GÜNAH VE SUÇ: HAK MI, ŞAZ MI?

Hangi davranışın zalimce ve hangisinin adil olduğunu anlamak çok zor değildir. İki adaletin çatıştığı yani iki çözümün de adilce göründüğü hallerde hangi çözümün daha adil olduğunu anlamak daha zordur. (Birçok Amerikan filmi vicdana hitap eden bu tür problemleri senaryolaştırır. Bu sebeple beğenilir ve çok izlenir.)

Mesela bir yangında baygın babası ve oğlundan birini kurtarma konusunda öncelik hakkını kullanan bir kişinin davranışı ne zaman daha adil olur?

Mesela biri genç, diğeri yaşlı iki bağımsız avcının aynı anda ok fırlatıp isabet ettirdiği bir ceylanı kim avlamış sayılır?

Hukukun ne olduğunu ya da neyin daha adil olduğunu kim söyler?

“Devlet” cevabını verecek olanların bu cevabı da sorgulamasını sağlayacak daha ayrıntılı ve güncel bir misal verelim:

Yasam: Küçükleri korumak, tek büyüğü saymak.

Anayasalar temel hak ve hürriyetleri açıkladıktan sonra devletin yani devlet yetkisi kullananların vatandaşlara ve topluma karşı hangi görevlerle görevlendirildiğini sayar ve bu görevin ifasında iş gören yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin işleyiş sisteminin anahatlarını çizer:

Yasama yetkisi TBMM’dedir, çoğunluk sistemiyle çalışır ve kanun yapar. Yargı organları kanunları uygulayarak adalet dağıtır, kimseden emir almaz, sadece kararları üst mahkemelerce denetlenir. Yürütme ise devlet adına temsil ve icra görevi yapar ve sıkı ya da gevşek bir hiyerarşi içinde çalışır.

Devlet adına yürütme yetkisine sahip olanların kanunlara uymaları gerektiği kadar amirin emrine de itaat etmesi gerekir. Amirin emrinin kanuna uygun olduğu temel varsayımdır. Ancak aksi mümkündür.

 

Amirin emriyle kanun çatışırsa ne olacak?

Başka devletlerin anayasaları gibi Türkiye Cumhuriyetinin Anayasası’nda da bu sorunun cevabı ile ilgili olarak “kanunsuz emir” ve “konusu suç olan emir” ayrımı ve tarifi vardır. Şöyle ki:

Bir memur amirinden aldığı emrin kanuna aykırı olduğunu ve dolayısıyla ileride kendisine bu yanlışlığın hesabının sorulacağını düşünüyor olabilir. Ancak sırf bu sebeple emri ifa etmekten kaçınamaz. Amirine durumu bildirir ve emrini yazılı olarak vermesini ister. Bu yazılı emrin bir örneğini de saklama hakkına sahiptir. Zira ileride bir sorumluluk davası ile karşılaşacak olursa bu yazılı belgeyi de delil olarak gösterip sorumluluktan kurtulabilir. Sorumluluk iradenin sahibine yani amire aittir. “Kılıç kesmez, el keser” denilmiştir. Mesela orman bölge müdürü kendi memurlarına bir orman alanında yangın çıkarma ve söndürme talimatı verse, bir memur bunu kanuna aykırı bulsa ve yazılı emir istese, gelen yazılı emri yerine getirme görevi vardır.

Buna karşılık amirin memuruna verdiği ve uygulamasını istediği kanunsuz emir aynı zamanda konusu suç olan bir emir türünden ise yazılı emir dahi kişiyi kurtarmaz. Mesela orman işletme şefi orman memuruna orman köylülerinin evini yakma emri verse bu emrin konusu açıkça suçtur. Evi yakanı cezadan yazılı emir de kurtarmaz.

Bununla birlikte konusu suç olan emir ile kanunsuz emir arasındaki çizgi her zaman yeterince net değildir. Mesela orman müdürü değil de tapu müdürü kendi memuruna orman arazisinde yangın çıkarma emri verse konusu suç olan bir emir mi vermiş olur? Ya da müsadere edilmiş olan ve suç delili niteliği de taşıyan bir malı (mesela hard diski) imha etme emri alan bir adliye memuru amirinin yazılı emrine uymakla sorumluluktan kurtulmuş olur mu? Uymakla yükümlü müdür? Direnme hakkı var mıdır?

Sorunun cevabı aynı zamanda ceza hukukunun temel prensipleri olan “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ve “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” ilkeleri ile de doğrudan ilgilidir. Ve asıl soru, tüm taraflar için, her zaman, “hangi davranış daha adildir” şeklindedir?

34

Kanunu ve kanuna aykırılığı belirleme yetkilisi: vicdan

Yukarıdaki problemlerin ve benzerlerinin çözümü için devlet adına kanun koyan ve suç ve ceza tayin eden kişilerin net tarifler yazmaları ön şarttır. Ancak kanunun net olması adil olması demek değildir. Adalet için vicdana ihtiyaç vardır.

Vicdanı harekete geçiren ve insanda vicdanın hakimiyetini sağlayan nedir?

Bu soru duygu eğitimi ile doğrudan ilgilidir. Zira duyguların merkez mahalli olan vicdan, doğruyu ve yanlışı, nötr bir algılayıcı ve sağlam bir hesaplayıcı olan akıl terazisinin de yardımıyla bulur.

Ancak aklın “bilimin ışığı”na ihtiyacı olduğu gibi vicdanın da bir ışığa ihtiyacı vardır. O ışık ise din ilimlerinin kaynağı olan vahiydir. Dolayısıyla duyguların dinî terbiye ve hassasiyetler ile eğitilmesi ve sınırlandırılması vicdanı aydınlatır ve enerji verir.

Bunu basit bir örnekle şöyle açıklayabiliriz:

İnsanın maddesi bilgisayarın donanımı ve hard diski gibidir. Duygular ise bilgisayarın yazılımlarına benzer. İşletim sistemine ait ana yazılım vahiy ve ona yardımcı ilhamlardır. Diğer yazılımların ve programların doğru işleyebilmesi için vicdana ihtiyaç vardır. Vicdana vahyi ve ilhamı gönderen, hard diske ilk yazılımı yükleyen mesabesindedir.

Vicdanın imtihan imkânı/mekânı: İrade

Allah “ol/kün” demekten ibaret emriyle kâinatı var etmiş ve her an yeniden var etmektedir. Hem de her şeyi kuşatan külli iradesiyle yarattığı varlıklara şekil ve farklılık vermiş ve vermektedir.

Ruhaniyat/cismaniyat farkı, canlı/cansız farkı, basit/mürekkep farkı gibi farklılıklar insan aklı tarafından kolay ayrıştırılabilmektedir. Buna karşılık hayat sahipleri içinde görünen bir ayrım olan “iradesi olan/olmayan farkı”n bağlı çizgiler kolaylıkla ayırt edilemez. Akıl ve irade arasındaki ilişki ve hayvan ve insanın farkları meselesi de materyalist felsefenin tek gözlü dehasıyla değil ancak nuranî akıllara ait vahyin ışığında halledilebilecek meselelerdir.

Ancak bilinen odur ki, irade melekler için sadece hayra kabiliyet anlamına gelmekte iken insan ve cinler için hem hayrı ve hem de şerri murad etmek anlamına gelir. Bir de, irade arttıkça kalite azalır. Bediüzzaman bu durumu şu özel bilgiyle tarif eder: “Cüz’i bir ihtiyarın tavassutu ile eser-i akıl bir insan şehri, intizamca semere-i vahiy bir arı kovanındaki cemaate yetişmez. Ve arıların meşher-i sanatı bir petek hüceyrat şehri; bir nar ve gülnardan intizamca geridir.”

 

İradenin bozulması: insanın şüzuzâtı mı?

Maddenin yapı taşı durumundaki en basit maddeyi insanoğlu henüz keşfedemedi. CERN’deki deneyler de henüz işe yaramadı. Dolayısıyla yapı taşı durumundaki basit maddede de şaz, yani istisna olup olmadığını bilmiyoruz.

Allahuteala bildiğimiz bütün mürekkep maddelerde ise kuralla birlikte istisna da var ediyor. Atomda, inorganik bileşiklerde, organik varlıklarda yani hücreden tek hücreli canlıya ve oradan da insana kadar bütün varlıklarda, Allah kendi varlığını ve birliğini çok şekillerde gösteriyor.

Bütün insanların simasında tek burun olması kuralı Allah’ın her şeyi kuşatan ilmini gösterirken her insanın simasının birbirinden ayrı olması ise Allah’ın önceki her simayı bilerek bir sonraki simayı yarattığına ve dolayısıyla ilminin, iradesinin ve kudretinin nihayetsizliğine işaret eder.

Aynı şekilde her insanı sürekli tek burunlu olarak var etmesi Allah’ın “kural koyucu”luğuna (Şari-i hakikî olduğuna) işaret ederken; istisnaen bir insanı iki burunlu olarak var etmesi ise kuralı da Allah’ın var ettiğini ve kendi koyduğu hiç bir kuralla bağlı olmadığını ve yine bir tür kural olarak istisnayı da bizzat kendisinin var ettiğini gösterir.

47

Beşerî düzen ve kurallarıyla istisnaları

Biraz büyüyünce bölünmesi kural olan bir hücrenin bölünmeyerek büyümesi ve komşularını istila etmesi o hücreye ait bir iradeden ve temayülden değil hücrenin amirinden aldığı istisnai emre uymasından kaynaklanır.

Toprak altındaki bir çekirdeğin sümbül vermesi beklenirken çürüyüp bozulması da yine onun mizacına yerleştirilmiş olan bozulma kabiliyetinden kaynaklanır. Bu bir tür temayüldür (yöneliştir).

Bir kaplanın ölü hayvanları arayıp yemekle yetinmeyip canlı ceylan yavrusunu parçalaması, onun açısından küçük de olsa bir iradeye ve dolayısıyla hak ihlaline ve cezaya işaret eder.

İnsanın durumu ise farklıdır: Nefsinden çıkan hevaya değil hüdaya tabi olması ve şeytandan gelen sesi değil vicdanından gelen sesi dinlemesi insanın iradesinin net bir yansımasıdır. Elbette bu irade de temayüllerden beslenir. Bu temayüller dışsal etkilere de açıktır, ama asıl içsel kaynaklardan beslenir. (Dış etkiler konusunda çok çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan biri olan meşhur “Milgram deneyi” özellikle önemlidir.)

İnsanın hata yapması, günah işlemesi ya da suç işlemesi; içinde var olan temayüllerin, dış tetikleyicilerin de etkisiyle harekete geçmesinin sonucudur. Bu da bir tür iradedir. Ama irade-i külliyenin bir yansıması değildir. Aksine şeytanî isyanın bir yansımasıdır. Bir sapmadır.

Kainatta düzen, hayır ve iyilik asıl olup, kaos, şer ve tahrip ise istisnadır. İnsanın fiillerinde de aynı kural geçerlidir. İnsanla Allah arasındaki bağın varlığı demek olan iman asıldır ve o bağın kesilmesi demek olan küfür istisnadır. Tamir asıldır, tahrip istisnadır. İtaat asıldır, isyan istisnadır vb.

Bu sebepledir ki iman bir vazifedir ve haktır. Bizim için bir vazifedir ve Allah’ın bizim üzerimizdeki hakkıdır.

Yine bu sebepledir ki bazılarının dediğinin aksine insan için Allah’ı inkar manasındaki küfür ve Allah’a isyan, Allah’ın insana tanıdığı bir “hak” değildir. Doğrudan doğruya batıldır. Batıldan hak olmaz. Batıl hak olmaz.

Küfür ve isyan sadece “cezası ertelenmiş” bir suçtur.

Diğer suçlar ve günahlar da aslında bu büyük sapmanın yansımalarıdır. Cezasının bu dünyada veriliyor ya da verilebiliyor olması durumu değiştirmez.

35

İsyanın bir türü: devlet otoritesine isyan

Kanuna uymamak vatandaş için suç olduğu gibi devlet yöneticileri için de suçtur.

Devlet yöneticilerinin kanunsuz iş yapmaları gibi kanunsuz emir vermeleri de suçtur.

Böylece baştaki soruya dönmüş oluyoruz. Yetkili merci kanunsuz emir verirse ve hatta konusu suç olan emir verirse ne olacak?

Emir altındaki bir memur itaat etmeme ve direnme hakkına ne zaman sahip sayılacak? Bir memur ya da vatandaş isyan hakkına hangi şartlar altında ve ne zaman sahip sayılacak?

İnsan ile toplum ve kâinat arasındaki ilişkiyi anlamaya yönelik bu yazının amacı elbette sadece bir başlangıç yapmak suretiyle Genç Yorum’un her yaştan genç okuyucularına bir müzakere konusu sunmak ve Bediüzzaman’ın kalem erbabı sadık talebesi Zübeyir Gündüzalp’in “kaleminizi işletin” tavsiyesini bu zamanın ve geleceğin gençlerine de tekrar etmektir.

Yukarıdaki soruların cevaplarını onların kalemlerinden okuyacağız.

 

Prof. Dr. Ahmet Battal
drbattal@yahoo.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*