İNSAN OLMAK MESELESİ

Her insan şuurlu ya da şuursuz olarak hayatının merkezine bir değer koyar ve o değer doğrultusunda yaşar. Bu para, sağlık, aile, belli bir kişi (mesela eş, çocuk, ebeveyn veya hayatında model olarak belirlediği birisi olabilir) makam, hazlar ya da gönül verilen bir dava olabilir; insan hayatının merkezine bir değer koyar ve ona odaklı yaşar.

Bu değerlere sımsıkı sarılmaya çalışmakla orantılı olarak hayatına bir mutluluk gelir ya da yanlış seçimden dolayı sonuç hüsran olur. O hâlde her insanın hayatının merkezine bir şekilde giren veya kendi arzusu ile yerleştirdiği o değeri iyi incelemesi ve birçok sınamalardan geçirerek hayatına yerleştirmesi en önemli kararlardan birisi olacaktır. Bu değerin yüceliği ise, kişiyi nereye hangi yönde sevk ettiği ile doğru orantılıdır. Yani, bu dünyada insanın fıtraten meyilli olduğu cemâle, celâle ve kemâle ulaştırıp ulaştırmadığı ile doğru orantılıdır. O hâlde öyle bir değer seçmeli ki, bu 3 temel eyleme daima bir şeyler katsın. Ölüm dahi olsa. En güzel bir örnek verecek olursak…

Peygamber Efendimiz’in (asm) sahip olduğu şecaat, iffet ve hikmetten oluşan o mükemmel hâl; hem dürüst, çalışkan, ahlaklı, erdemli, saygılı, hoşgörülü, akıllı, sabırlı, ölçülü, iffetli, yardımsever olmak gibi insanî değerleri hem de kâinatın ve kendisinin varoluş sebebi olarak bildiği; Allah’a, meleklere, kutsal kitaplara, resullere, ahirete ve kadere olan inancı ve bu inancın isbatı olan ibadetleri istendiği şekliyle uygulamayı hayatının merkezine koymuş olmasındandır.

Alınan değer belirlendikten sonra yapılması gereken şey o değeri hangi kimlikle, yani meslekle hayatına sokacağı muammasıdır. Bunun için kişi kendini tanıma sürecine girmeli ve gerçekten neyi istediğini sormalı, hobilerini, yeteneklerini, kararlılığını, gayretini vb. hususları keşfetmeye koyulmalıdır. Şuurlu olarak henüz yolun başındaki kişi genellikle cemâl, celâl ve kemâlin gereği olarak kendine zirveyi belirlemeye kalkışabilir. Yılmadan, az da olsa devamlı yapmak kuralına uyarsa, muhtemeldir ki tarihe adını yazdırabilir.

‘Hangi meslekte bu değerlerimin uğrunda yaşamalıyım? Avukat mı, çoban mı? Yoksa doktor mu? Fayans ustası mı, mühendis mi? Ya da tüccar mı? Bilim adamı mı, pazarcı mı? Yoksa akademisyen mi? Hangisi?’ diye sorup bulmalı, sonra doğru niyetle karar vermeli ve başlamalıdır. Neye mi? Yaşamaya… Çünkü hayat ancak böyle anlamlı ve keyifli olabilir.

Toplumda birçok insan hem kimliksiz, hem de henüz kendinin, evrenin, olup bitenin ya da niye olup bittiğinin farkında dahi değil. Biraz melankolik bir bakış olacak, ama baygın olarak yaşayıp baygın olarak vefat eden insanlar ile dolu bir dünya oldu şu ahir zaman. Çünkü insan her şeyden evvel sorgulamayı öğrenmeli. Geçmiş senelerde izlediğim, ÖSS 1.’sinin röportajını hatırlıyorum. Delikanlıya soruluyor, “1. oldunuz ve istediğiniz bölüme gidebilirsiniz, birçok insan sizin yerinizde olmak istiyor, nereyi tercih edeceksiniz?” Delikanlının verdiği cevap şuydu: “Imm, bilemiyorum. Her şeyden evvel çalıştım. Tek hedefim buydu. Yüksek puan almak. Elektronik mühendisliği düşünüyorum, ancak tıp da okuyabilirim. Çok iyi bölümler var, açıkçası hangisini tercih edeceğim kestiremiyorum…”

Yukarıdaki örnek gibi ne yazık ki milyonlarca genç var ülkemizde. Baygın yaşamayı alışkanlık hâline getiren… Baygın olan insan ayıldığında ilk ne sorar? “Ben kimim, neredeyim, burası neresi?” gibi sorularla kendini, çevresini ve içinde bulunduğu ortamı anlamlandırmaya çalışır. Bizler doğduğumuzda baygındık. Tâ ki doğru ve yanlışı ayırt edene kadar. Sonra sorgulama ve anlamlandırma arzumuzca her şeyi sormak istedik ve sorduk. Kâh lisanımızla, kâh lisan-ı hâlimizle. Bu sorularımıza kayıtsız kalmayan aileler oldu, cevaplamak için uygun sabrı göstermediler. Ya da bu durumun ciddiyetini fark edemediler.

Baygınlıktan ayık duruma geçmek, ayılmak demek olan bir takım temel sorular ile birlikte temel eğitim ve öğretimleri almadan hayatı birçoğumuz yaşamaya başladık. Birileri dedi ki, ‘Biz senin iyiliğini istiyoruz, okula gitmelisin ve en yüksek notu almalısın.’ Biz de söylenenleri yapmaya çalıştık. Devamlı en yüksek puanı almak için yarıştırılıp bir yerlere yakıştırıldık. Ancak gerçekten bizim ne hissettiğimiz veya neyi istediğimiz pek de önemsenmedi. Önemsendiği vakit de geç kalındı. Çünkü kendini tanıma sürecini dahi henüz başlatmamış bir ergene, siz gerçekten ne istiyorsunuz sorusu yavan kalıyor. Genellikle doğru soruları yanlış zamanda sorduğunda ve cevaplayamadığında kişi o doğru sorulardan da uzaklaşıyor ve kendine bir meşguliyet bularak onunla kendini uyuştururcasına yaşıyor.

‘Şu hayatı en doğru nasıl yaşamalı?’ sorusunu bugün birçok kişisel gelişim uzmanı sorup cevaplamaya çalışıyor. Ağaç meyvesi ile bilinir kaidesince, bu soruya verilen cevap da kaliteyi ortaya koyuyor. Bediüzzaman Hazretleri de metod olarak, ilk insanın kendi anlamı ve evrenin muammasına yönelik yolculuğunu hemen her risalede işliyor. Ve meyveleri mi? Objektif olarak baktığımızda Türkiye’nin en çok okuyan yetişkinleri Nur Talebeleri. En çok okuyan öğrencileri Nur Talebeleri. En çok kendi olarak kalma gayretini gösteren gene Nur Talebeleri…

Sonuç olarak; kişinin kendini keşfetmesi, anlamlandırması ve şu anda bulunduğu yerden kendini toparlama sürecine sokabilmesi temeldeki bu soruları sorup ve gerekli özeni göstererek cevaplaması ile mümkün. Muhtemeldir bu yazıyı okuyanların bir kısmı hayatlarına kaldıkları yerden devam edecekler. Peki, siz hangisini istiyorsunuz? Hayatınıza kaldığınız yerden devam etmek mi, yoksa bir şeylerden başlayarak artık değişime niyetlenmek mi?  “İki günü birbirine denk olan ziyandadır” hadis-i şerifi bize aslında bu konuda en büyük dersi veriyor. Şimdi de “neler yapmalıyız” diye biraz düşünelim. Ve cevapları bir yere not edelim, çünkü çok lâzım olacak.

Yazıya yeniden devam ediyorum, çünkü az önce ben de notlarımı aldım. Bu yönteme ara ara kendimizi tabloda görmek ve gelişimimiz için yeniden yeniye ihtiyacımız var.

 

Sedat Kan / Kişisel Gelişim Uzmanı
sedatkann00@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*