyebilmem için hâlâ öğrenmem gereken çok şey var. Kişinin iyi bir san’atçı olmak için ustasından öğrenmesi gerekir. Kişinin ustasına tam itimat duyması elzem; bu itimat, bu güven vasıtasıyla, kişi kocaman bir bilgi dünyasıyla karşı karşıya kalıyor. Ben sadece yazılarını taklit ederek, onu gözlemleyerek ve karakterini örnek almaya çalışarak iyi bir öğretmen, iyi bir hattat, iyi bir öğrenci ve iyi bir insan olmak hakkında çok şey öğrendim.

Allah onu ve hayatlarını bu güzel geleneğe adamış tüm hattatları muhafaza ve himaye etsin. Âmin.

Çeviri: Melike Nursultan Akkaya

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*