Kendini affetmek gibi…

Önceleri ona bakmak uzaktaki bir dosta bakmak gibiydi. Tıpkı, bir dost çağırdığında gitmek gibi… Sonraları; Sana bakmak, Sana gelmek gibi oldu. Öyle ki, bazen ikiniz aynı anda çağırdınız, ben ona gittim. Doğruya doğru ya, bir seksen iki ekranlıya kapıldı gitti gönlüm, çok defa hava-i nesîmimi terk ettim.

Şimdi böyle düşünmeye başlayınca fark ediyorum ne kadar korkunç bir hâle sürüklendiğimi. Hâlbuki nefes almak gibiydi. Sonra KOAH hastası birinin aldığı nefes gibi oldu. Bilir misiniz nasıl nefes alır KOAH hastası? Hadi bir tecrübe edelim. Şimdi derin bir nefes alın. Yarısına kadar verin. Şimdi tekrar alın. Yine yarısına kadar verin. Ve tekrar alın… Anladınız mı? Yani ona her gidişim KOAH nefesi almak gibiydi, ondan ayrılışım da nefessiz kalmak… Anlamamışım, şimdi anladım…

Şimdi anlıyorum Allah’ım, renkli karelerin beni neden bu kadar çektiğini. Gerçeğine çok yakın; ama gerçek olmayan, bir başkasının kafasının içinde yansımış olan bir dünyaya, neden kendimi bu kadar ait hissettiğimi ve orada olmak istediğimi… Çünkü kendim olmak gibiydi. Ne bileyim, sanki ana karakteri bendim dizinin. Gülüyor, eğleniyor, seviyor ve nefret ediyordum. Her hafta aynı saatte hayatımın yeni macerasını bekliyordum. Ama bir şeyler eksikti, daha doğrusu bir şeyler fazlaydı bu hikâyenin içinde. Kendine ait olmayan replikleri söyleyip duruyordu bir ses içimde. Çok güzeldi, kendimi seyretmek gibiydi. Sana bile gelmekten daha güzeldi çoğu zaman Rabbim, seninle konuşmaktan bile daha heyecan vericiydi. Kendimi bulduğumu sandığım yerde, giderek kendimi daha fazla kaybettiğimi hiç görememiştim.

Şimdi görüyorum da, en büyük yarışı yarış izlerken kaybettiğimi. Oysa zafere koşmak gibiydi.

09

Hırslarımı hatırlatıyordu bana, belki de yapmak isteyip yapamadıklarımı. Hep bir tiyatrocu olmak istemiştim ve hep çok güzel şarkı söylemeyi. Belki insanları eğlendirmekti amacım, belki de sadece korkularımla yüzleşmemek. Çünkü ölümden kaçmak gibiydi. Yarışan başkasıydı, ama yarışmayı kaybeden bendim. Ben insanoğlu olarak türümün sahip olduğu yetenekleri hayranlık ve kahkahayla izlerken, üst üste hamlesini yapıyordu en büyük rakîb olan nefis. Ve ben onunla olan mücadelemde yenildiğimi hiç fark etmemiştim.

Şimdi fark ediyorum geçmez zannettiğim dakikaların ne kadar çabuk geçtiğini. Peki, neden sosyalleşmek gibiydi? Ben Sen’in ve dahi Sen’in sevdiklerin tarafından bu kadar sevilirken, yukarı-aşağı bir parmak hareketi neden bu sevgililere sırtımı çevirtmişti? Sanki bir dostla konuşmak gibiydi. Bir saat… İki saat… Üç saat… Terazinin bir tarafı artarken, dostlarımın olduğu diğer tarafı azalmaktaydı giderek. Ve ben yalnız kaldığımı fark etmemek için daha çok salladım parmağımı. Ama bunun, bir alkoliğin her oturuşunda bir bardak daha fazla içmesi gibi bir şey olduğunu hiç bilememiştim.

Şimdi biliyorum, Allah’ım. Şimdi yine ekran başına gidiyorum. Kim bilir belki bu defa muvaffak olur ellerim o büyük düğmeye basmaya. Çünkü kendini affetmek gibi… Kendini sevmek gibi… Kendini kurtarmak gibi…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*