ADALET DAĞITACAĞIZ DERKEN ADALETİ DAĞITIYORUZ

Adalet kâinatın ruhudur. Yaratıldığı günden beri çekirdekten ağaçlara, atomdan galaksilere kadar muhteşem bir nizam, intizam ve adalet üzere idare edilir. Her varlığa kendilerine uygun haklar ve görevler verilir. Kimse incitilmez. Her varlık ezelden ebede doğru seslenen ilahî koronun bir enstrümanıdır. Her ses kendi içinde güzel, kâinat armonisinde başka güzeldir. Ağaçtan tohum, kâinattan atom, korodan enstrüman eksilse dünyanın dengesi sarsılacak, adalet ayaklar altına alınacak, dünya bomba olup patlayacaktır.

İnsan denilen garip varlık tarafından her geçen gün ağacın tohumuyla, kâinatın atomuyla, kâinat korusunun enstrümanlarıyla, insanın fıtratıyla oynanıyor. O gün bu gündür dünya eğik duruyor. Kendilerinde Adl isminin tecelli ettiği sahabelerle fabrika ayarlarına dönen kâinat Hz. Ali’den itibaren tekrar düşüşe geçti.  Valiler velilere tercih edilmeye başladı. Adaletle hükmeden hilafet yarım kaldı; Yezid’lerin saltanatı başladı.

Hz. Aliler toprakta hafî kalsa da ruhları bâkî, nesilleri bereketlidir. Yere düşen hilafet bayrağı elden ele dolaşarak Bediüzzaman’a kadar gelir. Hz. Ali Ayet’ül Kübra Risalesi ile bayrağı kendisine teslim etmiştir. Bunun üzerine zamanın Yezid’leri harekete geçmiş, Bediüzzaman ve talebelerini Denizli Hapsi’ne atmıştır. Adalet sıfırlanmış, sahabe dönemindeki adalet-i mahzâ ile adalet-i izafiye mücadelesi tek kelimeyle orantısız güce ve zulme dönüşmüştür. Yine de Bediüzzaman ve talebeleri Hz. Hasan meşrebiyle hareket etmiş, kavl-i leyyin ile iman ve insana hizmet etmiş, valileri veli, eşkıyaları evliya etmiş, insanlığı asr-ı saadete, aslına taşımaya gayret etmiştir.

Üstad Bediüzzaman 25 Eylül 1943’de getirildiği Denizli Hapsi’nde 9 ay kalır. Eskişehir Hapsi’nde Hz. Ali’nin İsm-i Azamı Adl ismini yazan Üstad Denizli Hapsi’nde Hz. Ali’nin mihrabında, Hafız Ali’nin minberinde Meyve Risalesi’ni yazar. Risale’nin 12 kez çıkarıldığı mahkemede Üstadın müdafaanamesi olur. Fakat “kesin imha” emrini uygulamakla görevli hâkimler heyetinden bir türlü beraat çıkmaz. Nihayet 25 Haziran 1944’de heyete ilk kez katılan Hesna Şener’in büyük gayret ve cesaretiyle karar çıkar.

 

Hâkime Hesna: bir hüsna esma

Hâkime Hesna. Hz. Hasan gibi “güzellik, iyilik, hüsn sahibi”. Hz. Mustafa (asm) ve Hz. Hasan’dan doğan nehir. Bediüzzaman. Bir bedii, hüsna, güzel, insan. Hz. Mustafa (asm) ve Hz. Hasan’dan doğan nehir. İki nehir Denizli’ye dökülür.

Hesna’nın başı açık olsa da kalbi hakikate açıktır. Üstad gibi duvarın arkasını görür. Adl ve Hâkim isimlerinin tecelli ettiği Hz. Mustafa, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Bediüzzaman’ı arkasına alarak beraat kararının verilmesini sağlar. Erkeklerin korktuğu bir davada kendisini ortaya koyarak mahşerde kendisine şefaatçi olacak Kur’ân davasına sahip çıkar. “Adil hâkime” unvanını alır. Böylece Nur’lar aleyhine açılacak davalara kapıyı kapattırır. Milyonlarca nur şakirdinin dua kapıları sonsuza kadar kendisi için açılır. Kazandıkları bütün haseneler, sevaplar tamamen Hesna’nın defterine de yazılır. Üstadın da hususî duasına mazhar olur. Talebeliğe ve manevî evlatlığa kabul edilir. İsmi gavsların, kutupların yanına yazılır.  Demek bir esma, hesna gibi bir insanda tecelli etse gavs makamına yükselir.

2 yıl önce Hesna’ların cezbesine kapılmış olmalıyım ki, Denizli’ye geldim. Kaderin garip cilvesidir ki, Adalet Mahallesi, Adalet Sitesi’ne yerleştim. Değil mi ki, adalet mülkün temelidir.

Rabbimiz, Hz. Hasan ruhlu insanları ahiret âleminin sultanı yapmak için dünya sultanlarının zulmüne maruz bırakır. Dünyanın çirkin yüzünü gösterir ki, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Üstad ve talebelerinin Denizli’de yaşadıkları tam anlamıyla buydu. Yıllar geçiyor, tarih başka türlü tekerrür ediyordu. Ben de içimde fena ve zeval zulmü ile inliyor, inletiyordum. Beşer zulmetse de kader adalet ediyordu.

Her şeye kudreti yeten Kadir Rabbim, Adl ismine mazhar olamadığım için beni feleğin çarkından geçiriyordu. Atomların ve gezegenlerin döne döne Rabbini zikrettiğini gören Mevlana semaa kalkmıştı. Demek semavî olmak için Mevlana gibi kimsenin birbirinin hukukunu çiğnemediği kâinattaki ilahi raksa katılmak gerekiyordu. Varlıkların zikrini duyabilen bir kul adaletsiz olabilir mi hiç. Halim, kürsülerde, minberlerde, meydanlarda Mevlana ruhundan bahseden, ama kalbi Yezidleşen, kul hakkına giren, masum kalpleri ezip geçenlerin hallerine benziyordu.

43

Önyargılarla insanları yargılayan adaletsiz nefsim

Adl ismi Rahim burcunda tecelli ederdi. Rahim her varlığın ihtiyacı olan rızkı verirdi. Zira kâinat kocaman Halil İbrahim sofrasıydı. Fakat içimden bir Nemrut çıkıyor, sofrayı yakıp yıkıyor, çalıp çırptıklarını avenelerine dağıtıyordu. Dünyadaki ve dünyamdaki gelir dağılımı dengesi bozuluyor, gün geçtikçe zenginler daha zengin, fakirler daha fakir, nefsim daha sefih, kalbim daha hakir hale geliyordu. İsraf, zulüm ve adaletsizlikle muvazene, nizam ve intizam gün geçtikçe bozuluyordu. Azalarımın, duygularımın bağı ve mizanı kayboluyordu. Varlığımdaki Sani-i Adl-ü Hâkim izleri siliniyor, letafetimi kaybediyor, insanlıktan çıkıp hayvanlara karışıyordum.

Bitkilerde Cemâl, hayvanlarda Celâl ismi daha çok tecelli ederdi. Celâl, en çok Adl ismine layıktı. Ben Hz. Ömer gibi celâllî edalarla dolaşıyor, adaletten bahsediyor fakat iş adil olmaya geldiğinde yan çiziyordum. Son yıllarda dünyamda en çok zarar gören kurumlar, durumlar adalet, emniyet ve diyanetti. En çok yıpranan esma Adl ve Hâkim’di. Nefsim kalbime, nefsinin esiri olanlar masumlara kelepçeyi takarken kimseden ses çıkmıyordu. Dünyam zindana dönüyordu. İçimde mahkemeler kuruyor; ergenokon, balyoz, tahşiye, 15 Temmuz… Sanıklarını yargılıyor; hukuka ve insanlığa olan güven ve inancı bir daha sarsıyordum.

Üstad, Denizli Mahkemesi’ne kırk sekiz yamalı paltoyla gitmişti. “Ayağa kalk” diyen hâkime “bütün dünyalığı bu bohça olan bir adamı ancak bu kadar bir dünyalığa sahip olan yargılayabilir” diyerek meydan okumuştu.  Kendimdeki ve etraftaki israf ve lüksü gördükçe kimsenin başka birini yargılayacak hele hele adil yargılayacak hâli yoktu.

37

Hepimiz kirlenmişiz; kimse diğerini yargılayacak hâlde değil

Midemiz haramla, dilimiz yalanla, elimiz kanla, kalbimiz kinle kirlenmiş. Denizli Mahkemesi’nde hâkimin sorularına Üstad cevap vermemiş, müdafaada bulunmayı reddetmişti: “Sizin oturduğunuz makam, mazlumların hakkını muhafaza yeridir. Temizdir o makam. Davamızı muhakeme edenin de temiz olması lazım.”

Hâkim şok olmuş, makamını terk edip ‘temizlenmek üzere’ eve gitmişti. Demek, Üstad gibi temiz birini yargılayacak kişi temiz olmalıydı. Bugün hepimiz kirlenmişiz. Kimse diğerini yargılayacak hâlde değil.

Bendeki ve bizdeki bu ayarsızlıkların sebebini biliyordum. Üstadımın ifadesiyle “israflı, iktisadsız… zulümlü, adâletsiz… kirli, nezafetsiz bedbaht” bir insandım. Kâinatın ve mevcudatın hareket düsturu olan iktisad, nezafet, adâleti yapmadığımdan, mevcudata muhâlefetimle, manen nefretlerine ve hiddetlerine mazhar oluyordum.

Şimdi Adalet Mahallesi’nde, Adalet Sitesi’nde otursam da bende adaletten, Adl isminden eser yok. Hesna Şener Üstad’daki hakkaniyeti, ulviyeti ve safiyeti görmüş, beraat vermişti. Bense masum değilim. Mahkeme-i kübrada Hesna gibi melek hâkime çıkmazsa işim zor. 2 yıldır Bediüzzaman’ın Denizli Hayatı’nı yazmak istiyorum. Bediüzzaman Denizli Mahkemesinde hâkimlere, Denizli İlbadi Mezarlığı’nda medfun Hafız Ali kabirde sual meleklerine Denizli Hapsinde yazılan Meyve Risalesi ile cevap vermişti.  Benim de arzum “Bediüzzaman’ın Denizli Hayatı” kitabı Meyve Risalem, mahkeme-i kübra da müdafaanamem olsun. Fakat böyle giderse kitap bitmeyecek. Onun için hesap gününde savunmam hazır: Allah’ım bana adaletinle değil merhametinle muamele et. Beni de Hesna Şener, Bediüzzaman ve Hafız Ali’yi sevenlerden kabul et…

 

Mustafa Oral
mustafaoral74@hotmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*