Sani’ ismine ihtiyacımız var

Edepten uzaklaştıkça mı sanattan uzaklaşıyoruz, yoksa sanattan uzaklaştıkça mı edepten uzaklaşıyoruz, diye düşünürüm zaman zaman… Bu düşüncem de gerçekten hayatını sanata adamış güzel insanları gördüğümde tekrar tekrar aklıma gelir. O insanların naifliği altında ezilirim de ezilirim. Sonra derinden bir ah çeker ve sanatın insanı nasıl da enaniyetten teberrî ettiğini düşünürüm.

Sanatla ilgilenen insanın, benliğini eritebilmesi için bir fırsat doğmuştur aslında. Benliğini bir kenara bırakabildiği zaman belki de sanatın ve Sanî’ isminin kapıları açılacaktır sanatçıya ve artık gerçek anlamda sanatçı kimliğine sahip olacaktır.

Edebiyatçı-Yazar İslam Yaşar’la tam da bu noktada güzel bir sohbet gerçekleştirdik. İslam Yaşar diyor ki: “Nasıl hastalandığımızda Şafi ismine, acıktığımızda Rezzak ismine ihtiyaç duyuyoruz, Sanî’ ismine de ihtiyaç duymalı ve ondan Sanî’ isminin tecellilerini istemeliyiz.”

86

Edebiyat ve sanatın hayatımızda var olması bize ne gibi güzellikler katar?

Şimdi edebiyat kelimesinin köküne baktığımızda kökü “edep”. Edebe aitlik eki getiriliyor, “edebî” oluyor, “y” yeni tabirle kaynaştırma harfi, sonra da çokluk manasında “at” eki getiriliyor. Böylece edebî olan türler ve edebî olan her şey manası çıkıyor. Edep kelimesinin mânâ derinliğine baktığımız zaman da, ahlâkî değerlere uymak, dinî değerlere riayet etmek ve insanları rahatsız edecek hâl ve hareketlerin dışında olmak demek. Dolayısıyla, edebiyat zaten biraz insanî haslet, İslâmî haslet. Sanat kelimesine bakıyoruz; sanat Cenab-ı Hakk’ın Sanî’ isminin tecellisi. Cenab-ı Hakk’ın Sanî’ ismi her türlü güzelliğe hâvî. Ve tabiri caizse her türlü güzelliğin kaynağı zaten. Dolayısıyla edebiyat ve sanat, bir insanın hayatında olduğunda birinci derecede güzellik adına yapmış olduğu her şeyi Cenab-ı Hakk’ın Sanî’ isminden alacaktır. Referansı o olacaktır. Referansı o olduğu için güzellik adına yapmış olduğu her şey, Cenab-ı Hakk’tan gelecektir, O’nun adına olacaktır. O’ndan gelen ve O’nun adına olan her şey de insan fıtratına uygun olacağına göre, insanı tezyin edeceğine göre, insana insanî hasletler, değerler kazandıracağına göre, burada birinci derecede sanat adına yapılması gereken şey odur.

 

Peki sanatla edep arasında nasıl bir ilişki vardır?

Sanat Cenab-ı Hakk’ın Sanî’ isminin ini’kası. Edep de insanın ahlâkî değerlere ve insanları rahatsız etmeyecek hareketlere ve sözlere yer vermesi ise, sanatı edeple mütenasip hâle getirmek insana insanî bir değer kazandıracaktır. Böylece insan adeta o değerlerle insanlığına değer katmış olacaktır. Ve bu değerlerden insana zarar gelmez. Bu değerlerden insana fayda gelir. İnsanî değerler ortaya çıkar. Ve Cenab-ı Hakk o insanlara kendi ismine riayet etmenin mükâfatı olarak pek çok in’amlarda bulunur. Bu in’amlar insanı güzel gösterir, yaptıklarını da güzel gösterir. Böylece Cenab-ı Hakk’ın isimlerine riayet manasında sanata ve edebiyata riayet, cemiyetin hasletidir, özelliğidir, olması gerekeni ve korunması gerekenidir.  İşte bunu yaptığımız zaman mesele kalmıyor. Mesela Asr-ı Saadet’te bu var. Asr-ı Saadet’te, cahiliye döneminde her türlü edepsizlik ve yanlışlık varken, putları sanat addederken ve yaptıkları putların hiçbirinin sanat değeri yokken, onlara tapınılırken İslamiyet gelmiş. Kimi bir günde, kimi bir yılda, kimi beş yılda kötü alışkanlıklarını bir tarafa bırakmışlar, Cenab-ı Hakk’ın Sanî’ sıfatı ile sanatı adeta O’nun güzelliğini ifade eden bir zemin hâline getirmişlerdir.

Sahabe-i güzînin, edebi ve sanatı hayatın güzelleşmesinde nasıl kullandıkları örnek alınabilinir. Ondan sonraki yüzyıllarda Müslüman mütefekkirlerin, âlimlerin ve diğer insanların ortaya koydukları güzel ve özel davranışlar ölçü alınabilir. Bunlara riayet edildiğinde, bunlar ölçü alındığında cemiyete güzel numuneler ortaya çıkar. O zaman cemiyet güzelleşir ve oluşacak güzel meyveler sayesinde cemiyetin lezzeti artar.

40Yani sanattan uzaklaşınca Cenab-ı Hakk’ın Sanî’ isminden uzaklaşıyor ve hiçbir varlığa merhametle, şefkatle bakamıyor muyuz?

Kâbilleşiyor insan o zaman. Sanattan uzaklaşınca nezaketten, nefasetten uzaklaşır, güzellikten uzaklaşır. Kâbilleşince ne olur? Gadrleşir. Yani gadabî duygular ortaya çıkar. Gadabî duygularda da kin, öfke, nefret, gayz, kan vardır. Dolayısıyla kişi kendisindeki gadabî duyguları, Cenab-ı Hakk’ın sanat tecellileriyle tedavi edecektir, mahdud kılacaktır ve tanzim edecektir. Tanzim ettiği zaman bu güzelliklerin ortaya çıkmasına vesile olur. Kahramanlık hâline gelir gadab. Tanzim etmediği zaman gadab katliam hâline gelir. Gadr hâline gelir. Kişi insanlığın dışında şeytanî bir refleksle hareket ederek, insanlığa zarar verir. O yönüyle bizim hassaten medyada, yayın kuruluşlarında, gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda, radyolarda sanatı öne almamız gerekiyor. Sanat programları yapmamız gerekiyor. Bir neşriyat vasıtası kendi dünyasında sanata ne kadar değer verirse o kadar hayata, insana değer vermiş olur. Edebin olmadığı yerde edebiyat olmaz. Edebin olmadığı yerde sanat olmaz. Edebin olmadığı yere edepsizlik, sanatsızlık ve gadab vardır. O zaman bizim önce hayatımıza edebi yerleştirmemiz gerekiyor. Hassaten yayın hayatına… İlla edep illa edep…

 

O zaman yayın kuruluşları hakkında neler söyleyebiliriz? Radyo, gazete, dergi, TV…

Yayın kuruluşlarının edebe uymak noktasında her gün kendilerini murakabe edecekleri bir yayın ikazına muhatap olmaları gerekiyor. Ta ki, edebi hayatlarına mal etsinler. Üzerine “+18, +15, +7 yaş” gibi yaş hududu koyarak her türlü ahlaksızlığı yapabilecek bir sınır tanımak, insanların kendilerine tanıyacakları bir sınır değil. Dolayısıyla TV ekranına +18 diyorsunuz ama hangi insan +18’e riayet ediyor? O zaman +18’in dışındaki diğer insanlar edebî duygulardan tezahür edecek güzelliklerden niye mahrum olsunlar? Veya edebî duyguların olmadığı yerlerde niye gadabla hareket etsinler. O zaman ne olur? +18’in ikazına uyan 18 yaş üzerindeki bir kişi orada dolar dolar dolar, gidip başka bir insana zulmeder, onu taciz eder, rahatsız eder. O zaman bizim cemiyetin, hassaten neşriyat dünyasının acaba nerde hata yaptık diyerek, aynanın karşısına geçip kendisine bakması gerekiyor. Bu ayna da sadece kendini renklendiren, gösteren bir ayna değil, edep aynası olacak. Bu ayna sanat aynası olacak, bu ayna Asr-ı Saadet aynası olacak. Bu ayna Kur’ân ve Peygamber aynası olacak, bu aynanın karşısına geçecek, “Acaba ben kendim için ne yaptım? Hangi hareketlerim benim için zararlı? Hangi nefsiyatım benim için olduğu kadar diğer insanlar için de zararlı?” diyecek. Kendisine çeki düzen verecek. Dolayısıyla bizim aynamızda her zaman göreceğimiz renk, görüntü, ahenk edebiyat ve sanat olmalı. Dolayısıyla bizim filmlerimizde, dizilerimizde kalite, edebiyat yoksa, sanat yoksa, şiir dediğimiz o ahenk unsurları insanlarımızın dünyasından tamamen uzaklaşmış, buharlaşmışsa ve edebiyatı, sanatı pespayelikte kullanıyorsa insanlar; hassaten sanat dendiği zaman Cenab-ı Hakk’ın Sanî’ ismi değil de insanların pespaye görüntüleri hatırlanıyorsa, bizim nefsiyat dünyamız bir çukurun içine, çamura düşmüş demektir. Debelendikçe o çamur her yerine bulaşıyor. Yani bir bataklığa düşmüş, döndükçe orada kayboluyor. Kayboldukça da diğerlerini kaybediyor.

 87

Medya, yayın dünyası bir ufunetli bataklıktır

İşte burada edebiyatın ve sanatın o bataklıktaki girdaba düşmüş yayın dünyasına dışarıdan uzatılmış bir hablü’l-metîn, urvetü’l vüskâ olması ve onları oradan çıkarmaya çalışması gerekiyor. Dolayısıyla, bir bataklığa düşmüş insanı oradan çıkarmak insanî bir değerse, bir hataya düşmüş insanı hatasından vazgeçirmeye çalışmak insanî bir değerse, maddî manevî yönden zora düşmüş bir insanı o düşüşten kurtarmak bir değerse, ahlaksızlığa düşmüş bir insanı oradan kurtarmak insanî bir değerdir. Bunu yapacak olan da Müslümanlardır. Müslümanlar edebiyata ve sanata Cenab-ı Hakk’ın Sanî’ ismine hassasiyetle riayet etmek durumundadırlar. Nasıl hastalandıklarında “Ya Şafi” diyorlarsa, nasıl acıktıklarında “Ya Rezzak” diyorlarsa, “Ya Sanî’” de diyeceklerdir. Onu edebî sanatlarına örnek ve ölçü alacaklardır. Yapacakları her işi edebiyata uygun, Sanî’ sıfatına uygun yapacaklardır. Bu yaptıkları iş cemiyette ma’kes bulacaktır. Ama bu bir günde olmaz. Bu bir yılda olmaz. Bazen bir ömürde olur. Dolayısıyla çok geç kalmış bir sahada İslâm dünyasının neşriyat hayatı. Belki bugün başlasa on yıl sonra netice vermeye başlayacaktır. O yüzden ne zaman başlasam sorusunu bir an önce zihninden çıkaracak, tüm İslâmî yayın kuruluşları ben ne kadar edebe ve sanata riayet ediyorum, diye kendilerine ‘edebiyat şartları manzumesi’ ortaya koyacaklar, bu şartlara hassasiyetle riayet edecekler, bu riayeti nafile ibadet telâkkî edecekler ve on, yirmi yıl sonra cemiyette düzelme bekleyecekler. Çünkü o ufunetin dağılması gerekiyor. O çamurların kuruması gerekiyor. Ondan sonra o çamurdan çiçek çıkması mümkün.

Bataklığın içinde çiçek yetişmez, saz yetişir sadece. Dolayısıyla bataklığın kuruması yıllar alacağından şu anda medya, yayın dünyası bir ufunetli bataklıktır. Bunun görüntüsü ve kokusu her tarafa yayılmaktadır. Ve insanlar adeta, bâtılı saf zihinlerle idlal ederek bu ufuneti herkesi yaymak noktasındadırlar. Ve ortaya çıkmış tezahürler de vardır. Cinayetler vs. bunlar tezahürlerdir. O zaman bu yayın dünyasının içine düştüğü bataklık biran önce kurutulmalı, orada artık yeni bir zemin hazırlanmalı, bu zeminde esas olan edebiyat ve sanat olmalı, herkes kendini edebiyat ve sanat üzerine riayetle mükellef bilmeli. O zaman ancak edebiyat ve sanat hayatımıza mâl olur. Hayatımıza mâl olduğunda hayatımız güzelleşir, bu güzellik İslâmî bir güzellik olur. Cemiyete yansır ve cemiyet de edebiyatla sanatla müteeddib bir hâle gelir tabiri caizse.

85

Gençler edebiyat ve sanatla çok ilgilenmiyorlar diye yakınıyoruz. Siz sık sık, “Genç Yorum’da edebiyata çok yer vermiyorsunuz.” diye bizi uyarıyorsunuz. Gençlerin bunlardan mahrum kalmasının sebebi ne?

Daha geriye gidelim. Beşik ve çocuk… Anne çocuğunu beşiğe yatırdı. Yastığını çiçeklerle süsledi, yorganına nakışlar işledi, beşikte oymalar işli. Yani çocuğun baktığı her yerde bir sanat var. Yetmiyor, anne çocuğun başına geçip onu uyutmaya çalıştığında ninniler söylüyor. Ve o ninnilerin her birinde bir edep var, bir terbiye var, bir sanat var, bir haslet var. Böyle büyüyen bir çocuk hep şuur altına yerleştirdiklerini görmeye çalışır. Etrafı gözler. Onlarda ne kadar güzellik varsa o çocuğun ruhu o kadar güzelleşir. Onlarda ne kadar edebiyat ve sanat varsa o çocuğun ruhu o kadar edebî ve sanatlı bir zemin alır. Ama günümüzde herhangi bir yerde kundaklanıp, TV sesleri ve görüntüsü eşliğinde yattığı bir odada büyüyen çocuk, büyüyünce yavaş yavaş, çizgi filmlerle oyalanıyorsa ve bu çizgi filmler çocuğun edebiyat ve sanat anlayışını dumura uğratıyorsa, buradan aldığı yanlışları telafi edecek başka güzellikler de göremiyorsa, ailesi de mütemadiyen TV ile hemhâllerse, o zaman bu çocuk edebiyat sanatını nerede bulacak?

Ailede bir ölçü bulamadı büyük ihtimalle okulda bulması lazım. Okula gider, öğretmen de diğer akranları da evinde TV eğitiminden geçerek gelmiştir. Onlar da aynı hâlet-i ruhîye içerisindedirler. Hassaten edebiyat öğretmenlerinde de edebiyatın bıkkınlığını görecektir. Edebiyatın ahenk ve sanat özelliklerinin “failatun failatun” kalıplarına hapsedildiğini görecektir. Onun bir istihzâ hâline getirildiğini görecektir. Biraz daha büyüyecektir. Okuduğu gazetede, seyrettiği filmde, gördüğü TV’de bu yoksa, eline aldığı dergide bu yoksa nerede bulacak bu çocuk edebiyat ve sanatı? Yarın bir gün camiye gittiğinde hocanın okuduğu Kur’ân’da, ezanda bu ahenk yoksa ve sadece şeklî bir ibadet söz konusuysa ve burada da bunu göremiyorsa? Sanî’ isminin en çok tecelli etmesi gereken yerde de bunu göremiyorsa nerede bulacak? Kaç çocuk kulak çınlatan ilahiler yerine nezîh, makamlı, ahenkli klasik enstrümanların kullanıldığı engin ve güzel bir ilahi musikîsiyle muhatap olmuştur? Bunlar olmayınca bu çocukların dünyasında nerede bulacaksınız siz sanatı? Zaten Genç Yorum’un sanat sayfasına yer ayırsanız da çocuk buraya yabancı kalacaktır. Bir süre sonra bunlar ne demek istiyor diyecektir. Orada da şiirler, hikâyeler, şunlar bunlar olması gerekiyor ancak siz muhatabınız olan gençleri Genç Yorum’da belki bir yıl içinde edebiyatı sanatı anlayacak bir dönemden geçirdikten sonra olaya dahil edebilirsiniz. O bakımdan böyle bir tablo içerisinde, insan ruhunda edebiyatın ve sanatın in’ikaslarını bulmak çok zor. Uyandırmak çok zor. Ama imkânsız değil. Zor da olsa Müslümanların bunu başarmaları gerekiyor. Nasıl ki, geçmişte başarmışlar? Yine başarmaları gerekiyor. Başarmak isterlerse başarırlar. Cenab-ı Hakk imkân verir. Yeter ki başarmak istesinler. Bizim yarını olmayan en kısa zamanda edebiyatı, sanatı hayatımızın özüne koymamız gerekiyor. TV’de bir dizi izlemek yerine bir şiir okumamız gerekiyor. Dolayısıyla okuduğumuz şiirlerde ahengi, edebiyatı, sanatı bulmamız gerekiyor. Bunu ne kadar çok yapabilirsek edebiyat ve sanat o kadar çok hayatımıza girer. Ne kadar hayatımıza girerse de o kadar hayatımız güzelleşir. Edebî ve Cenab-ı Hakk’ın Sanî’ ismine uygun olur.

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*