“İnsan tekâmülünün, güzellik sevgisinden
öteye gelişebileceği hiç bir şey yoktur.”
İbn Arabî
İnsan zihninde, âlemin alacağı biçim estetik bir kaygıyı ve aşkı (yani akıl-algı ve akıl-süreklilik bağı) birlikte bulunduracaktır.
Estetik, bir disiplin olmalı… Ancak bu, ‘estetik bir duygu bilimidir’ denilen şekliyle, bir bilim yapar mı? Her zihnin olduğu gibi, her gelenek ve medeniyetin de belli estetik değerleri vardır. Bu durumda estetik doğal mıdır, ya da kültürel midir? (Umberto Eco kültürel boyuta daha çok dikkat çeker.) Pospelov, “Estetik bilim olamaz, genel felsefî disiplinlerden biridir” der.
Estetiğin temel sorunlarından biri, şüphesiz, zihinde (yansıması sanatta olarak) biçim ve içerik ilişkisi sorunudur. Dolayısıyla, estetik, zihin çarklarında üretilen biçimin anlayış, yaklaşım ve muhakemesi olarak da görülebilir. Şu halde Bediüzzaman’ın Muhakemat’ı estetiğin biçim ve içerik sorununu da işler. (Muhakemat’taki ‘nazm-ı maânî’ açılımı tek başına bir estetik teoridir.)
Joseph Gantner, 20. yüzyılda estetiğin dört evreden geçtiğini söyler; Klasik estetiğin ortadan silinmesi, üslûplar estetiği, fantezi estetiği, çevre estetiğidir. Bediüzzaman’ın “iman bir hüsn-ü münezzeh ve bir hüsn-ü mücerreddir” tanımını da bunlara eklemek, ‘iman estetiği’ kavramını (yetersiz bir tanımlama da olsa, şimdilik) tasvir düzeyinde öne sürmek gerekecektir. Buna bir örnek olarak:
Aristo’ya göre sanat, (estetik) eşyada devamlı var olanı taklitten doğmuştur. Platon’a göre ise, bozulmaya ve değişmeye meyilli olan obje güzel olamaz. Bediüzzaman, hem tabiatın, eşyanın güzelliğini, hem de bozulma ve yıkımdan doğan sorunun bir abesiyete sebep olacağını, bunun ise ancak haşr-i cismanî ve ahiretin varlığı ile çözülebileceğini söylüyor. İşte estetik bir ispat…
Olagelen, benzer şekilde devam ettiğine göre, bu ‘güzel’ (estetik) olduğuna işarettir. Eğer çirkin (kaba) olsaydı, devamında bir inkıtâı (kesinti) içermesi gerekecekti. Her şey güzeldir ki devam eder, her devam ayrıca bir tekâmülü de getirir; demek ki kabalıklar değişimi zorunlu kılar. Değişim içinde olagelen bir çirkinlik de bozulma ve çürümedir. Bunun için de, nihayette bir gelecek (hereafter) gereklidir. Gelecek ise ‘ahiret’ demektir. Ahiret cismaniyet olarak da ideal biçim ve içeriktir. Geleceğe ulaşan, ideal olur. Bu durumda biriken (tecrübe) estetik ve kabalıklar, güzellik ve çirkinlikler, nur ve kir, sevap ve günah birer tohum gibi birleşerek, iki ayrı, sonsuz dalları olan ağaca dönüşürler. Biri tûba-i cennet, diğeri cehennem zakkumu ile temsil edilir.
Estetik, imkân dairesi içerisinde insan zihninde yeşertilecektir. Yani iki kere iki dört kesinliğinin içinden işleyecektir. (Her ne kadar, Dostoyevski, ‘iki kere iki dört, her köşe başında bekleyen bir külhanbeyidir’ dese de -ki ona göre asıl güzel olan iki kere ikinin beş etmesidir- aynı Dostoyevski, “Evreni kurtaracak olan güzelliktir” diyerek, aslında güzelin estetiğin ötesinde mânâ ile ilişkisini (güzellik sevgisi) aradığını söylüyor olabilir.) Gazali’ye göre kâinat ihtimaller içinde en mükemmeli olarak yaratılmıştır. Dolayısıyla estetik olan vücud giydirilmiş olandır (ibda). Modern bilimin iç içe uzaylar ve her imkân içinde ayrı bir evren tasavvurunu da ayrıca tartışmak gerekir. Kâinatta israf olmaması kabulüyle yaklaşan Bediüzzaman’ın bu noktada teorik yaklaşımları, birlikte tartışılmayı beklemektedir. Kur’ân’ın “bir benzerini getirin” meydan okumasına cismaniyette bir karşılık verilemez.
İnsan estetik evrenin merkezindedir. Âyetin ifadesi ile ahsen-i takvim sûretinde yaratılmıştır. Bu insan tasviri için de ideali ifade eder. Âyetin devamında, sonra esfel-i safiline düşürülmesi ‘insan’ın hareketinden doğan değişkenliğin hakikatle olan ilişkisini belirlemesini gösterir. Buradaki harekete ‘estetik eleştiri’ deniyor. Vissarion Bielinski, eleştiriyi “hareket halindeki estetik” diye tanımlıyor. Biz buna şeriatın mizanlarıyla ‘ahlâk’ diyoruz. Bediüzzaman’ın estetik ve ruh yaklaşımı ise şöyle:
“Yine insanın fıtratında acib bir hâl: İnsanın efradı arasında cismen ve sureten ayrılık varsa da pek azdır. Amma manen ve ruhen, aralarında zerre ile şems arasındaki ayrılık kadar bir ayrılık vardır. Fakat sair hayvanat öyle değildir. Meselâ balık ile kuş, kıymet-i ruhiyece birbirine pek yakındırlar. En küçüğü en büyüğü gibidir. Çünki insanın kuvve-i ruhiyesi tahdid edilmemiştir. Enaniyet ile o kadar aşağı düşerler ki, zerreye müsavi olur. Ubudiyet ile de o kadar yükseğe çıkıyor ki, iki cihanın güneşi olur. -Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi.” (Mesnevi-i Nuriye)
Tevhidi gösteren üç estetik delili:
Birincisi:
Cüz’î ve küllî eşyalarda görünen vahdetlerdir. Çünkü herhangi bir şey zerreden âleme kadar vahdet ile muttasıf ve alâkadardır. Öyle ise, Sâni’de de vahdet var. Öyle ise, Sâni’ ehaddir.
İkincisi:
Her şeyde kabiliyetinin liyakatına göre bir kemal-i ittikan vardır. En âdi, küçük nebatî ve hayvanî bir şeyde kör gözler bile gördükleri öyle bir antika eser-i san’at vardır ki, insanları hayrette bırakır.
Üçüncüsü:
Herşeyin icad ve inşasındaki sühulettir. Gözle görünen san’attaki sühulet isbata, delile muhtaç değildir. (Mesnevi-i Nuriye)
Estetik hafızanın Esma haritası:
Çizgiler ve kökler: Evvel
Renkler ve meyveler: Ahir
Biçim ve formlar: Zahir
Anlam ve kodlar: Bâtın
Zihnin çarklarında üretilen estetiğin kaynaklarından “tahayyül, tevehhüm, tefekkür…” diye bir şerh koyar Bediüzzaman. (Çünkü estetik, bir din gibi yüceltilebiliyor) bunlar hakikatin gölgesi düştüğünde “…tasdik-i aklîden, iz’an-ı kalbîden ayrıdırlar”.
Bediüzzaman’dan bir estetik tanımı istersek iki kelimedir: kemâlin cemâli…
Nihayeti de şudur:
“Kemalin cemali dindir. Hem din; saadetin ziyasıdır, hissin ulviyetidir, vicdanın selâmetidir.” (Münâzarât)
İlk yorumu siz yazın