Âyetle müjdelenen oruç

Musibetler bir bir sıralanırken… Tabiî bu sefer umûmî olarak hissediyoruz her birini. Elbette ki herkesin başına farklı hadiseler gelebiliyor, tek düze gitmiyor hayat. Fakat hepimizin başına geliyorsa bir hadise, ortak yapılan bir hata vardır.

İşte bu musibetlerle sanki “kâsi (katı) kalbime, asi ruhuma, gafil aklıma, mağrur vicdanıma, sakim düşünceme ‘tak’ diye bir tokmak vuruldu.”1

Bu sefer derinden bir giriş yaptık be Keçeli! N’apalım, mevzu derin. Engebeli ve taşlı yollarımız gibi, hayat gibi… Çünkü burası dünya, burası imtihan yeri.

Evet yolcuyuz ve de misafir. Yolumuzu düşünmeliyiz her daim. Burada yaptığımız gibi. Buradan sonra nereye gideceğimizi, sonraki ay nerede olacağımızı düşündüğümüz gibi gerçek hayatta da düşünmek lâzım. Yolun sonu ölüm de olsa, o da bir başlangıç.

Yolumuz karanlık olabilir. Fakat aydınlatmak için fırsatlar verilmiş elimize. Ne demiş Bediüzzaman:

“O karanlık yolda, zâd ile ziyâ ister. Halbuki Kur’ân haricinde hiçbir akıl ve hikmet ve hiçbir ilim ve felsefe o yolun zulümatını izale edecek bir nur ve o uzun sefere zâd olacak bir rızk vermiyor. Ancak onu ışıklandıracak yalnız şems-i Kur’ândan iktibas edilen ziyâdır. Ve o sefere zâd olacak, yalnız hazine-i Rahman’dır. Ve delalet-i Kur’ân ile ahzedilen gıdadır.”2

Fırsat bu fırsat ya, tam ekme biçme aylarındayız. Üç ayların en bereketlisi, şeâir-i a’zam Ramazan’dayız. Oruç oruç seyahat çekilir mi demeyin, aklınızı peynir ekmekle yemeyin! İftarı bekleyin. En güzeli!

Eveeet, seyahat dedik çıktık yola. Bu ticaret ayı eskiden nasıl oluyordu dersin? İftar odaklı mı ibadet odaklı mı acep? Ya da orucu neden tutarız ki biz?

Epey gittim senin için, benim için, hepimiz için. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin daha küçük yaştalar. Hz. Ali ile Hz. Fatıma oruç tutmaya niyetlenirler. Birinci gün, iftar vakti gelir. Fakat kapıda birileri var baksana. Görünüşe bakılırsa açlar ve ihtiyaç sahibi insanlar.

Hz. Fatıma hazırladıkları yemeği, o esnada kapılarına gelen yetimlere verdi. Ee n’olcak şimdi? İftar yok mu? Sanırım yok…

İkinci güne de niyetlendiler. Akşam iftar vakti yaklaşıyor. Fakat kapı çalıyor ve: “Allah için bir şey verin!” diyen fakir ve miskinlere verdiler gene. Bak sen şu işe. Aç bir şekilde o gece de iftar etmeden, üçüncü günün orucuna başladılar. O akşam dahi, kapılarına gelen esirleri boş çevirmemek için iftarlıklarını bunlara verdiler. Gerçekten çok garip. Fakat bunun üzerine, âyet-i kerîme iner:

“Bunlar, adaklarını yerine getirdiler. Uzun ve sürekli olan kıyamet gününden korktukları için, çok sevdikleri ve canlarının istediği yemekleri miskin, yetim ve esirlere verdiler. ‘Biz bunları, Allah-u Teala’nın rızası için yitirdik. Sizden karşılık olarak bir teşekkür, bir şey beklemedik, bir şey istemeyiz’ dediler. Bunun için, Cenab-ı Hak, onlara Şarab-ı Tahur içirdi.”3

Âyetin indirildiği bir iftar; adeta iftihar. Onlar kıyametten korkarak bunu yapıyorsa bizim neler yapmamız lâzım, bi’ düşünmek gerek…

Dipnotlar:
1) Barla Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 422
2) Nurun İlk Kapısı, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2010, s. 64
3) İnsan Sûresi: 7-9

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*