İstibdat, demokrasi maskesi takarsa

Zaman olur zıd, zıddını saklarmış.
Lisan-ı siyasette lafız, mananın zıddıdır.
Adalet külahını, zulüm başına geçirmiş…
İstibdad-ı şeytanî; hürriyet nam verilmiş.
Bediüzzaman, Lemaat

Said Nursî’nin 100 yıl önce istibdat ve meşrutiyet hakkında yaptığı dikkat çekici bir tesbiti vardır:

“Bu iki ruh, her zamanda birer şekle girer, birer libas (elbise) giyer.”

Çok esaslı bir tesbittir bu gerçekten. Her zamanın bir modası vardır ve meşrutiyet de, istibdat da o modaya göre bir elbise giyer. Böylelikle ruhları bâkî kalır. Bu sebeple isimler, kalıplar değişse bile ruha ve mânâya çok dikkat etmek gerekmektedir.

Said Nursî, “Meşrutiyetin sırrı, kuvvet kanundadır [hukuktadır], şahıs hiçtir. İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbî edebilir, hak kuvvetin mağlûbu” diyerek dikkat edilmesi gereken noktayı ifade etmiştir.

O halde isim ve resimler ne şekilde olursa olsun, demokrasinin ve dikta rejimlerinin ruhu/mânâsı bellidir. “Âyinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” sözü de bunu ifade eder. İş ve icraat neyse, odur.
Demokrasi kabında içirilen istibdat zehirlerinin karşısında olmak gerekiyor. Bediüzzaman “Meşru, hakikî meşrutiyetin müsemmasına [bu isimle isimlendirilen mânâya] ahd ü peyman [yemin] ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrutiyet libası giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım” demiştir. Yine tek parti döneminde uygulanan “istibdad-ı mutlak”a (hiçbir hak ve hürriyet tanımayan diktatörlüğe) cumhuriyet isminin verilmesini eleştiren de odur.

Said Nursî bu eleştirilerini yaparken, aynı zamanda “Cumhuriyet ki, adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten [kuvvetin kanunda (hukukta) toplanmasından] ibarettir” , “Hulefa-i Raşidîn [dört halife], her biri hem halife, hem reis-i cumhur idi… Fakat, mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-i dindar cumhuriyetin reisleri idiler” diyerek de gerçek bir cumhuriyet ve demokrasi anlayışının nasıl olması gerektiğini tarif etmiştir.

Esasen, ‘hürriyet, adalet ve eşitlik’ gibi konuların çokça tartışıldığı Meşrutiyet yıllarından itibaren bu hususlardaki fikrini net olarak ifade eden Bediüzzaman, Asr-ı Saadet uygulamalarını delil göstererek İslam’ın hürriyet, adalet ve hukuk karşısında eşitlik gibi konuları bütün yönleriyle içine aldığını da ifade etmiştir.
Bu anlamda Bediüzzaman’ın, meşrutiyeti Şeriat namına alkışlaması ve meşrutiyete dört mezhepten deliller getirebileceğini ifade etmesi de dikkat çekicidir.

“Tebeddül-ü esma [isimlerin değişmesi] ile hakaik tebeddül etmez [hakikatler değişmez]” diyen Said Nursî, zamanın modasına göre değişen isimlere takılıp kalmamış, Osmanlının son döneminde meşrutiyet ismi altında İslâmiyet namına savunduğu değerleri, daha sonra aynı gerekçelerle “Cumhuriyet” ve “Demokratlık” isimleri altında da savunmuştur. Meselâ 1950’lerde yazdığı bir lahika mektubunda “Hadis-i şerifte ‘Milletin efendisi, o millete hizmet edendir’, yani ‘memuriyet, emirlik [idarecilik] ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır.’ Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyet’in bu kanun-u esasîsine [temel kanununa] dayanabilir” demiş; aynı yıllarda, Meşrutiyet döneminde fikren destek verdiği Ahrar Fırkası’nın devamı olarak gördüğü Demokrat Parti için “Ahrar Fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı” tespitinde bulunmuştur.

Said Nursî’nin siyasette fikren takip ettiği mesleğin, Asr-ı Saadet referanslı hürriyet-i şer’iye çizgisi olduğunu da ifade etmeliyiz. Bu mânâda onun, Hz. Hüseyin’in (ra) Yezid’in istibdadına karşı hürriyet-i şer’iye kılıcını çekip -vâesefâ- başına havale eylediğini ifade ederken ‘saltanata dönüşmüş hilafete’ getirdiği ince eleştiriyi zikretmek de yerinde olacaktır.

Bediüzzaman, “İnşaallah o Ahrarlar istibdad-ı mutlakı kaldırıp tam bir hürriyet-i şer’iyeye vesile olacaklar” temennisinde bulunarak, siyasette Ahrar/Demokrat çizginin takip edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Özetle, meşrutiyet, cumhuriyet veya demokrasi… Hangi isim altında olursa olsun, daima istibdadın karşısında ve gerçek bir adalet, hürriyet anlayışının yanında olmak Bediüzzaman’ın hayatı boyunca yüksek sesle dile getirdiği mühim bir hakikattir.
Bu zamanda ve her dönem için onun takipçilerine yakışan da bu olacaktır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*