Vahiy penceresinden İslâmofobi’ye bakış

Kelime anlamı olarak, “İslâm korkusu” demek olan İslâmofobi, Müslümanlara ve İslâm dinine karşı sürdürülegelen önyargı ve ayrımcılıktan kaynaklanmaktadır. Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamına gelir.1

1991’de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Avrupa’nın düşmanları konumundaki Marksizm ve Komünizm düşman çerçevesinden çıkmıştır. Bunun üzerine Avrupa’da yaşayan bireyler için yeni bir düşmana yani bir ”öteki” ye ihtiyaç duyulmuştur. Avrupalı siyasetçiler ve medya ise bu potansiyel düşmanı kısa sürede bulmuştur. Bu yeni düşman “İslâm Ülkeleri”dir.2

İslâmofobi’nin 1991’li yıllardan bu yana duyulmasında Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” isimli makalesi en önemli rolü oynamıştır. Sonrasında Danimarka’da Kurt Westergaard tarafından yayınlanan Efendimiz’i (asm) kötü gösteren karikatüre çeşitli Avrupa ülkelerindeki bazı gazeteler de destek vermiştir. Norveç daha net bir destek ile ikinci bir karikatür krizine neden olmuştur. Bunları Hollanda’da Geert Wilders’in İslâm’a karşı hakaretler içeren “Fitne” isimli kısa filmi, Amerikalı rahip Terry Jones’un 11 Eylül 2010’u Kur’ân yakma günü ilan etmesi, “Müslümanların Masumiyeti” gibi Müslümanları ve İslâm’ı kötüleyen, provoke amaçlı filmin yayınlanması ve son günlerde gündemi oldukça meşgul eden Fransa’daki Charlie Hebdo hadisesi takip etmiştir. Bu olaylar karşısında Müslümanlar farklı tepkiler göstermişlerdir. Kimi müslümanlar tepkilerini itidalli bir şekilde gösterirken, bazı ülkelerde olaylara karşı yapılan eylemlerde şiddet olayları vuku bulmuştur. Yaşananlar karşısında Peygamber’e (asm) karşı sonsuz muhabbeti bulunan birçok Müslüman da nasıl bir tepki verilmesi konusunda kararsız kalmıştır. Dikkatli bir şekilde incelendiğinde aslında İslâmofobi, Müslümanların karşılaştığı yeni bir tavır değildir. Bazı oryantalist yazarlar İslâmofobi’yi Endülüs’ün İslâm orduları tarafından fethedildiği tarihe kadar geriye götürmektedir. Efendimiz’in (asm) tebliğe başladığı ilk yıllarda bile İslâm’a karşı gösterilen düşmanca tavır, bir anlamda günümüzdeki İslâmofobi’nin bir izdüşümüdür.

En’âm suresi 108. ayette Cenab-ı Hak, tebliğ ve davetin nasıl olduğunu bizlere “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et” buyruğuyla bildirmektedir. Başka bir ayette “Ehl-i kitap ile de, ancak en güzel suretle mücadele edin”3 buyrulmaktadır. Zira getirilen hüccete, şayet sövüp sayma, tenkit vb. herhangi bir şey karıştıracak olursanız, onlar da hiç şüphesiz aynısıyla size mukabelede bulunurlar. Böylece, karşılıklı öfkeler artar, nefret doruk noktasına ulaşır ve maksadınız gerçekleşemez. Nitekim Cenâb-ı Hak, “Allah’tan başkasını çağıranlara sövmeyin. Sonra onlar da haddi aşarak cahillikle Allah’a söverler” buyurmuştur. Ama, hüccetler en güzel biçimde ve sövüp sayma, eziyet verme ve benzerlerinden uzak olarak getirildiğinde, bu, kalblerde ve gönüllerde mükemmelen tesir icra eder ki, işte Cenâb-ı Hakk’ın “Mü’min kullarıma söyle, en güzel ne ise, onu söylesinler” buyruğundan kastedilen budur. 

Ka’b bin Eşref hadisesi ve Charlie Hebdo

Son günlerde gündemi meşgul eden Charlie Hebdo hadisesine gelirsek… Charlie Hebdo saldırısı hakkında bazı Müslümanlar saldırganlara karşı müsbet bir tavır takınarak bunun haklı bir saldırı olduğunu söylemişler ve bu olaya delil olarak Ka’b bin Eşref ’in öldürülmesi olayını getirmişlerdir. Bu olay, kısaca Medine döneminde bir müşriğin Efendimiz’in (asm) emriyle öldürülmesi olayıdır. Fakat bu olay ile günümüz saldırılarında  öldürülen  karikatüristler  arasında bir ilişki kurmak çok zordur. Öncelikle Yahudi bir şair olan Ka’b bin Eşref İslâm’ın hükümferma olduğu Medine’den kaçarak Peygamber Efendimiz’e (asm), sahabelere ve sahabe hanımlarına, namuslarına varana kadar ağır sözlerle şiirler yazmış, bununla yetinmeyerek müşrikleri Müslümanlarla savaşmaya tahrik etmiş ve Peygamber’e (asm) birçok kez suikast teşebbüsünde bulunmuştur. Ka’b bin Eşref ’in bu düşmanlığı kendisine ait kalmayıp, etrafındakilere de sirayet etmiştir. Bu yüzden Efendimiz (asm) bu menhus adamın şiirleri üzerinde fazlasıyla durmuş ve önüne geçmek için çareler aramıştır. Elbette ki ölüm emri hemen verilmiş bir karar olmamıştır.4

Konu ile ilgili En’am suresi 10. ayette şöyle geçmektedir: “Yemin olsun ki, senden önce birçok peygamberle alay edildi de içlerinden alay edenleri, o alay ettikleri şey (azap) kuşatıverdi.”

Kur’ân’dan uzaklaşmak mı? Uzaklaştırılmak mı?

Peki ne oldu da durum İslâm’ın hoşgörü barındırmayan, terörizm içeren, fitne sebebi bir savaş  dini  olarak  algılanmasına  sebep  oldu?

1400 yıldır İslâm’ı yanlış algılanmasına sebebiyet veren zihniyet neden son zamanlarda artarak etkili olmaya başladı? Bu sorular çoğaltılabilir fakat bu sorulara muhatap olmamızın arkasında yatan neden Müslümanların Kur’ân’ı yaşamaktan uzaklaşmasıdır. Son iki asırdır tezgahlanıp ortaya sürülen ve her seferinde Müslümanları psikolojik ezikliğe ve kendini ispat etmeye maruz bırakan senaryolar tamamıyla aynı, fakat İslâm alemi olarak bu uzaklaşmadan dolayı mukavemetimiz azaldı.

Lisan-ı hâl lisan-ı kâlden üstündür

“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef ’alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler. Belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.”5  diyen Bediüzzaman Said Nursi, lisan-ı hâlin lisan-ı kâlden üstün olduğunu nazarlara vermiştir.

 

Dipnotlar:
1) Vikipedia
2) www.politikaakademisi.org
3) Ankebût, 46
4) Sorularla İslâmiyet
5) Hutbe-i Şamiye

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*