Kıyafet, zihniyetin görünür hâlidir

28 Şubat sürecinde, başörtüsü takmam sebebiyle, zamanın üniversite yönetimince ard arda açılan soruşturmalar ve verilen cezalar neticesinde akademisyenlik hayatıma ve eğitimcilik mesleğime son verildi.

Bizler-elhamdülillah-Risale-i Nur sayesinde süreci doğru okuduk. Zaten “Gerçek musibet dine gelen musibettir” diyen bir Üstadın talebeleri olarak, hikmetini okuyamadığımız her hadise aslında dine gelen musibet halini alacağından, biz de doğru pencereden okumaya çalıştık.

Elbette yaşananlar, keyfî uygulamalar dünyalık adına pek çok şeyleri götürdü. Fakat ben şuna inanıyorum ki, bu mücadele serçe kuşunun, atmacanın musallat olmasıyla gelişen istidatları gibi bizleri de şuurlandırdı. Benim hayatım açısından bu sürecin en güzel meyvesi de, bizim yaşadıklarımıza gün be gün şahit olan kızlarımın tesettür hakikatini ruh dünyalarında akranlarından önce kabul etmeleri oldu. Bu acil mükâfat bile kaybedilen dünyalıkları gözümüzde hiçe indirdi.

Şimdilerde mücadelesini verdiğimiz bu İslam şeairinin geldiği nokta bizi cidden üzmektedir. Bu süreç içerisinde güya her şeyin dindarlar lehinde olması, hafif hafif ısıtılarak zıplama yetenekleri ölen kurbağa deneyindeki gibi, bizleri de yavaş yavaş atalete, şuursuzluğa ve dünyevîleşmeye itti. Gelinen süreç herkesçe malum. Ciddi bir vizyon kirlenmesi, kavram yıpranması ve İslamî kişilikte bozulma.

Tesettürdeki bu bilinçsizliğin kökeninde ise, hazmedilmemiş veya taklidî bir iman olduğu da bir gerçektir. Bugün tesettür, bir kulluk görevi olduğu bilincinden ziyade, daha çok modernizmle karışmış geleneksel bir tercihmiş gibi durmaktadır. Tesettür, zahirî bir örtünmeden ziyade, bir hâl meselesidir. Bir duruş ve tavırdır. Bu duruş ve tavrın altında da imanî bir misyon vardır. Bu yüzden tesettürün de taklidî ve tahkikî olanı vardır. Bugünkü algıda tesettürün sadece başörtüsüyle sınırlandırılması kısır, eksik, şuursuz bir yaklaşımdır.

Mimsiz medeniyetin inşa etmeye çalıştığı insan modelindeki estetik algı veya maddî imkânların artması, tesettürün sınırlarını bir hayli zorlamış ve dünya ve ahiretin arasına sıkışmış bir tesettür modeli ortaya çıkmış bulunmaktadır. Kıyafet aslında insanın iç âleminin ve zihniyetinin görünür hâlidir. Yani bir hâl dilidir. Bu pencereden bakıldığında da insanların zihniyetinde, bakış açısında, hayat algısında, kısacası ayarlarında nasıl bozukluklar olduğunu anlamak mümkündür.

Ölçüyü kaçırmış, ayarı bozulmuş, şuuru kaybetmiş, neyi niçin yaptığını sorgulamayan güruhlar vasıtasıyla moda, alt kültürü yutan dev bir ejderhaya dönüşmüştür. Bu öğütücü çarkın girdabına girmemek, ahir zaman Müslümanlarının en görünür imtihanı olsa gerektir. Tesettürsüzlük veya tesettürdeki eğme bükme hareketleri aslında fıtrata bir müdahale anlamına gelir. Mânâ ve hikmet gözlüğü ile bakamayanlar, insanın kendi kendine malik olduğuna hükmeder. Dolayısıyla böyle bir bakış açısına sahip kimse bedenine sahipmiş gibi davranır ve “istediğim şekilde kullanma hakkına sahibim” gözüyle hem kendisini, hem başka mahlûkatı öylece değerlendirir.

Oysa iman, insanın elinde bulunan nefis ve malın kişinin kendi mülkü olmadığını, emanet olarak verildiğini ve emaneti verenin rızası doğrultusunda kullanılması gerektiğini söyler. İşte kulluk çizgisinin istikameti veya istikametsizliği bu bakış açısına göre değişmektedir. Yani, bu asır insanının insana bakış açısı, fizikî görünüm, maddî başarı gibi insanın zahirine önem ve değer atfeder şekilde bir nazardır. Oysa iman nazarı, insanın kıymetini ve değerini yükselten şeyin ancak Allah’a olan intisabı olduğunu öğretir.

İşte tam bu nokta, tesettür anlayışının da temelini oluşturan noktadır. Zira insan değerli olmak, dikkat çekmek, fark edilmek ister. Bu fark edilme mimsiz medeniyetin teşvik ettiği şekilde bedene, zahire, maddeye yönelik olduğunda, işte insan istikametini tam bu noktada kaybetmeye başlar. İnsanın beğenilme arzusu, onu binlerce gözün esiri haline getirmekte ve kendine bakışı bile başkalarının nazarları ile şekillenmektedir. Bu ise tam bir kişilik tahribine, özgüven azalmasına veya hayâsızlık kaynaklı özgüven patlamalarına sebep olur ve sürekli kendini nazarların baskısı ve kıskacında hisseden insan ruhu yavaş yavaş hastalanır, böylelikle insan gençliğini de istikamette kullanamaz.

Maalesef bu hastalanma bugün tesettürsüzlerde olduğu gibi, tesettürün mahiyetinden uzaklaşan ve şuursuzca örtünen tesettürlülerde de görülmektedir. Çünkü buradaki mânâ, her ikisinde de bedenin başkalarının nazarlarına sunulması ve kişinin kendi olmaktan çıkıp başkalarının esaretine girmesidir.

Tesettür emrine uyulduğunda ulvî gayeler için yaratılmış, halife-i arz olma şerefiyle şereflenmiş ve ona göre paha biçilmez duygular ve cihazlarla tezyin edilmiş insanın, hiçbir duygusu tesettür vesilesiyle israf edilmez. İsm-i Hafîz’in bir cilvesine mazhar olur ve Hafîz ismi tesettür emrine imtisal ile insanı hıfzeder.

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*