ADALET HAKİKATİNE KISA BİR NAZAR

Günümüzde, mânâsının yaşantıya geçirilmesine çok ihtiyaç hissettiğimiz bir kavramdır adalet. Hele ki içinde bulunduğumuz şu zamanda, dilimizde kalmayıp şahsî ve içtimaî hayatımıza sirayet etmesi gereken bir kavram aynı zamanda. Bunun olabilmesi için de; adaletin ne olduğu, adaleti nasıl anlamamız gerektiği, adaletin ne gibi kısımları olduğu sorularına cevap bulmamız gerekmektedir.

Sözlüğe baktığımızda adalet; insaflı olmak, doğru davranmak, zulmetmemek, her şeyi yerli yerinde yapmak, istikamet ve hakkaniyet anlamlarına gelir. Genel anlamda ise adalet, verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder.1

Kur’ân’da adalet kavramından çokça söz edilmiştir. Söz söylemede (Enam 152), şahitlikte (Maide 8), yargıda (Nisa 58), barışın sağlanmasında (Hucurat 9), borçlanmalarda ve senet tanziminde (Bakara 282) ve aile hayatında (Nisa 129) adalet emredilmiştir. Adalet kavramının zıddı ise zulümdür.

Manevî tefsir-i Kur’ân olan Risale-i Nur’a baktığımızda ise adalet kavramının külliyatın birçok yerine serpiştirildiğini görmekteyiz. İşaratü’l-İ’caz adlı eserin baş kısımlarında Kur’ân’daki anasır-ı esasiye ve Kur’ân’ın takip ettiği maksadlar dört tanedir: tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadettir. Hatta devamında sorulan bir soru üzerine Bediüzzaman verdiği cevapta, bu dört maksadın Kur’ân’ın her ayetinde, kelâmında, hatta kelimelerinde bile sarahaten veya işareten veya remzen bulunduğuna dikkat çekiyor. Demek ki adalet çok yüksek hakikatleri barındırıyor.

Adalet nasıl temin edilecek, sorusuna ise Bediüzzaman Hazretleri birkaç yerde cevap veriyor. Bu yerlerden biri İşaratü’l-İ’caz’daki “Sırat’el-Mustakim” bahsidir. Ruhun bedende yaşabilmesi için üç kuvve ihdas edilmiş. Bunlar kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliyedir. Bu kuvvelere imtihan sırrı gereği had ve sınır konmamıştır. Bundan dolayı ifrat, tefrit ve vasat mertebeleri vardır. İşte bu kuvveleri vasat mertebede kullanırsak iffet, şeceat ve hikmet faziletleri meydana gelmektedir. Bunların mecz ve hülasasından ise adl ve adalet ortaya çıkmaktadır.2 Eğer adalet vasfına sahip olmak istiyorsak kuvvelerimizi vasat mertebede kullanmamız gerek. Yoksa ifrat ve tefritlerde kullanırsak zulüm ve tecavüzler vukua gelir. Bu ise adalete zıttır.

İşaratü’l-İ’caz’da ibadet bahsinde ise Bediüzzaman Hazretleri Bakara 21–22. ayetlerin tefsirini yaparken ‘ibadet –adalet’ ilişkisini kuruyor. Yani adalet vasfına sahip olmak için kuvvelerin vasat mertebede kullanılması yetmiyor, ibadetlere de ihtiyacımız olduğunu aklî bir silsile hâlinde bizlere sunuyor. İlk olarak fıtrattan hareket ediyor. Fıtratımızda çeşit çeşit meyiller ve arzular var ve bu yüzden insan en güzeli ister ve insaniyete layık bir geçim ve şerefle yaşamak ister.

Bu meyillerin gereği üzerine ihtiyaçlarının giderilmesinde çok sanatlara muhtaç. Bu sanatların hepsini yapamayacağından kendi cinsinden olanlarla birlikte çalışmaya mecburdur. Ama şu da bir gerçek ki, kuvvelerine had ve sınır konulmadığı için bu yardımlaşmada çok tecavüzler ve zulümler vukua gelebilir. Bunları önlemek için adalete muhtaçtır. ‘Adalet neye göre, kime göre’ denmemesi için küllî bir akla ihtiyaç vardır. O külli akıl da ancak kanun suretinde olur. Öyle bir kanun ancak şeriattır. Bu şeriatı da tatbik edecek bir merci’ olması gerekir. Bu merci’ de ancak peygamberdir. Delili ise mucizelerdir. Sonra ise Cenab-ı Hakk’ın emirlerine ve nehiylerine itaat ve inkıyadı temin ve tesis etmek için Sâni’in azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardır. Bu da ancak ibadetle olur.3

36

Bediüzzaman Hazretleri burada bize, aklî bir silsile ile adalet sağlanmak isteniyorsa ibadete ihtiyaç olduğundan bahsetmektedir. Hatta bu bahsin devamında kâinatta Cenab-ı Hakk’ın kanunları olduğundan bizim bu kanunlara ancak ibadet ile intisap edebileceğimizden bahsetmektedir. Rabbimizin Adil ismi gereği adalet kanunu her şeye sirayet etmiştir. 10. Söz 10. Hakikat’te bahsedilen dört anasır-ı maneviyeden biri adalettir. Bu bakımdan adalet kâinatta her yerde vardır. Bizim de bu kanunlara dâhil olmamız ancak ibadetle mümkün olabilmektedir.

Öte yandan Risale-i Nur’da 15.mektup 2. Sual’de Cemel Savaşı bağlamında adalet kavramı ikiye ayrılmaktadır: adalet-i mahza ve adalet-i izafiye. Maide 32. ayetin ışığında izah edilen yerde bu adalet çeşitleri şöyle tanımlanmıştır:  Bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selameti için feda edilmez. Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selameti için, bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez. Adalet-i izafiye ise küllün selameti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. “ehvenü’şşer” diye bir nevi adalet-i izafiye yapmaya çalışır.4

Bu ayrımın izahının sahabe efendilerimiz arasında meydana gelen muharebenin hikmetinin arkasından gelmesi de ayrıca manidardır. Cemel Vakası, bir tarafta Hz. Ali, diğer tarafta Hz. Aişe, Hz. Zübeyir bin Avvam ve Hz. Talha bin Ubeydullah arasında geçen bir muhaberedir. Bediüzzaman Hazretleri bu olayın asıl sebebinin içtihad farkından ileri geldiğini, tarihin gösterdiği diğer sebeplerin ise bahaneler olduğunu ifade etmektedir. İki taraf da içtihad etmiş ve bu içtihada göre hareket etmiştir. Her ne kadar Hz. Ali’ninki isabetli, karşı tarafınki hata ise de içtihaddan kaynaklanan bir sevabı alırlar. Yani görüyoruz ki, adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin seçimi meselesi sahabelerin bile zorlandığı bir mesele. Fakat ayetin ışığında Risale-i Nur penceresiyle anlıyoruz ki, hakiki adalet adalet-i mahzadır. Ancak adalet-i mahzanın uygulanması mümkün değilse adalet-i i-zafiyeye gidilir. Yoksa zulüm meydana gelir. Zulüm varsa adalet yok demektir.

Bizim vazifemiz Kur’ân adaleti olan adalet-i mahzayı esas tutup hayatımızı buna göre şekillendirmektir. Adaleti kendimize rehber etmektir. Zulümden uzak durmaktır. Nitekim tahşidat var: “Zalime meyletmeyin. Yoksa ateş size de dokunur.” (Hud Suresi, 113)

Dipnot:
[1] Dini Kavramlar sözlüğü, DİB, ANKARA, sf 6
[2] İşaratu’l-İca’z, Yeniasya Yayınları (yeni tanzim), Şubat 2008, İstanbul, sf 45
[3] a.g.e. sf 228
[4] Mektubat , Yeniasya Yayınları, Ocak 2001, İstanbul, sf 57

 

Nesibe Ersoylu
huzuruilahi@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*