Veda ve dua

Son defa bakıyorum sana…

Bulutlar, gökyüzü… Elveda…

Kuşların çığlığı; sağırlığı, ağırlığı dünyanın… Elveda…

Acıyanların bana da elleri böğründe kalanlarım…

Üzülmeyin; biter bir gün acı yanlarım.

Salkım saçak sancılarım… Elveda…

Ey gelgeç Leyla, ey dünya…

Ey kör sevdalarım… Elveda…

Ey çöllerin serabı,

Ey yandıkça yandıran tuzlu suyu denizlerin… Elveda…

Atamadığım çığlıklarım, yollardaki izim, dinmeyen sızım…

Bestelerin boynu bükük hâli… Elveda…

Gün atımları, gün batımları hey…

Dayanamam bu sarı, solgun, bu olgun ayrılıklara.

Âh… Ben ki sabahlardan geliyorum.

Bu her akşamki kıyamete…

Birdenbire bu vakitli elveda…

Cenazelerde bazen bir ses böyle -nasıl söylenir bilemem- işte: “Ölüm ona yakışmadı” gibi.

Nereden biliyorsun?

İnsan ellerini birçok şeye alıştırır da ele yakışan en güzel şey dua ve elveda değil mi! Yani ellerimizi vedaya ve duaya alıştırmamız gerekiyor.

Son defa gibi bakacağız birbirimize. Bulutlara, gökyüzüne, kuşlara… Hayata… İlk ve son defa bakıyormuşuz gibi… Ellerini alıştır vedaya ve duaya. Ki zorluk çekmeyesin veda anında. Ki ihtiyaçlarımız sonsuz; duaya alışsın ellerimiz.

Avuçlarımızda tuttuğumuz zamanlar, dağların ardına düşmüyor mu birdenbire! Titrek bir istasyona ve çığlık bir vedaya/edaya hazır değilsek, yaralarımız feci kanar. Bu giden bahar bir gün gelecek.

Gençliğimiz bir baharsa ve gitmişse ve gidecekse; gelecek bir gün. Bu kışların bir ölüm olduğunu, kaç kış yaşamışsak, kaç ölüm olduğunu bilelim. Sonbahar yaprakları kaç veda mektubudur acaba!

Şimdi gelirken arabanın camına bir yaprak düştü. Sonbahar hatırlatışı… Sonbahar yaklaşıyor; hüzünlerim yaklaşıyor. Ömrümüz kaç elveda acaba!

Vuslat-firak, firak-vuslat arası gidip geliyor ömrümüz; küçülüyor. Kaç sonbahar, kaç çığlık; sayan var mı! Aynalarda değişen yüzümüzü sayabiliyor muyuz? Bir bakışta bile kaç sefer değişiyoruz!

Tahavvülat-ı zerratı hatırladım. Otuzuncu Söz. Ene ve zerre. Ene de zerre de bir nokta. Demiş ya, bir noktacık bir hayatımız var ha! Tahavvülat-ı zerrat sürekli. Biz sabit sanıyoruz hayatı ya, sürekli bir veda hâli. Bu sürekli veda hâli, sürekli duayı gerekli kılar. İhtiyacımız bitmiyor. Dua, bizim ihtiyacımızın fotoğrafını en iyi yansıtan vasıta.

Vedalı insanın duasızlığı ele alınır gibi değil. Bu yüzden ellerimizi vedaya ve duaya alıştıracağız. Yol uzun, her adım bir ayrılık. Her bakış, her nefes bir ayrılık. Bir santim ötesi kapı arkası, bir sokak ötesi gurbet. Ve bizi yaka paça götürüyorlar, götürecekler.

Ölüm böyle bir şey, veda böyle bir şey…

Nice arzularımızın peşinde koşarken, olur olmadık biri diyor: “Ver çocukluğunu, gençliğini; al şu arzularını”.

Mevsimler alıp alıp gidiyor bizi bizden. Ama sağlam bir yere teslim oluyoruz. Azrail gibi bir meleğe teslim ediyoruz canımızı, cancağızım! Üzülmemize gerek yok bu yüzden.

Yani ite kurda kaptırmıyoruz emaneti; Azrail’e, meleğe kaptırıyoruz da, bize nedense böyle korkunç anlattılar, anlatıyorlar. “Azrail gibi geldi” diyerek. Azrail melek. Böyle bir şey işte, yanlış bir bakış açısı olmuş. Yani Azrail’i yanlış anlatmış bazı büyüklerimiz. Büyümeyen büyüklerimiz…

Bilsek ki, her an bir zelzele, her an bir velvele, bir çığlık. Aslında bu ayrılığın sesini duysak nasıl yaşarız; bilemiyorum. İnsan unutarak yaşıyor.

Eğer gaflet olmasaydı, güzellikleri belki yaşarken çılgınlaşacaktık. O gaflet belki biraz dengeliyor. Yine gaflet olmasaydı, aslında o kötülüklerin, o inançsızlığın acısını yaşarken de insan çıldırırdı. Demek ki gaflet, o acıyı da o sevinci de dengeliyor. Çok iyi anlatamadım, ama çok iyi anladınız. Leyla geçiciliği temsil ediyor. Aşk ikiye ayrılıyor ya aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikî diye. Gelgeç şeyler işte aşk-ı mecazî. Yunus, “Ölen hayvan imiş; âşıklar ölmez” diyor ya.

Ya Rab, bu ne derttir; derman bulunmaz.

Ya bu ne yaradır; zahmı belirmez.

Benim garip gönlüm aşktan usanmaz.

Varır aşka düşer; hiç bana sormaz.”

Demek ki aşk da sormadan geliyor; veda da sormadan geliyor. Böyle bir şey…

“Döner gönlüm, bana öğüt verir çok.

Âşık olan gönül aşktan usanmaz.

Âşık ki cana kaldı; o âşık olmaz.

Canın terk etmeyen; mâşûku bulmaz.”

‘Hani candan geç ki canı bul. Yani geçici canından geç ki geçmeyen canı, sonsuz canı bul. Geçici canına sarılırsan o can zaten senden çıkacak. O zaman o canı sonsuz cana, vakti gelince seve seve terk et’ gibi şeyler söylüyor herhalde sevgili Yunus. Doğru anlayabiliyor muyuz?

Aşk pazarıdır bu; canlar satılır.

Satarım canımı; alan bulunmaz.”

Ancak O alır bizim canımızı. Kim alacak Ondan başka!

Âşık öldü deyi salâ verirler

Ölen hayvan olur âşıklar ölmez.”

Demek ki bizim hayvan yönümüz ölüyor. Aşk yönümüz, can yönümüz, insan yönümüz hep diri kalıyor. İnsan böylece vedaları da seviyor. Yeter ki insan kendisini vedaya, duaya alıştırsın. Üzülmeye gerek yok, bizi seven Biri var. O yüzden ellerimiz duaya alışırsa yalnızlığımız anında biter. Veda ve insan yan yana bir şey. Dünya demek, vedaya her an hazır olmak demek.

Size acıyan fâniler de acınacak hâlde. Bu yüzden On Yedinci Söz’deki, “Fâniyim; fâni olanı istemem” sözü şu anda aklıma geldi. Fâniden fâniye, fânilik bulaşır; bu kadar. Bâkiden bâkiye, bâkilik bulaşır. Gelmek varsa gitmek var.

Ölüme, ayrılığa alışan şairler var; alışmayanlar var. Meselâ Yunus ayrılığa alışanlardan… Âşık, geçici şeylere bağlanmayan; âşık, dünyanın geçici olduğunu bilen; âşık, Leyla ile karşılaşınca: “Mademki ölümlüsün; elveda…” diyen… Sonsuz bir muhabbet aşk… Sonsuz arzularımız dünyaya sığmaz ki. Bu yüzden ellerini alıştır vedaya ve duaya.

Çocuklara bazen soruyorum, “Elinde ne var?” diye. Açıp ellerini gülüyorlar, “Ne var ki?” diyorlar. “Ne yok ki…” diyorum. “Elinde sonsuz bir hazine var.”  Çoğu biliyor; biliyor musunuz? Siz de sorun; biraz zorlayın yalnız.

Evet, herkesin elinde sonsuz bir dua var. İnsanın en mesut fotoğrafı; âcizliğini, fakirliğini bilerek yaşaması. Her ân vedalı bir insan zengin olabilir mi? Elimizden her ân bir şeyler alınıyor; zengin olabilir misiniz? Elinize alıyorsunuz ve elinizden alınıyor.

Neden insan bir sıkıntı anında elini açar, gökyüzüne bakar, bir medet ister. İnsanlardan yüz çevirir; açar elini ve bu bir vedayı kabulleniştir ve duaya duruştur. İşte bu, insanın en mutlu, bahtiyar fotoğrafı, resmi, özelliği, güzelliği, en çekilir yanı.

En çekilmez yanımız veda ise, en çekilir yanımız duamız; rahatlarız. İstemek insanı rahatlatır. Ama âcizlerden, fakirlerden değil; her şeyin Sahibinden. Ellerimizi vedaya ve duaya alıştıralım. Bu iyi bir alışkanlık; bize yakışır.

Giderken beni karanlığa terk etme. O cümleyi söyle: Allah’a ısmarladık…

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*