Haydi birlikte yalnız kalalım

Dünya çok zor süreçlerden geçti. Her kesimden insanın her açıdan etkilendiği, maddî ve manevî ihtiyaçlarını mecburen sınırladığı böyle bir dönem yakın zamanda yaşanmamıştı. İnsan, pandemi süreci devam ederken maddî ihtiyaçlarını bir şekilde karşıladı, ancak duygusal ve ruhsal ihtiyaçlar başta olmak üzere manevî ihtiyaçlarını tam olarak karşılayabildiği henüz söylenemez. Stres düzeyiyle birlikte ruhsal hastalıklarda görülen artış bunun en önemli göstergesi oldu.

Pandemide insanları ruhsal olarak etkileyen belki de en önemli faktör sosyalleşme ihtiyacının giderileceği ortamların sınırlanması oldu. Çünkü insan paylaşma, etkileşimde bulunma, iletişim kurma gibi sosyal faaliyetlerden mahrum kaldığı müddetçe duygusal yıpranmalara maruz kalmaktadır. Okul, üniversite, iş yeri gibi sosyal alanlardaki işleyişin yüksek oranda dijitale aktarılması; gezi, organizasyon, arkadaş buluşmaları gibi faaliyetlerin ise mümkün olduğunca kısıtlanması yalnız kalınan zaman dilimlerinde artışa sebep oldu.

Ancak pandemi süreci devam ederken insanlar duygusal ihtiyaçlarını karşılayabileceği yeni alanlara yöneldi. Süreç başındaki alışılmadık hayat tarzına süreç devam ettikçe uyum sağladı ve ihtiyaçlarını karşılayabileceği yeni yollar çizdi. Belki de bu süreçte toplumdan uzak kalmanın getirdiği yalnızlığı iyi değerlendiren, yalnız kaldığı zaman dilimlerini kalitelendiren insanlar da oldu. Çünkü insanın sosyalleşmesi kadar, yalnızlığı nasıl geçirdiği de hayat kalitesinde belirleyici bir yere sahiptir. Ve belki de asıl mesele, kişinin yalnızlığı içinde hayat bulabilmesidir.

Yalnızlık insanın en temel ihtiyaçlarından birisidir. Yalnız kalamayan insan, kendi başına ayakta durabilmeyi öğrenemeyecektir. İnsanı tekâmüle, gelişime sevk eden öncelikli etken insanın kendisiyle baş başa kalmasıdır. Yalnız kaldığı vakitlerle insan kendini bulur. Kendini bulmadan topluma atılmak, topluma yük olmaktır. Diğer insanlara bağımlı kalmak sosyallik değil, kalabalıklar içinde yalnız kalmaktır. Topluma atılmadan önce birey olabilmek, insan olmanın bir gereğidir.

Üstad Bediüzzaman Barla’dayken günün belirli vakitlerinde Çam Dağı’na çıkar ve bir müddet orada yalnız kalırdı. Bir hatırasında şöyle anlatır: “Bir zaman elîm bir esaretimde, insanlardan tevahhuş edip Barla Yaylasında, Çam Dağı’nın tepesinde yalnız kaldım. Yalnızlıkta bir nûr arıyordum.”1 Başka bir risalede de Çam Dağı’yla ilgili şu cümleyi ifade etmiştir: “Ben bu menzilleri, Yıldız Sarayı’na değişmem.”2

Bediüzzaman Risale-i Nur hizmetinin temellerini, belki de yalnız kaldığı zamanlarda inşa ediyordu. Risale-i Nur’un hizmetine girenler de, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsiyle her an alakadar oldular ve şahs-ı manevîyi her zaman yanlarında hissettiler. Yalnızlığın karanlık yüzünü hiçbir zaman görmeyip yalnızlıkta nur buldular. Çünkü yalnızlık onlar için nefis ve şeytanla baş başa kalmak değil, Risale-i Nur’un manevî şahsını yanı başında hissetmekti. Onlar için yalnızlık, hakikatlerle derinleşmekti. Ve Risale-i Nur’la iştigal ettikleri her vakit, sanki büyük bir mecliste ders arkadaşlarıyla sohbet ediyormuş gibi bir ruh hali hissettiler.

Bediüzzaman bu ruh hâlini bir yerde şöyle tasvir ediyor: “Şu risale bir meclis-i nuranîdir ki, Kur’an’ın şu münevver, mübarek şakirtleri, içinde birbiriyle manen müzakere ve müdavele-i efkâr [fikir paylaşımı] ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur’an’ın şakirtleri onda her biri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor.”3

Nur talebeleri yalnızca dünyada değil, yalnızlığın belki de en derin hissedileceği yer olan kabir hayatında da, ki bir Nur talebesi için orası da bir nur bir aydınlıktır, şahs-ı manevînin arkadaşlığını yanında hissetmektedir. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle açıklıyor:

“Ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile rıza-yı İlâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhları olduğundan, biri ölse, ‘Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum’ diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve ‘O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum’ der, rahatla yatar.”4

Böyle bir şahs-ı manevîde yer almak, bilhassa bu pandemi sürecinde her insan için önemli bir ihtiyaçtır ki, insanın duygusal ve ruhsal nice manevî ihtiyacını karşılayan başka bir bağ bu dünyada bulunmamaktadır. Ve Üç Aylar tabir ettiğimiz Recep, Şaban ve Ramazan ayları ki, manevî anlamda kişiyi huzura erdirme potansiyeli olan önemli aylardır, bu aylarda pandeminin etkisiyle mecburen yalnız kalan nice insan, şahs-ı manevî bağlarıyla manevî ihtiyaçlarını temin edecek ve birlikte kaliteli yalnızlıklar geçirecektirler. Üç Aylarınızı tebrik eder, yalnızlığın nuruyla aydınlanmanızı dilerim efendim.

1 Yorum

  1. Allah razı olsun .Derginin devamlı olsun inşaallah.Bir genç olarak derginin çok hoşuma gitti.İstifade ettik.

Gülbahar Sebetci için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*