Mizah ve latifede ölçü

Hepimiz huzur ve mutluluğun peşindeyiz. Bunları  kimi  ilim,  çalışma-zenginlikte, kimi şan-şöhrette, kimi oyun-eğlencede arar. Kainatın bir özeti olarak yaratılmış çok boyutlu varlıklar olduğumuzdan kalp, vicdan, akıl, şefkat gibi temel duygu, ulvî hasletlerin yanında nefsî, hissî, duygusal muzip, mizâhî yönlerimiz de vardır.

Kalp, iman, müspet-menfi duygu üretim merkezidir. Kimi zaman ciddi işlerde kalp yorulunca hayal dünyasına dalar. Latife, şaka, gülme, güldürme, yani. Mizâh ve latife; zihinleri faaliyete geçiren; duygu, düşünce, hayâl ve olayları espri ve güldürücü yönleriyle ortaya koyma; az ve veciz söz ile gerçekleri dile getirme maharetidir. Tebessüm ettirerek düşündürmek, düşündürürken öğretmek, öğretirken edep dairesinde kalan bir sanattır.

Mizah ve latife bir ihtiyaç mıdır?

Her meselede olduğu gibi, mizâhı da Esma-i Hüsn’na (Allah’ın isimleri ve sıfatları) endeksli düşünmeliyiz. Bilindiği gibi; insan, Allah’ın isim ve sıfatlarına toplu bir aynadır. Yani, “yoktan var etme” dışındaki bütün isim ve sıfatlarını yansıtma potansiyeline sahiptir. Dolayısı ile yumuşak, mülayim, nâzik, güzel, şirin ve hoşa giden anlamında “Halîm”; yani, arzusunu sana rıfk, yumuşakça, dostça ulaştıran, mahiyeti idrak edilmeyecek kadar latîf mânâsında “Lâtîf ” isimleri de tecelli edip yansımalıdır. Ciddî işlerle uğraşmaktan yorulan dimağımız; dinlenme, sükûn ve huzura ihtiyaç duyar. Bediüzzaman, bunu mizâhla gerçekleştirmeye

çalıştığımızı ifade eder:

“Beşer gerçekleri öğrenmeye, (bulmaya; aklını, zekâsını, mantığını doyurmaya) muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata da ihtiyacı vardır.”

İşte bu mizahî ihtiyacımızı; merak, araştırma, eksikleri bulma, yanlışları düzeltme, tenkit etme, baş kaldırma gibi duygularımızla dışa vururuz.

Latifede ölçü

Herşeyde olduğu gibi, esaslı cephelerimizden birisi olan latife, şaka, neşelenme, yani mizah; “ölçü ve denge” önemlidir. Elbette her meselede olduğu gibi, bu hususta da “ahlâk ve edep” çerçevesinde kalmak esastır. Yani, muhatapları rencide etmeden, gönüllerini kırmadan, beşerî zaaf ve hatâları hatırlatmak; nazik, nâzenin üslûp ile ahlâka, estetiğe, edebe dâvet etme ve uyarmaktır.

Mümin abuk çehreli değildir. Latife yaparken de hakikati dillendirmeli, eğitici, ibret verici, uyarıcı olmalıdır. Yüzü sirke değil bal satmalıdır. Latife ve şaka da da edep çerçevesinde kalmalıdır. Ölçümüz, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye olmalıdır. Halıkımızın bir ismi Latif ’tir. Bu ismin bizde tezahürü, bizde de latife şeklinde tecelli etmelidir.

Mü’min huzurlu, mutlu ve daima mütebessim olmalıdır. Zira; Kur’ân ve Sünnet bütün beklentilerine ve sorularına cevap verir; onu sonsuz yokluktan, azaptan kurtarır; Cennet müjdeler. Hattâ, bin senelik Cennet mutluluğu; bir saat Allah’ın cemâlini görmeye mukabil gelmeyen sonsuz bir hayat müjdeler.

Esma-i Hüsna penceresinden hayata bakan bir insan geniş ufuklu, gayet hoşgörülü, son derece nazik ve nazenindir. “Halîm, Latîf ” mülayim, nâzik, yumuşak, güzel, şirin ve hoş anlamları olan Esmâ-i Hüsnâ’dan ikisidir.

Latîf, “Arzusunu sana rıfkla ulaştıran, mahiyeti idrak edilmeyecek kadar latîf olan” mânâsındadır. “Habib”, seven ve sevilen yüce Allah’ın esmâsındandır.

Mizahtaki yazılı kılavuzumuz Kur’ân lâtife ve mizaha müsaade ederken; başkalarının haysiyet ve şerefini zedeleyici, onları toplum içindeki itibarlarını düşürücü alay ile ağır şakalardan ve çirkin lakâp takmaktan mü’minleri men eder:

“Ey imân edenler! Bir topluluk, bir diğer topluluğu  alaya  almasın;  belki  onlar  kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın; belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıplamayın; birbirinize kötü lakâplar takmayın. İmân ettikten sonra bir mü’mine fâsıklık yakıştırmak ne kötüdür! Kim bu günahları işler ve tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir.”1

Ve keza,”Kur’ân, hak ile bâtılı ayıran bir sözdür. O, asla bir şaka değildir.”2

Hayatımızı; Kur’ân ahlâkı ve onun tefsiri olan Sünnet-i Seniyye ile şekillendirmemiz gerektiğine göre; latifede de rehberimiz; en yüksek nüktedan, en ahlâklı, en terbiyeli, en nazik ve en nazenin insan Hz. Muhammed (asm), sair peygamlerler ve onların varisleri Mevlanalar, Nasreddin Hocalar, İncili Çavuşlar ve Bediüzzamanlar olmalıdır.

Rasulullah’ın (asm) mizahi yönünü incelediğimizde, tebessümün yüzünden hiç eksik olmadığını, lâtif lâtifeler yaptığını görürüz.

O, latife yaparken ders verdi; sözleri, fiilleri ve mimiklerinde asla “alay edici, kırıcı, küçük düşürücü” ifadelere rastlanmadı. Müslümanları da bundan men etti:

“Lüzumsuz lâtifelerden kaçınınız. Çünkü bu, mü’minin bahasını, şeref ve şanını giderir.”3

Peygamberimiz (asm) lâtife ve nükte cephesi gerçekten muhteşem ve latiftir. Nezâket ve nezâhet rehberi, “Ben, haklı bile olsa münâkaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terk edene de cennetin ortasında bir köşkü, ahlâkı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum.”4 diye buyurmuştur.

Onu örnek alan latif büyükler, “Alay, eziyet, zulüm ve hakarete varmayan” şaka, nükte ve lâtifelerin caiz olduğunu söylemiştir.

Sahabiler, kalblerin mürebbisi ve hatiplerin en naziği olan Yüce Peygamber Efendimize (asm) bir gün sormuşlar:

“Ey Allah’ın Resulü! Siz bizi şaka ve mizahtan men ediyorsunuz. Ama, siz de bunu yapıyorsunuz. Bunun hikmeti nedir?”

“Ben sadece hakkı söylerim, doğruyu anlatırım. Siz de, hakkı söylemek, kırıcı olmamak ve bâtılı tasvir etmemek şartıyla şaka yapabilirsiniz!”5

 

Dipnotlar:
1) Hucurât Sûresi, 11.
2) Tarık Suresi, 13-14.
3) Sünen-i İbn-i Mâce, Bab 19.
4) Ebu Davud, Edeb 7.
5) Tirmizî, Birr 57.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*