Mânâ-i harfî dürbünüyle Ramazan-ı şerifin mahiyeti

İnsanoğlu, Hz Adem’in (as) yaratıldığı ilk günden bugüne çeşitli musibetlerle imtihan oldu. Şu günlerde bizâtihî şahit olduğumuz musibetin adı ise korona virüsü.

Bu hastalık Ramazan-ı şerife kadar gelip dayandı. Nefsin de telkiniyle akıllarda bazı sorular kendini hissettirmeye başladı. İşte bu yüzden, bu kaderî hadiseyi anlamak için tefekkürî bir bakış açısı ile bakmakla mükellefiz. Bizler de bu yazımızda korona virüsünden yola çıkıp, mânâ-i harfî dürbünü ile bugünlerde her zamankinden daha da önem kazanan Ramazan-ı şerifin mahiyetini anlamaya çalışacağız.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, her şeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakk’a bakar, diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakk’a bakan cihete tenteneli, yani dikkatle bakıldığında arkasını gösteren bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibidir. Bundan dolayı “Nimete bakıldığı zaman Mün’im, san’ata bakıldığı zaman Sâni’, esbaba nazar edildiği vakit de Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.”1 Öyleyse görünen bu musibeti ve de arkasındaki iradeyi görmek ve ne istediğini bilmek mecburiyetindeyiz.

Unutulmamalıdır ki, umumî musibetler, ekseriyetin hatası ile gelir. Bugün de Rahmet-i İlâhiye; dalalet dolu fikirlere, Nemrudâne inada, Firavunâne zulme, gaflet dolu yaşama insanoğlu gark olmasın diye, kader tarafından gelen bir okla bizleri vurmuştur.

Böylesi musibetler insanın gözünü açtırır. Nefsine der ki: Ölümsüz değilsin, başıboş da değilsin, bir vazifen var. O da Hâlık-ı kâinatı (kâinatın Yaratıcı’sını) tanımak, ona iman edip ibadet etmektir. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gireceğini bil!2 Peki, onca musibete rağmen geri adım atmayan nefis, bu sözü nasıl idrak edip hayatına tatbik edebilecek?

İşte Ramazan-ı şerifin şu zamanda oluşu bu sebeple bir lütf-u İlâhiyedir. Zira, bu sözün uygulamalı öğretimi oruçla mümkündür. Ayrıca musibet umumun hatasından kaynaklı olduğu için umumî bir temizliği zaruri kılar. Nefsin kusurlarını izale edip gaflet perdesini yırtarak, maddî temizlikle birlikte umumî mânevî bir temizliğin (tövbe ve istiğfar) yapılmasına vesile olacak ise oruçtur. Ramazan, Arapça “r-m-z” kökünden mastar olup “yakmak” anlamına gelir. Yani Ramazan günahları yakar, gelişi ile birlikte kötülük namına ne varsa kül eder. Enes b. Mâlik’ten (ra) rivayetle bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (asm); “Bu aya Ramazan isminin verilmesi günahları yaktığı içindir” der.

Bir rivayete göre Ramazan; yaz sonunda yağan, yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur mânâsına gelir. Yani Ramazan, kalplerimizi, nefislerimizi ve bedenlerimizi maddî-mânevî yük ve hastalıklardan temizler. Bu yüzden her zamankinden daha ziyade orucun mahiyetini anlamalı, hayatımıza lâyıkıyla tatbik edebilmeliyiz.

İnsanın nefsi hür ve serbest olup Rabbini tanımak istemediğinden, Firavunâne kendi rububiyetini ister. Böyle yaparak da insanın hem dünyevî (musibetler) hem de ebedî hayatının mahvına neden olur. Ancak ne kadar azaplar çektirilse de hastalıklar başına gelse de o damar onda kalır. Bir tek açlıkla o damarı kırılır.

“Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur kırar; aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir.”3 İnsan oruçla birlikte mânen nefsine şöyle hitap eder: “Ey nefs-i emmarem! Sana tâbi değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş. Ben ancak ve ancak beni yaratıp Şems ve Kamer ve Arz’ı bana musahhar eden Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelâl’e abd olurum.”4

Kalû-Belâ’daki sözün devamıdır Ramazan. Bir noktada sözün yenilenmesidir. Mide ile başlayan söz veriş, tüm uzuvlarla devam eder. Tam mânâsı ile oruç; insanın mide gibi, bütün duygularına (sevgi, akıl, gazap, hayâl…), tüm cihazlarına (göz, kulak, kalp, el…) oruç tutturmasıdır.

Yani tüm bu duygu ve cihazların haramlardan ve mâlâyâni işlerden uzak tutulması, her birisinin kendine has olan ibadetlerine sevk edilmesidir.

Meselâ, yalandan, gıybetten, kaba ve çirkin tabirlerden uzak durmak; Kur’ân okumak, zikir, tesbih, salavat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul olmak ‘diline’ oruç tutturmaktır.

İnsanın nefsi, bazen de gafletle kendi varlığını unutturur. Disiplinsiz, zamanını boşa harcayan (âfâkî uğraşlar) ve yasaklanmış şeylere yönelen bir yaşam stilini benimsetmeye çalışır. Bunun sonucunda ise insan, ebedî kalacakmış gibi dünyaya saldırır.

Öyle zaman olur ki, kendisini şefkatle terbiye eden Yaratıcı’sını aklına dahi getirmez. Elindeki tek sermayesi olan ömrünü de gafletle çabucak harcar. Uhrevî yaşama dair meşguliyetler ortadan kalkarsa yerine tamamen mimsiz medeniyetin yaşam tarzı gelir. Bundan dolayıdır ki, insanın kıymet ve mahiyeti çalışıp gayret gösterdiği şey nisbetindedir.

İşte Ramazan, insanı bu gafletten uyandırır. İnsana hayvanî heves ve uğraşları bıraktırıp melekiyet vaziyeti takındırarak, dünyayı ahiretin bir mezrası hâline getirir. Bunun neticesi olarak hayatımız disipline girer.

İnsan, bu bir aylık süreçte, gerek yeme-içme gibi fizyolojik ihtiyaçlarında gerek sosyo-ekonomik ilişkilerinde gerekse ibadetlerinde kendisine bir düzen kurar. Bu düzeni şu maddeler hâlinde sıralayabiliriz:

  1. İnsanın nefsi, yeme içme konusunda kendi keyfince hareket ettikçe hem tıbben vücuduna zarar verir hem de helâl-haram demeyip rast geldiği şeye saldırır. Bu durumda ise nefsin, ruh ve kalbe itaat etmesi güçleşir. Bugün bunca musibete rağmen bazı nefislerin hâlâ uyanamayışları da bundandır. Halbuki nefis, Ramazan-ı şerifte bir nevi perhize alışır, riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Biçare zayıf mideye de yemek yemek üstüne doldurmak suretiyle birtakım hastalıklarla bedeni giriftar etmez.5
  2. Teravih namazları vesilesi ile nefsin farz namazlarına olan direnci kırılır. Geçim sıkıntısı ve dünyevî meşgaleler bahane edilerek yerine getirilmeyen ibadetler, günlük yaşamın içinde yeniden hayat bulur.
  3. Günümüzde -ne yazık ki- şahit olduğumuz üzere kapitalist düzenin dişlileri arasında alt gelir grubu ezilen durumundadır. Nefisperest zenginler; açlık ve fakirliğin ne kadar elim olduğunu ve ihtiyaç sahiplerinin şefkate ne kadar muhtaç olduklarını idrak edemedikleri için yardım etmiyor, etse de tam olmuyor.

Çünkü insan, kendinde hissetmediği bir durumu anlayamaz. Ancak oruç vasıtasıyla nefsine açlık çektirip tam mânâsı ile ihsan ve yardımda bulunabilir. Bu vesileyle insanlar, birbirinin hâlinden ve sıkıntılarından haberdar olur, uzatılan eller muhabbet köprüleri kurar.

Tüm bu kazançların devamlılığının sağlanması ise sabır kuvvetinin güçlendirilmesi ile mümkündür. Özellikle tahammül duygularının kaybedildiği şu zamanda, bu güçlendirme ve kalıcı hâle getirme “Oruç sabrın yarısıdır”6 sırrınca Ramazan-ı şerifte mümkündür. On beş saat, hatta bazen sahursuz yirmi dört saat aç kalmak bir riyazettir ve bir idmandır. Ondandır ki, çok ehl-i velayet tekâmül için az yemek ve içmeye kendilerini alıştırmışlar.

Bizler de bugün tüm bu kazançları bilerek, Resul-u Ekrem’in (asm) “Ramazan Ayı’nın ilk gecesi olunca Allah yarattıklarına rahmet nazarıyla bakar” ifadesinden de yola çıkarak Rabbimizin rahmetini umuyoruz.

Cenab-ı Hak, şu mübarek günlerin hürmetine bizlere rahmetiyle nazar etsin ki, maddî-mânevî hastalıklarımızdan temizlenerek hem dünyevî hem de uhrevî bir saadeti elde edelim.

Son zamanlarda dünyevî bir eğlenceye dönüşen bayramlarımızı gerçek mahiyeti ile yaşayalım. İşlediğimiz hatalarla kadere fetva verdirdiğimiz gibi, Ramazan’ın gerçek mahiyetini idrak ederek yaşayıp Cenab-ı Hakk’ın melekleri şahit tutarak söylediği bağışlanmaya7 nail olalım.

Dipnotlar:
1) Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 64
2) bk. Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 328
3) Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018 s. 477
4) Mesnevi-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 123
5) bk. Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2018, s. 476
6) Kenzü’l-Ummâl, 8:444
7) et-Tergîb ve’t-Terhîb, 2:434

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*