Matematik gözüyle tevhidin ispatı

Biz insanlar, etrafımızdaki her şeyi kıyas yolu ile anlar ve idrak ederiz. Kıyas yolu ile idrak etmeyi hayatımızın hemen her yerinde kullanırız.

Bir meyvenin tadını biliyorsak ve karşımızdaki daha önce onu hiç tatmadı ise, bu meyveyi karşımızdakinin daha önce tatmış olduğu meyveleri örnek vererek anlatmaya çalışırız veya daha önce tadını bildiği lezzetleri örnek vererek izah ederiz. Ekşi, acı, mayhoş gibi. Veya tadı biraz elma gibi ancak daha ekşisi, gibi…

Veya bir yeri tarif edeceksek, karşımızdakinin bildiği yerleri baz alarak anlatırız. Bu da bir nevî kıyas ile anlatmaktır. Daha uzun, daha kısa, daha acı, daha ekşi, daha güzel, daha çirkin, daha keskin bir kokuya sahip vs. gibi, içinde “daha” geçen cümleler de kıyasın farklı bir çeşididir.

Cenâb-ı Hak, insana kendisini tanıttırmak için, “vâhid-i kıyâsî” olsun diyerek çeşitli cihazlar ihsan etmiştir. Buna verilecek en güzel örnek, “ene” olsa gerektir.

“O ene bir vâhid-i kıyâsî olup, evsâf-ı rubûbiyet ve şuûnât-ı ulûhiyet bilinsin. Fakat vâhid-i kıyasî, bir mevcud-u hakikî olmak lâzım değil. Belki, hendesedeki farazî hatlar gibi, farz ve tevehhümle bir vâhid-i kıyasî teşkil edilebilir. İlim ve tahakkukla hakiki vücudu lâzım değildir.”1

Demek vâhid-i kıyâsî denilen şeyin illa ki hakikî olması gerekmiyor. Farz ederek de kıyas yolu kullanılabilir. Üstadımızın bu cümlesindeki “hendese” kelimesi her ne kadar “mühendislik” veya “geometri” olarak ifade edilse de “matematik” anlamı da taşımaktadır. Çünkü hem mühendislik ilmi hem de geometri matematik ile kemâle ermiştir.

O zaman biraz da kıyas meselesine matematiksel açıdan yaklaşalım: Maaşımız 1000 TL ve elimizde 100 TL kaldı ise şunu deriz: “Maaşımın 10’da 1’i kaldı”. Çünkü elimizdeki parayı (yani 100 TL’yi) bütün maaşa (yani 1000 TL’ye) bölersek, sonuç olarak elimizdeki paranın bütün maaşa olan oranı çıkar (100/1000= 1/10, yani 10’da 1).

O hâlde, gelin bu matematiksel kıyas yolu ile kendimizi Cenâb-ı Hak ile kıyaslayalım. (Aslında bu şekilde bir kıyastan bahsetmek bile bir şirk-i hafîdir. Ancak bazen hakikati anlamak adına yürütülen mantık, şirk veya şirk-i hafî olmaz.)

Matematiksel olarak bir sayı değeri verecek olursak, herhalde Cenâb-ı Hak “sonsuz” dur. Peki insana ne değer vereceğiz? Aslında vereceğimiz değer çok da önemli değil. Çünkü ister 1 diyelim ister 1 milyon diyelim, isterse de 1 trilyon diyelim, kendimizi Onunla (cc) kıyas ettiğimizde sonuç hep “sıfır” çıkacaktır. Çünkü sayı bölü sonsuz her zaman sıfırdır, yani hiç! Hani diyorlar ya “Bilim yalan söylemez” diye. Gerçekten de öyle. Matematik dahi, Onun (cc) yanında bir hiç olduğumuzu söylüyor.

Kendimizi Onunla (cc) kıyas edince “hiç” çıktık. Peki Onu (cc) kendimizle kıyas edersek?

Cenâb-ı Hak “sonsuz” dur ve biz de bir sayıyız. Yine bizim ne kadar büyük bir sayı olmamız ya da küçük bir sayı olmamız önemli değil. Çünkü ne kadar büyük bir sayı olursak olalım, sonsuzu bir sayı ile kıyaslarken, sonsuzu sayıya böler ve sonuç olarak yine “sonsuz”  sonucuna ulaşırız. Yani sonsuz bölü sayı “sonsuz” dur. Başka bir deyişle, matematiksel olarak O (cc) bizden sonsuz kat daha büyüktür.

Özetleyecek olursak: Biz, Ona (cc) kıyasen “sıfır” yani “hiç”, O (cc), bize kıyasen “sonsuz”…Matematik böyle diyor. Aslında bu yaptığımız işlemler bize şunu da söylüyor: Onu (cc) kendinle veya kendini Onunla (cc) kıyaslayamazsın!

Matematik ,“tek bir Yaratıcı var” diyor

Şimdi de Matematiksel olarak Cenâb-ı Hakkın tek olduğunu ispatlayalım: Yine Cenâb-ı Hakka “sonsuz” diyeceğiz. Allah harici bir yaratıcı daha var olsa idi eğer, ona da “sonsuz” demek durumunda olacaktık. Bu iki sonsuzu birbiriyle kıyasladığımızda hakikat ortaya çıkıyor:

Sonsuz bölü sonsuz… Sonuç, matematiksel olarak “tanımsız”dır. Yani Matematik diyor ki: “Sonsuz sadece bir tanedir! Şeriki olamaz”

“Bu kâinatın Sâni-i Kadîr ve Hakîm’inin mülkünde iştirak yeri yoktur. Çünkü her şeyde nihayet derecede intizam bulunduğundan, şirki kabul edemez. Çünkü müteaddid eller bir işe karışırsa, o iş karışır. Bir memlekette iki padişah, bir şehirde iki vali, bir köyde iki müdür bulunsa; o memleket, o şehir, o köyün her işinde bir karışıklık başlayacağı gibi. En edna bir vazifedar adam, o vazifesine başkasının müdahâlesini kabul etmemesi gösteriyor ki; hâkimiyetin en esaslı hassası, elbette istiklal ve infiraddır. Demek intizam vahdeti ve hâkimiyet infiradı iktiza eder.”2

Akıllara şöyle bir şey gelebilir. “Bize okullarda bir “(+) sonsuz” dan bir de “(-) sonsuz”dan bahsedildi. Matematik sonsuzu iki tane gösteriyor.”

Aslında (+) sonsuz ya da (-) sonsuz diye bir şey yoktur. Sonsuz, ne pozitiftir ne de negatif. Bu, lise düzeyine kadar, matematiği öğrencilerin anlamalarını kolaylaştırmak adına söylenen büyük bir yalandır. Bunu, yüksek düzeyde matematik öğrenmeye ilk adım attığınızda, “Bildiğiniz bu yalanı unutun, hakikat sonsuzun sadece tek bir sonsuz olduğu ve sonsuz için artı veya eksiden bahsedilemeyeceğidir. İkisi de değildir, bile diyemezsiniz. Mevzu, ‘sonsuz’ olunca, sonsuzun pozitif veya negatif bir sayı olup olmadığı hakkında yorum dahi yapamazsınız. Hatta bir sayı da değildir. Sonsuz sadece ve sadece mutlak büyüklüktür, o kadar büyüktür ki, bunu ne akıl anlar ne de zihin” diyerek ifşa ederler.

Ben de bir matematikçi olarak, bu hakikati ancak üniversite 1. sınıfta öğrenebildim. İdrak edebilmem zamanımı almıştı ama… Hatta hocamız bundan bahsederken kendimi bir tevhid dersinde sanmıştım. Sanmamak imkânsız… Siz de, kullanılan “sonsuz” kelimelerinin yerine “Allah” lâfzını koyarak tekrar okuyun isterseniz yukarıdaki “sonsuz” için sarf edilen cümleyi.

Elhasıl; Matematik bize diyor ki: Kendini Onunla (cc) kıyaslama. Zira sen Ona (cc) kıyas edilemeyecek derecede bir hiçsin… Onu (cc) kendinle de kıyaslama. Zira O (cc) sana kıyas edilemeyecek derecededir, yani sonsuzdur.

Kâinatta tek bir Sonsuz vardır. İkinci bir sonsuz, işlemin sonucunu ancak “tanımsız” hâle getirir.

Dipnotlar:
1) Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 606
2) Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 607

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*