Merhaba matmazel;
Ahh! Aslında selam vermeliydim size. Affınıza sığınarak sözümü geri alıyorum. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Sizi Eyfel’in hemen yanında, düşünceli ve yazarken hayal ediyorum. Rüzgar başörtünüzü hafifçe savuruyor. Başörtünüzün ucunu tutuyorsunuz, kalem tutmayan elinizle. Kalem tutan eliniz durmaksızın yazıyor. Kesinlikle bana yazıyor olmalısınız.
Aslında mektuplara, kelimelere hiç de ihtiyacımız yok ki zaten ben Fransızca bilmiyorum, siz de sanırım Türkçe. Ama biz aynı dili konuşuyoruz. O’ndan başka hiçbir ilah olmayan Allah’ın dili! Zira biz aynı dile sahibiz. Ne önemi var ki, siz Eyfel’in yamacındaymışsınız, ben de sizin adını bile duymadığınız bir şehirdeymişim. Kilometreler yok, dil farklılığı yok. Biz Müslüman kardeşiz bir vücudun azaları…
Bu günlerde aklım karışık… Karman çorman bir halet-i ruhiyeye sahibim. Düşünün matmazel, sizin Fransa’nın kalabalığı karşısında Hira duruşunuz, yalnız O’na sığınmış duruşunuz, beni size kardeş, bizi cemaat/ümmet kılan duruşumuz birbirinden ayrı düşünülür olmuş buralarda…
Yüreğimizdeki Hira mı, yoksa Hz. Yunus’un kaçışı mı anlayamamışız.
Bizi biz kılan şey, kalplerimizin bulanık gözlerine, zihnimizin kirli sözlerine çarpıp düşmüş. Parçalanmışız. Kanamışız bir süre, sonra gözlerimizi kapamışız diğer parçalara. Yalnızlığa kaçmışız, diğer parçaları kendi yalnızlığında bırakmışız. Gözlerimizi bir balığın karnında açmışız matmazel, beni anlıyorsunuz değil mi? Beni bırakmamalısınız!
Yanlışlarım karşısında Ebuzer olmalısınız, bana yanlışlarımı göstermelisiniz. Vahiy inmeli Hiralarımıza ve biz de inmeliyiz. Resûl gibi, Hz. Hatice’nin yanına… Hz. Hatice’ye geliyor ve iki kişi azız ayrı ayrı kılsak da olur namaz demiyor. Cemaatle kılıyorlar namazı dağ başlarında gizlice. Bu din kolaylık dini, demek ki bu bir zorluk değil, aksine kolaylaştırma. Çabalamalı değil miyiz? Gizli davet döneminde bile gizlice toplanıyorlar, çünkü ancak birlikte doğru yolda yürüyebiliyorlar.
Ve “itikaf” diyor içimin küçük adamları. İtikaf! İtikafa nerede girilir matmazel? Eminim biliyorsunuz, ama ikimiz adına cevap vermek istiyorum; Camide. Cami sizin orada nasıl bilmiyorum, ama bizim buralarda sadece namazda açılan bir mekân. Oysa Peygamberimiz (asm) zamanında toplumun nabzının attığı mekân. Okul, mescit, karargâh, meclis… Tenha değil, kalabalık ve bu kalabalıkta tenhalık… Dünyadan yüz çevirmek, ama birbirimizden değil matmazel! Sözlerden uzaklaşmak, ama dualardan, namazlardan değil! Ve bayramı ‘birlik’te yapmak.
Birliği, cemaati, ümmeti siz anlatır mısınız bana? Zira biz vahyi, dinî bir alışkanlık perdesinin ardından görüyoruz. Neredeyse kalbimize ulaşamıyor. Din hayatımıza iniyor, kalbimize inmeden. Ve kalbe inmeyen din hayatımızda eğreti duruyor.
Duydum ki; Fransa’da insanlar akın akın Müslüman oluyorlarmış. Bütün örtülerimden sıyrılıp geliyorum Eyfel’in yamacına.
Bana anlatır mısınız gerçek yalnızlığı ve cemaati?
Halime TETİK
İlk yorumu siz yazın