Sokakta bağırılmaz!

Herkese merhabalar çok sevgili Genç Yorum okurları! N’abersiniz? Beni soracak olursanız, çok iyiyim. Geçen dönemin sonunda “Bu dönem çok çalışacağım, en önde oturacağım, derslerde not alacağım” demiştim. Nihayet üniversitenin son döneminde bunu başardım.

Bütün derslerime vaktinde çalıştım, ödevlerimi yaptım, bir yandan işe gittim ve 2 hafta sonra başlayacak olan vizeler hakkında çok fazla endişelenmeden hayatıma devam ediyordum ki, bütün hocalar bütün projeleri ve sunumları yine son dakika ve aynı anda haber verdiği için bütün cinlerim tepeme çıktı! Staj var ona etkinlik mi hazırlayacağım, ödev var onu mu yapacağım, okulda yapacağım sunumlara mı çalışacağım… Her şey birbirine girmişti. Üstelik alttan iki dersle birlikte tam 8 ders alıyordum ve “Okulum bu sene bitmese Dünya’nın sonu mu gelir?” diye düşünmeye başlamıştım.

Tam da ihtiyacım olan vakitte okullara ara verildi ve bütün televizyon kanallarında ve sosyal medyada yetkililer “Evlerinizden çıkmayın, kimseyle görüşmeyin, sarılmayın, tokalaşmayın” çağrıları yapıyor. Ya Rabbim, insana hiç beklemediği bir vakitte hiç beklemediği yerlerden kapılar açıyorsun. Ben sana nasıl şükretsem acaba? Tabiî bu izolasyonun sebebi zahirde çok da şükredilecek bir şey gibi durmuyor. Sonuçta bir pandemi söz konusu. Çok ciddi bir tehlikeyle karşı karşıyayız ve her birimize çok büyük sorumluluklar düşüyor. Elimizden geldiğince tedbir almalı ve ne kendimizin ne de başkalarının hayatını tehlikeye atmamak için evlerimizden çıkmamalıyız.

İşte tam da bu sebeple, Yenibosna’dan Çengelköy’e yine göç ettim ve ev ahalisi olarak bu süreçte bizi en iyi oyalayacağını düşündüğümüz işe giriştik; badana! Strese, sıkıntıya birebir gerçekten. Tek sorun camları kapıları arada bir açmayınca insanın başı dönüyor. Ne de olsa acelemiz yok, vaktimiz bol, o yüzden dinlene dinlene boyuyoruz evi.

Evime dönmeyi ve evimde zaman geçirmeyi en az dışarı çıkıp dolaşmak, yeni yerler keşfetmek kadar çok seviyorum. Yeni yerler görmeye ihtiyacımız var evet, ama ben bir o kadar da köklerime sıkı tutunmam gerektiğine inanıyorum. Pergel gibi düşünebilirsiniz. İğnemi bir noktaya sapladıktan sonra kendi çapımda istediğim kadar gezebilirim. Benim için o nokta yuvam, ailem. Hiç dışarı çıkmadan 3 hafta baş başa geçirdikten sonra adadan birilerini göndermeye çalışır mıyız bilmiyorum, ama herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest1 olduğu sürece iyiyiz bence.

Son bir yıl içerisinde pek çok farklı yerlerde ve farklı milletten insanlarla yaşamak bana çok şey kattı. İnsanlarla iletişimim zaten iyiydi, ama şimdi herkesi kendi şartlarında değerlendirmeyi de öğrendiğimi fark ediyorum. Ben böyle düşünürken bir yandan da üzücü şeyler de yaşanıyor tabiî ki. Mesela gelin size geçtiğimiz haftalarda yaşadığım bir şeyi anlatayım.

Olay tabiî ki Yenibosna’da, Suruç ocakbaşı caddesinde gerçekleşiyor. İşten çıkmış yürürken, ileride kaldırımda küçük bir kız çocuğunun avazı çıktığı kadar bağırdığını duydum. Ortada bağıracak hiçbir şey yoktu, kız merdivende oturmuş çok doğal bir şeymiş gibi bağırıyordu. Hiçbir şekilde anlam veremedim, ama yanından geçerken de gayriihtiyari kızla göz göze geldik. Benimle bakışınca bir anda sustu, ben tabiî ki yoluma devam ediyorum. Derken arkamdan bir adam bağırmaya başladı: “Sen nasıl benim kızıma bakarsın!”

Aldırmadım, yürümeye devam ettim, derken bu defa bana hakaret etti. Dönüp “Beyefendi ben size bir şey dedim mi, ne hakla bana hakaret ediyorsunuz?” dedim, ama “Sen ne hakla benim kızıma bakıyorsun!” diye daha çok bağırmaya başladı. Şok içerisinde arkamı döndüm ve adamın hakaretlerine aldırmadan yürümeye devam ettim. Gerçekten inanılmazdı.

Hürriyet, özgürlük, saygı; bütün bu kavramlar anlamını yitirmiş kimi insanlar için. Bunu staja gittiğim lisedeki gençlerde de hayretle gözlemliyorum. İnsanlar ve bilhassa gençler, artık saygısızlığı özgürlük, ahlâksızlığı da saygı duyulması gereken bir şey sanıyorlar.

Mesela o baba için çocuğunun o şekilde bağırması bizlere saygısızlık değil. Dahası benim o kıza sadece bakmam suç oluyor ve güpegündüz sokak ortasında hakarete maruz kalıyorum. Bu çocuk bu davranışlarla büyürse, yaptığı ahlâksızlıklar karşısında bir tepki aldığında ona saygı duyulması gerektiğini ve haklı olduğunu düşünecek. Çünkü o hiç hakkı yokken insanları rahatsız ettiğinde babası ona dönüp “Kızım sokakta bağırılmaz” demedi. Bana dönüp hakaret etti. Kendisi de bir kız babası üstelik. Benim de birilerinin kızı olduğumu, yumurtadan çıkmadığımı unutuyor herhalde. Bu bencillik, bu akıl tutulması beni gerçekten hayrete düşürüyor.

Görüyorum ki, insan ailesinden ve özellikle annesinden kulluğa ve insanlığa dair ne telkin alırsa, ne öğrenirse, fıtratının temelini o oluşturur: “Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda kat’î ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum: Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”2

Evet, bir eğitimci olarak da tefekkür ediyorum ki, eğitim gerçekten ailede başlıyor. Ebeveynlerin hak ve özgürlüklerle ve daha pek çok şeyle ilgili fikirleri, zamanımızda sosyal medya sebebiyle çok kolay yaygınlaşan bir takım yanlış fikirlerle değişiyor, yozlaşıyor. Gençlerin de çok rahat erişebildiği onlarca saçmalık zihinlerinde yer ediyor.

Çok basit görgü kurallarını bile akıl almaz bir rahatlıkla reddedip saygısızlık edebiliyorlar ve büyükleri tarafından aldıkları ikazlara da “Bana saygı duymak zorundasın!” şeklinde garip tepkiler veriyorlar. Yani biz her türlü saygısızlıklarına saygı duymak zorundayız, ama onlar hiçbir şeye karşı saygılı olmak mecburiyetinde değil. Böyle garip bir çelişki…

Bu işin içinden ben tek başıma çıkamam belki, ama en azından kendimi değiştirebilirim. Bence bu gayet yeterli ve büyük bir adım. Gelecek ay daha saygı dolu ve virüssüz bir dünyada görüşmek üzere, esen kalın!

Dipnotlar:
1) Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 178
2) Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 321

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*