Mehmet Serdar Kuzuloğlu’nun Korona Virüsü Dosyası

Serdar Kuzuloğlu, 1995 yılından beri medya sektöründe çeşitli gazete, dergi, radyo ve televizyon kanalında çeşitli görevler üstlendi. Bu süreçte, trendleri ve teknolojiyi takip ederek edindiği bilgi ve tecrübeleri okuyucu, dinleyici ve izleyicilerine aktardı. Bu çabasını mümkün olan her fırsatta ve şekilde sürdüren Kuzuloğlu’nun, yaptığı araştırma ve okumaları fikir dünyasında mezc ederek YouTube için hazırladığı Korona Virüsü dosyasından önemli notları, kendi ifadeleriyle sizler için derledik. İstifadeli olması dileğiyle.

Teknoloji ve trendleri takip eden bir gazeteciyim. Bu işi 25 yıldır yapıyorum ve sanıyorum meslek hayatım boyunca Korona Virüsü kadar teknoloji ve trendleri etkileyen başka bir faktör olmadı. Bu sürecin çok önemli sosyal ve ekonomik etkileri olacak.

Korona Virüsü’nden sonra, Korona Virüsü’nden önceki yaşam devam edecekse bu korkunç bir şey olur. Çok daha büyük, çok daha acımasız, çok daha ağır faturalar ödetecek yeni bir salgının habercisi olur bu. Ekonomik, siyasî ve psikolojik anlamda hiçbir şey aynı olmamalı ve bence olmayacak da.

Virüs sentetik olarak üretilebilir mi?

2002 yılında, her şeyiyle bir virüs olmasa da virüsün stratejisini, çalışma şeklini taklit eden bir form üretildi. Ama Korona Virüsü sentetik, insanlar tarafından üretilmiş bir virüs değildir.

Komplo teorisi: Korona Virüsü biyolojik silah mı?

Korona Virüsü’nün insanlara geçtiği Wuhan şehri, aynı zamanda dünyanın 4. derece biyogüvenliğe sahip ilk viroloji laboratuvarına ev sahipliği yapıyor: Wuhan Viroloji Enstitüsü. Bazı iddialar, Korona Virusü’nün Çin Bilim Akademisi’ne bağlı bu tesiste üretilip salındığı üstüne. Fakat bu iddia aşağıdaki iki ana gerekçeyle reddediliyor:

  • Çin böyle bir virüs üretebilecekse, onu neden bu laboratuvarın dibinde yaymaya başlasın? Dahası dünyanın her yerine kolayca taşıyabileceği bir virüsü neden kendi ülkesine musallat ederek işe başlasın? (Kendi kırılgan ekonomisini çökertmek uğruna!)
  • Dahası, bu virüs bir biyolojik silah olarak da son derece etkisiz. Çünkü bu kategorideki emsallerine kıyasla bulaşma hızı ve öldürücü etkisi çok düşük. Bir biyolojik silah değil, ama geçtiğimiz yıllarda başımıza dert olan -hani şu kene ısırmasıyla insana geçen- Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı %50 öldürücüydü. COVID-19’da ölüm oranı %3 civarında. Teşhis sayısı arttıkça bu oran da belirgin olarak düşecek.

O hayvan pazarı ve viroloji laboratuvarının aynı şehirde olması ironik bir tezahürdür en fazla.

Osmanlı’nın son dönemlerinde, Cumhuriyet’in erken dönemlerinde bizim de başımızı ağrıtan bir meseleydi biyolojik silah meselesi. ABD, Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa biyolojik silahlar üzerine çalışıyordu ve bu ülkelerin biyolojik silahları vardı. Türkiye’nin hiçbir zaman biyolojik silahı olmadı. 1972 yılında imzalanan uluslararası bir antlaşma ile biyolojik savaş, insanlık suçu/savaş suçu ilan edildi. Dolayısıyla, biyolojik silahların devlet tarafından kullanımının önüne geçilmiş oldu. Korona Virüsü insan yapımı bir virüs değil. Bu, dünyadaki bütün otoritelerin üzerinde anlaştığı bir konudur.

Yaz mevsimiyle birlikte virüs ortadan kalkacak(mı)?

Hayır! Sadece, sıcaklık ve rutubet sebebiyle virüsün yayılma hızı azalacak. Tıpkı grip virüsünde olduğu gibi. Korona Virüsü solunum yoluyla bulaşan bir virüs olduğu için, yaz mevsiminde havadaki nem oranı virüsün yayılım hızını düşürecek.

Korona Virüsü engellenebilir miydi?

Akılcı yoldan ilerlersek varacağımız noktayı, hayatını hayvanlardan insanlara bulaşan hastalıklara adayan Dennis Carroll aktarıyor. Carroll, 10 yıldır devlet (ABD) desteğiyle, 8 yıl boyunca 30 ülkede yönettiği (ve Başkan Donald Trump döneminde önce kaynakları kesilen, ardından kapatılan) PREDICT adlı program çatısı altında birçok önemli bulguya ulaşmış.

PREDICT kapanınca Dennis Carroll, Global Virome Project adlı bir çatı kurarak önümüzdeki 10 yıl içinde hayvanlardan insanlara geçerek dünyayı etkisi altına alacak yeni küresel salgın hastalıklar üzerine kafa yormaya başlamış.

Hastalıklarımızın %75’inin asıl kaynağı hayvanlar. Hayvanlardan insanlara taşınabilen 500 bin farklı virüs var. Bu virüslerin türler arasındaki taşınma oranı her geçen gün artıyor. Tespit ve tedavi yöntemlerinin maliyeti de öyle.

İşte Global Virome Project; bu tip virüslerin, onların sebep olduğu hastalıkların ve edinilen belge, bulgu ve bilgilerin dünyanın her yanındaki ilgili kişilerle paylaşılması esasına dayanıyor.

Dolayısıyla Carroll, uzun bir süredir, bugün adına COVID-19 dediğimiz şeyi bekliyor ve tedbirler üzerine çalışıyordu (yarasalardan insana geçebilecek öldürücü hastalıklara yönelik uyarıları 2018 yılı ve öncesine dayanıyor. “Yayılmadan öngörüp engellemek, başladıktan sonra müdahale etmekten her zaman daha düşük maliyetlidir” gibi meşhur ve haklı bir tespiti var).

Carroll da Korona Virüsü’nün Wuhan’daki hayvan pazarından yayıldığını düşünüyor. Ancak sanıldığı gibi onu yiyenlerden değil. Zira, pişirme işlemi virüsü öldürüyor. Bu transferin o hayvanların dışkılarından ve pazar yerindeki kesip biçme, alıp-verme, taşıma süreçlerindeki temastan kaynaklandığını öne sürüyor (Hemen herkesin üstünde mutabık kaldığı nokta, bu hayvan pazarı).

“Hayvanlardan virüs yoluyla insanlara bulaşan salgın hastalıklar 1940’larda dahi vardı. Ancak artan nüfus sebebiyle hayvanların doğal yaşam alanlarını o kadar işgal ettik ki, bu iç içe olma durumu bu tip salgınların sayısını her geçen gün artıracak.” (Dennis Carroll)

Carroll, bu salgına bağlı vakaların büyük ihtimalle dönemsel olarak azalarak gündemden düşeceğini söylüyor. Ancak bu hastalığın yayılmasının durduğu anlamına gelmiyor. Zira, aynı geleneksel grip virüsü gibi, yaz aylarında bedenimizde yaşayamaya devam ederek kışın harekete geçme ihtimali var.

Özetle: “Bunun gelişi belliydi, daha pek çok benzeri gelecek. Dikkatli ve tedbirli olmakta fayda var” diyor Carroll.

[Faydalı içerik: Dr. Larry Brilliant’ın yaygın hastalıkları durdurmak üzerine yaptığı TED konuşmasına ulaşmak için:]

Kapitalizmin sonuna mı geldik?

Korona Virüsü, en az, insanoğlunun Ay’a ayak basması, Berlin Duvarı’nın yıkılması veya SSCB’nin dağılması kadar önemli bir mevzu bana göre.

Korona Virüsü, 4. seviyedeki nihai küresel kapitalizmin, ne kadar kırılgan bir yapı üzerine, ne kadar büyük bir yapı inşa etmiş olduğunu bize gösterdi. Aslında ne kadar ince bir buz tabakası üzerinde, ne kadar ağır bir yükü kızaklarımızda taşıdığımızı fark ettik ve hepimiz bunun şokuyla sarsılıyoruz.

Birbiriyle bu kadar iç içe geçmiş, bağımlı hâle gelmiş ve bütünü üretebilmekten çok parçaların parçasına dönüşmüş ülkelerden oluşan insanlık, mikroskobik bir virüs ile neredeyse havlu atmak zorunda kalıyor.

Nimetlerini küreselleştiren kapitalizm, bunun yarattığı problemleri ve külfetleri yerelleştirmeye gayret etti, ama olmadı. Yani kapitalizm, işin kötü tarafını hep gözümüzden uzak tutmaya çalıştı. Yepyeni bir kreasyonla çıkan trikoyu koşa koşa gidip satın aldık. Ama bunun nerede üretildiğini hiç bilmedik. Bunun arkasındaki etikette, çoğumuzun haritada bile göstermekte zorlanacağımız ülkelerin ismi yazıyor. Oysa, “Neden bu ülkelerde üretiliyor?” diye sormadık. Niye benim ülkemde değil de orada üretiliyor? Çünkü oralarda iş gücü daha ucuz. Ama nasıl ucuz? Oradaki insanlar nasıl şartlarda çalışıyor? Ne yer ne içer?

Umurumuzda mı? Hayır! Zerre kadar umurumuzda değil. Ve hepimiz bu iki yüzlülüğü her gün bilerek yaşamaya devam ediyoruz. Sadece bazı olaylar olduğunda sesimiz yükseliyor, bazı duyarlarımız ortaya çıkıyor, ondan sonra süpermarketlerdeki, zincir mağazalardaki cicili bicili hayatlarımıza geri dönüyoruz. Kapitalizm bizden çok şeyi saklamaya çalıştı, ama Korona Virüsü, hepimizin yüzüne bu gerçekleri bir bir vurdu.

Kapitalizm kusursuz işlemeye mahkûm bir dünya kurdu, ama Korona Virüsü bu gidişatı durdurdu. Kapitalizmin en büyük yan etkisi, küresel ısınma! Bütün bu vahşi üretim, tüketim ve insanlık dışı şartların kaçınılmaz çıktısı, doğanın isyanı! Doğanın artık insanın külfetini taşıyamaz hâle gelişi… Şubat Ayı’nda Türkiye’yi teğet geçen çekirge istilasına bakın, görün insanın çaresizliğini.

Bizi distopik bir dünya mı bekliyor?

Korona öncesi, Dünya’nın bir ucundan diğer ucuna günde 102.000 uçak seferi vardı. Sadece turizm amacıyla yılda 1,5 milyar insan bir noktadan diğerine gidiyordu. Ticarî, turistik, sosyal olarak birbirine bu kadar bağlı bir dünyada Korona Virüsü geldi, yumruğunu vurdu ve her şeyi yeniden tanımladı.

Bugünün insanının hayatta kalması iki şeye bağlı: Kredi kartı limiti ve süpermarket rafları. Bu ikisi boşaldığı anda bitiyor bugünün insanı. Düşünebiliyor musunuz yaşamımızın geldiği durumu? Parfümlü, kokulu tuvalet kâğıtları vardı, bu süreçte “ne olursa olsun”a düştük, çünkü yağmalandılar. Türkiye dâhil dünyanın birçok ülkesinde süpermarket rafları boşaldı. Bütün kıyamet, zombi içerikli distopik filmlerin ortak paydası süpermarket yağmalanması değil mi! Bugün yaşadığımız bu. Bunları tahmin edebilir miydik? Bunların bir şeyleri değiştirmeyeceğini düşünmek mümkün mü? Bütün arzumuzun tüketmek olduğu bir çağda, tüketimin sekteye uğrayabileceğini gördük. En büyük kâbusumuzla yüzleştik.

Doğadan o kadar koptuk ki, hiçbir yeteneğimiz de yok. Diyelim elma tohumu geçti elimize. Elma nerede yetişir, tohum hangi mevsimde ekilir, toprak nasıl çapalanır, doğadan bir ürün nasıl elde edilir, bilmiyoruz. Dolayısıyla, bağını asla sormadan her türlü üzümü yemiş, hoyratça, fütursuzca her şeyi kendine hak görmüş ve parasının son kuruşuna kadar ihtiyacı olmadan her şeyi tüketme hırsına düşmüş insanın, bir anlamda alarmıdır, bir çığlığıdır Korona Virüsü.

Uzun süredir ilk defa, zenginiyle fakiriyle herkesin ürperdiği, can derdine düştüğü bir şeyle karşı karşıyayız. Hepimiz dünya gemisinin içinde birlikte yaşadığımızın farkına vardık. Bugün herkes anladı ki, herkes herkesten sorumlu. Komşusu olmayan bir ülke yok. Çin’in ortasındaki bir hayvan pazarında işlerin yürüyüş şekli, İngiltere’deki bir insanın konforunu etkiliyor. Dünyayı bu kadar küreselleştirdiğin zaman, herkes her şeyle ilgili ve sorumlu olmak zorunda. İşte bu açıdan aynı gemideyiz.

Yoksa elbette zengin ve fakir, sosyo-ekonomik şartlarının kendisine sunduğu avantaj ve dezavantajları yaşıyor/yaşayacak bu süreçte, bunun aksini kimse söyleyemez. Ama düşünün ki, bugünün zenginin yapabildiği/yapabileceği tek şey, satın aldığı sığınaklarda yaşamını sürdürebilme ihtimali. Peki bu bir zenginlik mi, bir konfor mu? Sadece ve sadece hayatta kalabilmek mi zenginliğin ayrıcalığı? Peki ne kadar süre?

Türkiye’deki rakamlara baktığımız zaman, süreç böyle devam ederse, aileleriyle birlikte 15 milyon civarı insan işsizlik sorunu yaşayacak.1 Bu insanların büyük bir kısmı günlük kazandıkları parayla yaşamak zorunda. O günkü yevmiyesini alacak ki, evine ekmek götürsün. Dünyada da farklı değil. Dünya ölçeğinde baktığımız zaman, yüz milyonlarca insan bu şekilde yaşayacak. Sosyal bir patlama olması ihtimaliyle karşı karşıya olduğumuzdan kimsenin şüphesi var mı?

Domino etkisiyle üretim-tüketim zincirinin kırıldığı bu süreçte kaçınılmaz olarak bunu yaşayacağız. Paranın satın alabileceği bir emek kalmadığında bizim canımızı ne koruyacak?

Bugün varlıklı kesim, varlıksız kesime ucundan koklattığı parayla varlığını sürdürüyor ve koruyor. Küçük bir simülasyonunu Korona Virüsü sebebiyle yaşadığımız, paranın anlamını yitirdiği bir dünya ihtimali karşımızda. Her şeyin minimumuna indik. Pek çok şey lüks oldu. Paranın anlamını yitirdiği bir dünyada kapitalizm varlığını sürdüremez.

Hepimizin Korona Virüsü sayesinde anladığı şey sanırım şu oldu: Filmlerde bize resmedilen distopik dünyaya, sadece birkaç virüs, birkaç salgın hastalık uzaktayız. Bugün, bu yaşadığımız, nasiplendiğimiz, demlendiğimiz, yemlendiğimiz ve derdini çektiğimiz kapitalist düzeni bir kere daha gözden geçirmezsek, bütün bunların sonucunu çok daha ağır faturalarla yaşamaya devam edeceğiz.

Bundan sonra ne olacak?

Bence, COVID-19 hastalığının yol açacağı sağlık sorunları, yol açacağı sosyal ve ekonomik problemlerin yanında yok denecek kadar az kalacak. İspanya’da, çalışanlarının terk ettiği huzurevlerinde kalan yaşlıların yataklarında ölü bulunması, bu olası sosyal problemlere bir örnek.2

Bir diğeri; İtalya’da hastane şartlarının yetersizliğinden dolayı hekimler, “Kim yaşasın kim ölsün?” diye karar vermek zorunda kaldı. Bu çok ağır bir travma. Hiçbir insanın kaldırabileceği bir yük değil bu.

Çoğu kişi -haklı olarak- hastalığın kendine odaklansa da, bu tip küresel salgınlar tarihte her zaman çok daha fazla şeyi değiştirmiş. Örneğin COVID-19 sebebiyle uygulanan karantinanın geçtiğimiz günlerde sona ermesinin ardından, Çin’de boşanmak için mahkemeye başvuranlarda patlama yaşandı.

Korona Virüsü’nün ardından yıllar sürecek bir travma ve tedavi süreci yaşayacağız her anlamda. Ciddi bir tekinsizlik ve güvensizlik hâli yaşanacak. Hepimiz su süreçte, yaşamakta olduğumuz bu hayatın ne kadar hassas, kırılgan ve yalan diyebileceğimiz kadar kurgu olduğunu gördük.

Korona Virüsü öncesi çağın en önemli iki hastalığı olarak görülen uykusuzluk ve yalnızlık, bu süreçte zirve yaptı. İşe veya okula gitmeme durumu, insanlarda gece-gündüz mevhumunu ortadan kaldırdı.

Sosyalleşemediği, sosyalleşme arzusunu tatmin edemediği insanlarla bir arada yaşamak zorunda kalan insanlar var. Dostlarımızla karşılıklı olarak oturup sohbet edemediğimiz bir dönemdeyiz. Bu da uykusuzluğu ve yalnızlığı tetikliyor. Uykusuzluk ve yalnızlık, depresyonun nedenleri ve sonuçları gibi birbirinden beslenen kavramlar. Bunları yaşıyoruz.

Kuş gribi kanatlı hayvanlardan bulaşıyordu ve örneğin tavuk yemeyerek kendimizi hastalıktan muaf tuttuğumuzu sanabiliyorduk en azından. Ama Korona Virüsü insandan insana bulaşıyor. Peki insandan muaf, insandan mahrum kalabiliyor muyuz?

Bu virüsün ne zaman biteceğine dair kimse bir tarih veremiyor. Bu tecrit durumuna alışkın değildik. Ekonomi zaten alışkın değildi. Hepimizin sabah kalkıp işe gittiği, işinde bir şey ürettiği, üretiminin sonucunda bir şey kazanıldığı ve o kazanılan şeyin tekrar ekonomiye enjekte edildiği bir döngü vardı. Bugün evlerimizde oturuyoruz, teoride sistem çökmüş durumda. Pratikte ne olacağını yaşayarak göreceğiz.

Bazı ülkeler, vatandaşları için çeşitli yardım paketleri açıkladı ve uyguluyor da. Ama her ülke için geçerli değil bu. Ve ekonomi böyle ne kadar süre devam edebilir, bunu da kimse bilmiyor.

Ve en önemlisi, sosyal mesafe dediğimiz şey; psikolojik olarak da fizyolojik olarak da hiçbirimizin alışkın olduğu bir şey değil. Sosyalleşmeye muhtacız. Ama birbirimizden kopmak kadar birbirimize yakınlaşmaya da hazır değiliz. Kadına yönelik şiddette de artış söz konusu.3

Daha güzel bir dünya mümkün mü?

Siyasete geldiğimizde; siyasî ve bürokratik kişi ve kurumların yıpranması kaçınılmaz. Dinî kuruluşlar için de aynı şey söz konusu. Bizde DİB gibi. Hepsi ciddi anlamda zedelenecek. Toplumdaki inandırıcılığı, güvenilirliği, kredisi azalacak, erozyona uğrayacak. Tarih boyunca bütün salgınlarda kaçınılmaz olmuştur bu. Bu kadar hassas dönemlerde insanlar; yüzlerini döndükleri, umut arayışına girdikleri kişi ve kurumların çaresizliğini gördüğünde ciddi bir güven kaybı yaşar.

Yarım kalan eğitimler, kayıp bir ara kuşak, işsizlik, geçimsizlik, artan boşanmalar, parçalanmış aileler, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, ekonomik küçülme, karantinada kendisini ve çevresini olumlu/olumsuz anlamda ‘yeniden keşfedenler’, din temsilcilerine olan inancın sarsılması gibi birçok etken elbette sanattan siyasete kadar geniş bir alanda pek çok şeyi değiştirecektir. Ve bunlar küresel çapta yaşanabilecek sorunlar. Çok daha eşitsiz ve yaralı bir dünya bekliyor bizleri. Görülmemiş çapta bir göç dalgası da yaşanabilir.

Tüm bunlarla beraber; daha güzel bir dünyanın olabileceğini hatırlamamız gerekiyor. Daha yaşanılabilir bir dünyayı kurmamız mümkün. Bu ihtimal masadan çekilmiş değil. Her anlamda çok daha ağır şartlardan geçerek bu günlere geldik. O günlerden çok daha iyisine lâyık ve muhtacız. Bunu yapabilecek bilgiye, birikime, kudrete, niyete de sahibiz. İnsanca bir yaşamı kurgulamamız lâzım. Sosyal bir devlet anlayışına yönelmemiz lâzım.

Biz, düşünebilme hediyesiyle onurlandırılmış tek canlı türüyüz. Ve bunun hakkını vermek, gereklerini yerine getirmekle mükellefiz. İnsanlığı düşünmek zorundayız. Bugünü olduğu kadar yarını da düşünmek zorundayız. Yoksa, bütün bu düşüncesizliklerimizin birikimi, bir mikroskop mertebesindeki virüs olarak hayatımıza girip, her kesimimize tokat gibi çarparak hatırlatıyor.

Bundan sonra dünya eskisi gibi bir dünya olmayacak. Ama daha mı iyi bir dünya olacak yoksa daha mı kötü bir dünyaya uyanacağız, bunu da biz belirleyeceğiz.

Serdar Kuzuloğlu’nun, yukarıdaki notlarını derlediğimiz, Korona Virüsü konulu 3 bölümlük 26 Mart 2020 tarihli YouTube videolarına ulaşmak için:

15 Mart 2020 tarihli yazısına ulaşmak için: Tıklayınız.

Dipnotlar:
1) Tıklayınız.
2) Tıklayınız.
3) Tıklayınız.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*