Mazbatamı verin!

Herkese merhabalar çok sevgili Genç Yorum okurları!

Bir önceki yazımda da kısaca bahsettiğim gibi, karşınızda artık okulunu bitirmiş bir Feyzanur duruyor! 4 senedir acısıyla acısıyla bilfiil yollarını aşındırdığım fakülteme, doğru dürüst bir veda bile edemeden pat diye işsizler kervanına katılıverdim. Bu konuya biraz eğilmek istiyorum bu ay. Cefasını siz de benimle birlikte çektiniz zira.

Ben biraz mızıkçı bir insan olduğum için sürekli şikâyet ettim okumaktan. Ve bunun getirdiği her şeyden. Dünyanın yolunu gitmekten, derslerde uyanık kalamamaktan, ödevlerden, nihayetinde evimden ayrılmak zorunda kalmaktan.

Üniversiteye uyum sağlamakta o kadar zorlanmıştım ki, iki hafta aç gidip gelmiştim kantinin nerede olduğunu aramaya çekindiğim için. Hâlbuki bu utancımı yenmek için kayıt yaptırmaya da tek başıma gitmiştim. (Bunun üzerine çok uzun bir süre annemden “Sen benden mi utanıyorsun? Sorsalar sınıfını bile gösteremem. Hiç veli toplantılarına da çağırmıyorsun” isimli şarkısını dinledim, orası ayrı.) Güya “Bak canım, artık yetişkinsin, kendi işlerini kendin hallediyorsun, herkes velisiyle gelmiş, ama sen strong independent bir woman olarak kaydını yaptırdın” diyecektim kendime. Dersler başlayana kadar “Acaba beceremedim mi? Ya kayıt olamadıysam?” diye kendimi yedim durdum.

Hatta hiç unutmuyorum, öğrenci işlerinde kayıt işlemlerini yaptıktan sonra çıkışta yakaladığım bir öğrenciye “Sizce kayıt olmuş muyumdur?” diye sormuştum. Şansıma kazandığım okulda tanıdığım tek bir kişi bile yoktu. Bir Allah’ın kulunu bile tanımadığım, hiç benzerini görmediğim bambaşka bir dünyaydı benim için. Bahçedeki yolu her an birisi beni kolumdan tutup “Senin ne işin var burada be?” deyip dışarı atacakmış gibi başımı yerden kaldırmadan koşa koşa geçtim bir süre. Bir süre dediğim de bir buçuk sene. Normalde çabuk kaynaşan ve hızlı arkadaş edinen biri olmama rağmen, kimseyle konuşamadığım için arkadaş da edinemedim.

Sonradan utancımı yendiğimde de kimseye ihtiyacım olmadığını fark ettiğim için rahatımı bozmadım, hiç arkadaş edinmedim. Öyle ki, şu an bunu okur da bana gönül koyar “Aşk olsun biz arkadaşın değil miyiz?” der diye endişelendiğim kimse yok.

Üf ya, şimdi çok üzüldüm. Yemekhanede çorba yerken “Kimseye ihtiyacın yok, sen kendine yetersin” diye konuşan yalnız bir Feyzanur düşünsenize. Neyse o kadar da üzülmeyin, sonrasında kimseye ihtiyaç duymadığımı gerçekten idrak ettim ve huzur içinde yemeklerimi yedim. Hatta kendime o kadar güvendim ki, Avrupa’ya açtım kollarımı. “Bu Dünya benim” diyerek yürüdüm Eyfel’in yollarını.

Her ne kadar söylenip dursam da ben okumayı çok sevdim. Zaten 5 yaşından beri okul okumaktan başka bir şey de yapmadım, başka türlüsünü bilmiyorum ki. Hem düşününce, öğrenmeyi sevmeyen bir öğretmen olamazdım sonuçta.

Okul bitince ne yapılır, onu da hiç bilmiyorum. CV’mi hazırladım, öyle bakışıyoruz. Yüksek lisans hayâllerim vardı, pandemi sağolsun, sınavlar sonsuzluğa ertelendiği için gittikçe büyüyen bir endişeyle bakışıyoruz. Cisimlendi artık, çaya falan geliyor. İşler yolunda giderken bile evham yapmaktan kendini alamayan bir insan için işlerin yolunda gitmemesi çok zor. Okumak bitmesin, akademik hayatım son bulmasın, diye çabalıyorum kalan son enerji kırıntımla. Zaten mezuniyet belgem de hazır değil. Mezun oldum da mazbatayı alamadım.

Sayın rektör, dekan, yetkili bey ve hanımlar! Size sesleniyorum. Beni öğrenci işleriyle muhatap etmeyin! (Yeri gelmişken duasını edeyim, Allah kimseyi öğrenci işlerine muhtaç etmesin.)

Verin mezuniyet belgemi, kesin ilişiğimi artık! Ben çok hak ettim bu mezuniyeti. Yoksa mezun olamadım mı? Sizce mezun olmuş muyumdur?

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*