UZAY (1)

Zihin dünyası… Herkesin mahsus uzayı, iç içe hayâl, hakikat arasında (bazen yalan-gerçek) mekik dokur. Bu dokunuşları Bediüzzaman “dimağda meratib var” (Lemaat) diyerek inceliyor. Bu basamaklar aralarında:

“Âlem-i ziya, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehrüba, âlem-i elektrik, âlem-i cezb, âlem-i esîr, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi âlemler arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu âlemler, hepsi de ihtilâlsiz, müsademesiz küçük bir yerde içtima ederler.” diyor. Hatta:

“…pek geniş gaybî âlemlerin de bu küçük arzda içtimaları, mümkündür. Evet, hava, su, insanın yürüyüşüne, cam ziyanın geçmesine, şuaın röntgen vasıtasıyla kesif cisimlere bile nüfuzuna ve akıl nuruna, melek ruhuna, demirin içine hararetin akmasına, elektriğin cereyanına bir mani’ yoktur.” Nihayet:

“…bu kesif âlemde ruhanîleri deverandan, cinnîleri cevelandan, şeytanları cereyandan, melekleri seyerandan men’edecek bir mani yoktur” (Mesnevi-i Nuriye)

Böylece, hakikatin olduğu gibi yansımaların (tecellilerin ve zıtların) da zihinde karşılıklı ilişkiler ağıyla iç içe çoğaldığını (kesret) anlıyoruz.
69

Uzay, çoğu zihnimizdeki uzayla algı ve gerçekte olanların birleşimi gibidir. Bilimin temel uğraşı aradaki ilişkileri test etmek, zihinlerdeki uzayın gerçeği ile olan ilişkilerini ortaya çıkararak gerçek bir-e-bir eşlikleri kurabilmektir. Bu da evrensel bir bakış, dil ve yazılımı gerektirir. Buna Matematik deniyor. Fizik (ve teknoloji) de uzayda laboratuvar kuruyor. Felsefe ise tartışıyor.

Zamanda geriye ve ileriye; mekânda yükseğe ve derine gittikçe zihinlerde de büyüyen uzay açılmaya devam ediyor.

İlk başta ışık yoktu… Sadece hakikat vardı. “Nur-u Muhammediye’den (asm) yaratılan madde-i aciniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun macun ve hamurundan infisal ettirilmesine işarettir. (Mesnevi-i Nuriye)

Modern bilime göre: Patlama sonrası madde anti-madde birbirlerini yok ediyordu. Ancak madde çok az miktar anti-maddeden fazlaydı. Büyük patlamanın tozundan şimdiki evren yayılmaya (Kur’an ifadesiyle, döşenmeye) başladı. Hiçlikten… Büyük bir mühendislikle inşa edildi. Emirden, kuvvet ve kanunlar ortaya çıkarıldı. Kâinat, radyoaktif bozunma biçiminde kader programı (levh-i mahv ispat) üzerinde çalışmaya başlamıştı. Buna, tabiatın simyası da deniyor. Bu durumda yerçekimi evrenin gerçek kahramanı… (Yerçekiminin karanlık tarafı ise karadelik!)

Yerçekiminin gücü… Kuvve-i cazibe… Her şey birbirini çekiyor… Dünyayı da elma… Mükemmel şekilde dizilseydi hareket olmazdı hâlbuki. Düzensizlik… Yerçekimi başlarda gazları toplu tutuyordu. “Şükrân yerçekimine… düzensizliğe… sıralı şanslara…” (Büyük Tasarım) diyen Stephan Hawking’e kalırsa, şu halde, zihinde hakikatle bağlar kesiliyor; uzay bir simülasyona düşüyor. Yalan, ne de olsa tarihten gelen sihir! Gerçek olmasa da öyle davranabilir… (Her devrin Asa-yı Musa’sı ile karşılaşıncaya değin elbette!) hepsi daracık bir zihinde birlikte bulunabiliyor.

Bediüzzaman uyarıyor: Sen de görüyorsun ve inkâr edemezsin (Sözler), diyor. Ayrıca şunu da söylüyor: Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayali. Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı. (Sözler)
68

Hakikat ise şöyle: Sen de görüyorsun ve aklın varsa anlarsın ki, o dehşetli haşmet içinde hadsiz sehavetli bir kerem var. Hem de bak ki, o gaybî zâtın saltanatına, birliğine bütün bu şeyler şehadet ettiği gibi; öyle de kafile kafile arkasından gelip geçen, o hakikî perde perde arkasından açılıp kapanan bu inkılablar, bu tahavvülâtlar; o zâtın devamına, bekasına şehadet eder. Çünki zeval bulan eşya ile beraber esbabları dahi kayboluyor. (Elmayı yediğimizde içinde Dünya’yı çeken çekim kuvveti de gidiyor. Bunu evrenin başlangıcından itibaren vücuda gelen veya olan her bir şeye de uyarlamak mümkün). Hâlbuki onların arkasından, onlara isnad ettiğimiz şeyler, tekrar oluyor. (Yeni elmalarla, yeni çekim dalgaları, kuvvetler, alanlar.) Demek o eserler, onların değilmiş; belki zevalsiz birinin eserleri imiş. Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor, arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki; onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. (Kuvvetin kaynağı olan emrin Hawking’in patlayan zihin uzayının dışında bir alanda, imkân dairesi denilen olası uzaylarının da üzerinde bir erişilmez vücub dairesi var) Öyle de: Bu işlerin sür’atle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki; zevalsiz daimî bir tek zâtın cilveleridir, nakışlarıdır, âyineleridir, san’atlarıdır. (Asa-yı Musa)

Modern bilimin keşfine göre: Hidrojen sıkıştıkça on milyon dereceye gelir ve nükleer füzyon olur; bundan helyum yaratılır. Kalanından da saf enerji yaratılır. Yıldızlar parlar…

Hareket ters çevrildiğinde zihin uzayında bunun öncesini görebileceğin düşünülüyor. Gerçekten böyle midir? Bunun sınırı ve şartları nelerdir? Gözlemcinin konumu ve niyeti de etkin midir? Filmi geri sarmak ne kadar anlamlıdır?

Bediüzzaman’a göre: “…nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. (değiştirme, bozma)

(Mesnevi-i Nuriye)
58972737

Modern bilime göre: Oksijen, karbon gibi elementler yıldızlarda, dev fabrikalarda üretiliyor. Helyum merkeze gömülüyor. Bir araya geldiklerinde karbon oluyor. Yaşayan her şeyin inşa bloğu… Devamla birleşerek… Sonucunda, demir, enerji üretmediğinden yangın dışarı çıkmaya başlıyor. Çekirdeğinde demir çoğaldıkça neredeyse bütün yakıt dışarı taşıyor. Çekirdeğinde sıkıştıkça bizim güneşten yüz kat daha sıcak oluyor. Neticede yıldız içine çöküp patlıyor. Süpernova… Yıldızın ölümü ve yeni bir şeyin doğuşu… Demirin bir kısmı altın, platin gibi daha ağır metallere dönüşüyor… Patlayan, yıldızın kalbindedir… Kur’ân’ın tabiriyle, demir gökten yere indiriliyor… Bedenlerimiz de yıldızlardan ortaya çıkarılmış… Simyanın peşinde… Her şey kemal noktasına doğru gitmeyi arzu ediyor.

Karadelikler (zihinde mevcut uzayın ileri sarılışıyla) evrenin nasıl son bulacağını haber veriyor. Yıldız yakıtı bittiğinde içine çöker.  15 saniye içinde çapı küçülür. Çekirdeğin sıcaklığı 100 milyar derecedir. Merkezde küre yerçekimi neticesi bir noktaya dönüşür. Radyasyonla dolu olarak… En küçüğü bile dağ büyüklüğünde ışıma sağlar… Süper kütleli karadelikler galaksilerin merkezinde… Galaksiler arasında bir tür sabitleyici… Biçimlerini belirler… Gökyüzünün kazıkları… Yeryüzünün dağları…

Hayat bilinen uzaydaki en tuhaf fenomen… Çünki hayat, pek çok sıfâtın memzuç bir macunu hükmünde bir ziya, bir tiryaktır. (Sözler) Bildiğimiz hayat, üzerindeki gezegeni de değiştirdi. Nasıl kazara olabilir? Bunun için hayat çok fazla mükemmel… Her şey yerinde ve doğru ölçülerde… Buna gerek yok sanki… Ya başka evrenler de varsa? O zaman hepsi farklı koşullarda… Yani bizimkisi, bütün olasılıklardan en tam olanındayız… Biz en mükemmelini bulduk diye tekiz demek değil… Kâinat neden bu kadar mükemmel? Halbuki zihinler karmakarışık… Çoğu fizikçi başka türlüsünün mümkün olmadığını iddia ediyor. Bununla ilgili birçok farklı “antropik prensipler” çıkarılıyor. 

Bediüzzaman hakikati şöyle tespit ediyor: 

“Hem nasıl ki bütün mevcudat, vücudları ve kıyamları ve bekaları cihetinde Kayyum-u Zülcelal’e dayanıyorlar; kıyamları onunladır.. öyle de: Mevcudatın keyfiyat ve ahvalinde binler silsilelerin; (temsilde hata olmasın) telefon, telgraf silsilelerinin merkezi ve santral direği hükmünde olan sırr-ı kayyumiyette, Ve ileyhi yürceul emru küllühü (bütün işler O’na döndürülür) (Hud sûresi), sırrıyla uçları bağlıdır. Eğer o nuranî nokta-i istinada dayanmazlarsa, ehl-i akılca muhal ve bâtıl olan binler devirler ve teselsüller lâzım gelecek; belki, mevcudat adedince bâtıl olan devirler (yani sonsuz olasılıklı sınırsız evrenler, bozulmuş, doğmamış, saçma ve sayısız olası ara evrenler, biçimler, deneyimler) teselsüller lâzım gelir. Meselâ: Bu şey (hıfz veya nur veya vücud veya rızık gibi) bir cihette buna dayanır, bu da ötekine, o da ona… Gitgide herhâlde nihayetsiz olamaz, bir nihayeti bulunacak. İşte, bütün böyle silsilelerin müntehaları, elbette sırr-ı kayyumiyettir. Sırr-ı kayyumiyet anlaşıldıktan sonra, o mevhum silsilelerde birbirine dayanmak rabıtası ve manası kalmaz, kalkar; her şey doğrudan doğruya sırr-ı kayyumiyete bakar. (Lemalar) 

Modern bilim sırr-ı kayyumiyeti bilmediğinden, yerine kullandığı kavram: evrim… (antropoloji). Bu noktada Hawking diyor ki: “Bence felsefe öldü.”
Ya gelecek? Evrenin kaderi? Geleceğe bakabilen ilk insanlarız… Bizlerin geleceği?
Devamı gelecek sayıda… İnşaallah…

 

Caner Kutlu

caner-kut@hotmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*