Karantinadan çok memnunum

Hepinize merhabalar çok sevgili Genç Yorum okurları! Nasıl gidiyor hayat? Son yazımdan beri hem çok şey değişti hem de hiçbir şey değişmedi. Değişmeyen şeyler korona sebebiyle evlerimize kapanmış olmamız. Değişen şeyler de içinde bulunduğumuz şartların daha da zorlaşması. Mesela ben bu yazıyı yazarken, bütün büyük şehirler ve Zonguldak’ta sokağa çıkma yasağı var. Az önce sokaktan ekmek arabası falan geçti, baya bildiğiniz yasak yani.

Hani çocukken her şeyin sizinle alâkalı olduğunu, dünyanın sizin etrafınızda döndüğünü zannedersiniz ya. Mesela benim erkek kardeşim Hamza, küçükken dünyayı Türkiye’den ibaret zannederdi. Amerika falan hepsi Türkiye’ye dahil gibi düşünün. Bütün çocuklara olur işte. Gördüğünüz, duyduğunuz her şey bir şekilde sizinle ilgilidir. Tabiî bu, o zamanlar dünyamızın küçüklüğünden kaynaklı olarak, zaten görüp duyabileceğimiz potansiyel her şeyin cidden bizimle alâkalı olmasından kaynaklanıyor olabilir.

Ve tabiî psikolojiyle de alâkası var. Egoizm küçük yaşlarda çok güçlü oluyor, buna bağlı olarak da yabancı dil öğrenimi kolaylaşıyor. Bunun konumuzla bir alâkası yok, ama okullar tatil edildiğinden beri bütün hocalarım, Titanik batarken keman çalan müzisyenler gibi ödev verdiği için, haftalardır sürekli makale ve rapor yazıyorum, aklım oraya kaydı bir an. Neyse bahsetmeye çalıştığım şey, bu hissiyatın, ne kadar büyürsem büyüyeyim peşimi bırakmamış olması. Bunun konumuzla ne ilgisi var derseniz, Zonguldak benim doğup büyüdüğüm şehir de ondan.

Bu virüs sürecinde ilk karantinaya alınan şehirlerden biri olması beni duygulandırdı. Çünkü bildiğiniz gibi Zonguldak, ülkemizde akciğer hastalığı sayısının en yüksek olduğu şehir. Çoğu vatandaşın geçimini sağlayan, kelimenin tam anlamıyla ekmeklerini taştan çıkarttıkları kömür madenleri, aynı zamanda onları öldüren şey.

Genel olarak her şeyi evden yapmaktan çok memnunum. Hele erken uyanmak zorunda kalmamak çok çok mutlu ediyor beni. Online dersler ve bana soluk aldırmayan dünya saçması ve yük olmaktan başka hiçbir işe yaramayan ödevlerim de olmasa, aslında şikâyetçi değilim evde olmaktan.

Tabiî ki sevdiklerimi çok özlüyorum, kimseyle görüşememek üzüyor beni de herkes gibi. Bir de aylardır evde ailemle olmak arada bir zorluyor. Neyse ki, biz zaten evde takılmayı seven ve okul dışında zamanının çoğunu evde bir arada geçiren bir aileyiz. Yani buradan, birbirimizde sevmediğimiz ve sinir olduğumuz huylardan dolayı çok fazla kavga etmediğimiz anlamını çıkartabilirsiniz.

Gönüllü karantinamızın ilk iki haftasında hiçbir şey hissetmedik diyebilirim. Bunu da annemin yoğun ısrarları sonucu bahar temizliği adı altında evi boyamamıza borçluyuz. Ablam ve ben evdeki tüm odaları tavanlarıyla birlikte tek başımıza boyadık. Alçı konusunda özellikle çok iyiyim, bunu da söylemek isterim. Badana bittikten sonra evde daha çok özgür zamanımız oldu.

Ben bu zamanı genelde evi düzenlemek, temizlemek ve sonra çayımı alıp oturarak geçirmeyi tercih ediyorum. Temizlik önlemleri dünya çapında artırıldığı için de baya mutluyum. Temizlik sevgimi takıntıya dönüştürmemek için hep direnmişimdir. Çünkü ben kendi başıma ne kadar takıntılı olursam olayım, sosyal hayatın bu kadar içindeyken bunu yüzde yüz başarmak çok zor olacaktı. Ve başka insanları rahatsız etme ihtimali de var.

Dolayısıyla yıllardır bu duyguma ket vuruyordum. Ama şimdi herkes temizliğin ne kadar önemli olduğunun farkında ve ne yaparsam yapayım, markete robokop olarak giden adam kadar rahatsız edici ya da dikkat çekici olmam mümkün değil. Bu yüzden karantinada en sevdiğim arkadaşım çamaşır suyu. Bunların klorsuzları falan çıkmış son zamanlarda, kullanmadım, kullanmam. O klor kokusu genzi yakacak arkadaş. Öbür türlüsüne temizlik demem. Özetle kendimi bu karantina sürecinde nimetin içinde hissediyorum diyebilirim.

Yıllardır elime geçen her fırsatta sürekli koşturmaktan, bir şeyler yetiştirmeye çalışmaktan, istediğim kadar uyuyamamaktan, evimde duramamaktan şikâyet ettiğimi eskiden beri beni takip edenler (ve aile kontenjanından okumak zorunda kalanlar) bilir.

Hatta şöyle söyleyebilirim, mesela burada 1 şikâyet ediyorsam gerçek hayatta 10 şikâyet ediyorum ve bu da ömrümün yaklaşık tamamını canımın istediğini yapamamaktan şikâyet etmekle geçirdiğim anlamına gelir. Şimdi ise her şey tam istediğim gibi.

Takıntı derecesinde endişeli ve vesveseli bir insan olduğum için bu süreçte baya zorlanacağımı düşünmüştüm, ama bütün dünya vatandaşları şu an benim normal zamanlarda da endişelendiğim şeylerle savaştığından dolayı “Tek mezun olamayan ben değilim” deyip epey rahatladım. Uzun lafın kısası, asayiş berkemâl.

Her ne kadar bu gibi mecralarda okurlarıma hayatımın en güzel, en komik, en hikâyeleştirilebilecek kısımlarını paylaşsam da her kul gibi ben de pek çok imtihan veriyorum. Kimi zaman çok zorlanıp bir daha toparlayamayacağımı düşündüğüm oluyor. Ama her defasında da imdadıma Üstadım yetişiyor. Bana her şeyin ya bizzat ya da netice itibariyle güzel ve hayırlı olduğunu hatırlatıyor. Dün bu, belki hayatımı yerle bir ettiğini, ama bugün yaşandığı için yeterince şükredemediğimi düşündüğüm bir hadiseydi, bugün de korona virüsü, yarın Allah bilir ne olacak. Ama ben Allah’ın izniyle hepsinin Rabb-i Rahim’imden gelen imtihanlar ve şükür vesileleri olduğunu bilerek hep gülümseyeceğim. (Ağladığım zamanlar hariç.)

“Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı celaliye-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin taze güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri, zahirî çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılablar ve küllî tahavvüller, birer mânevî yağmurdur. Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâni’inin esmasına ait binlerdir.”1

Dipnot:
1) Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 259-260

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*