HÂFIZA

Hadiste ‘zahr-ı kalp’ diye ifade edilen insan hafızası, ekser envaın bir çeşit muhtasar fihristesi ve bir küçük numune haritası ve şecere-i kâinatın bir manevî çekirdeği ve ekser esma-i İlahiyenin incecik bir ayinesi, hükmündedir. (Şualar)

Evet haritalama (kartografi), insan hafızasının işlevi budur. (Doğru) hesap, (doğru) seyir ve gözlem ve aklın nuru ile (doğru) kodları birleştirecek beynin estetik bir çizimi hafızalama…

NASA uzayda neyin peşindedir? Zihninde tasarladığı biçimleri aramaktadır, bunu da yapay zekâ ve kurgulanmış (ve kendince yükseltilmiş) bir hafıza ile yapacaktır. (Nietzsche’nin üst aklı). Mü’minin zihni ise mahsus âleminde Allah’ın ayetlerinin (Levh-i Mahfuz) izini sürer. Zaman (soyut düşünce) ve mekân sorununu (cesedinde) çözebildiği ya da esnetebildiği oranda (ruhunda) nuraniyet nispetinde ulaşacağı yerleri (seyr-i sülûk) arttırır. Her bir mucize bir ilmin hedefini işaret etmesi ile (Esma talimi) mü’min bilim insanı (müdakkik) imanının maddî ispatının peşinde engin okyanuslarında (Âyetü’l-Kübra) hikmet çiçeklerini toplayacaktır.

Yaklaşık sekiz asır süren İslâm medeniyetinde (bilim ve sanatının) maddî üstünlüğünün bir sırrı burada saklıdır. Çünkü Allah’a abd olan için, Allah’ın mülkü onun mülkü gibi olur.

Bunun için insanlığın ortak hafızasını (Yunan, Roma, Çin, Hint ve Pers gibi medeniyet tasavvurlarıdır) mücerred düşünme yeteneğiyle ayıklar, saflaştırır ve yükseğe taşır.

O büyük hafıza dar anlamda insaniyettir. Medeniyettir. Geniş anlamda (yani arşta) ise dindir.

45

İslâm çevresindeki pek çok astronom ve coğrafyacıların gökyüzünü dünyanın farklı bölgelerinden, uzun yıllar aralıksız gözlemlediğini de unutmamak gerekir. Bunlar gelişmiş, aletlerle donanmış, gözlemevleriyle enlem ve boylam ölçmüş ve toplanan veriler ışığında dünya haritaları çizmiş veya bunları düzeltmiştir.

Fuat Sezgin’in çok değerli araştırmalarından “…Avrupalı kaşifler tarafından kullanılan haritaların Arap-İslâm menşeli olması gerektiği yolundaki düşüncem” dediği:

“…yani haritalara işlenen birçok ada ve sahillerin boylamları açısından karşılaşılan doğruluk derecesinin, Avrupa’da 18. yüzyıla kadar gerçekleştirilemeyecek olmasıdır. Avrupa kültür dünyasında gerçek boylam ölçümünde yaşanan zorlukların daha uzun bir süre aşılamadığı coğrafya tarihinde uzun zamandır çok iyi bilinmektedir.” (Amerika Kıtası’nın Müslüman Denizciler Tarafından Kolomb Öncesi Keşfi adlı kitabında)

Bu dönemlerde, Menzies’in tabiriyle: “…adeta uydu seyir sistemiyle çizilmişcesine doğru olan” müthiş eserlere imza atılmıştır.

Bediüzzaman’ın, “Bir gün ders-i Nebeviyeyi alıp Çin ve Hind gibi medenî memleketlere Üstâd oluyorlardı” dediği sahabilerin ürettiği hafıza Çin’den (henüz hicretten sonraki ilk asırda Çin’de Müslüman gruplar oluşmuştu) Hind-Afganistan-Arap, İran-Akdeniz Havzası ve Batı Avrupa ile Afrika’nın kuzeyinden güneyine, Batısına ve hatta Atlantik’i aşarak Karayip Adaları’na, tâ Brezilya sahillerine kadar ulaşıp, hatta Antarktika’nın belli noktalarını tespit ve kaydedecek ve kodlayıp haritalandıracaktı.

Bu durum Müslüman zihnindeki mahsus uzayının uzanımındaki maddî genişlemeyi ifade eder. Buradaki inkişafın merkezi olan kurum ise Bediüzzaman’ın şu ifadesinde bulunur:

“İşte Hoca-i kâinat olan Fahr-i Âlem aleyhissalâtü vesselâmın kudsî medresesi ve tekyesi olan Suffa’nın demirbaş bir mühim talebesi ve müridi ve kuvve-i hâfızanın ziyadesi için dua-yı Nebeviyeye mazhar olan Hazret-i Ebu Hüreyre…”
(Mucizat-ı Ahmediye)

Batı zihninin düz ve sert zeminle bastırılmış (camid) ve ‘hüsn-ü mücerredi tanımaz’ somut algısı ile Hıristiyanlığın akıl ve düş gücünü zincirleyen papazların tahakkümleri sebebiyle ancak birebir yaşayarak öğrendiklerinin (deney ve gözlem) çok ötesinde ve çok geniş bir mekândan Müslümanlar (meselâ Ebu Hureyre) ‘Kur’anın dürbünüyle’ ve ‘âyetlerin gözüyle bakmak’la, insan iradesinin üzerindeki yüksek bir hafızanın (Kur’ân hafızası) alanında yükselebileceklerdir.

38

Nur-u akıl, kalbden gelir

Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: “Ziya-yı kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver. O nur ile bu ziya mezc olmazsa zulmettir, zulüm ve cehli fışkırır. Nurun libasını giymiş bir zulmet-i müzevver. Gözünde bir nehar var, lâkin ebyaz ve muzlim. İçinde bir sevad var ki, bir leyl-i münevver. O içinde bulunmazsa, o şahm-pare göz olmaz; sen de bir şey göremez. Basiretsiz basar da para etmez. Ger fikret-i beyzada süveyda-i kalb olmazsa, halita-i dimağî ilim ve basiret olmaz. Kalbsiz akıl olamaz.” (Sözler)

Gelelim modern insanın hafızasına…

Tebrikler Hıristiyan Batı’nın skolastik kafasını terk eden yeni fenlere ki, herkesin mahsus âleminin hâfızası olan insan beyninin haritasını ortaya çıkarmaya çalışıyor, arzın ve göklerin hafızasının insan beynindeki izdüşümlerine yaklaşabiliyor. 1900’lü yılların başında nöronları ve sinaptik bağlantıları kara-kalem ile resmeden Santiago Ramón y Cajal ve insan beyin kabuğunun (korteks) bilinen ilk diyagramlarını çizen Korbinian Brodmann’dır. Brodmann bu çizimlerini mikroskop altında görebildiği kadarıyla, korteksteki hücresel mimarî farklılıklarına dayanarak gerçekleştirmiş ve o günden bu yana nöroanatomistlere esin kaynağı olmuştur. Şimdi ise İnsan Konektom Projesi adlı, beyindeki tüm sinirlerin ve sinirlerin oluşturduğu fonksiyonel bölgelerin birbirleri ile kurduğu bağları açıklayan beynin yapılarını ve fonksiyonlarını haritalamak üzere bir proje hazırlanmaktadır. Nature dergisinde yayınlanan çalışmada 210 sağlıklı yetişkin bireyden alınan verilere uyarlanan öğrenebilir algoritma ile farklı bölgelerin kendilerine has özellikleri, yani bir anlamda parmak izleri tespit edildi. Program bu farklı izlere bakarak bölgeleri birbirinden ayırmayı ve 180 ayrı bölgenin varlığını göstermeyi başardı.

Öğrenebilir algoritma, öncelikle insan hafızasını yeniden inşa etmeyi hayâl ediyor. Microsoft ceosu Satya Nadella hafızadaki kodlarla yazı ve kodlamayı birbirine bağlı düşünüyor. “İnsanlık yazmayı unutursa her şeyi unutur.” diyor. “Bu yüzden kodlama önemli. Bu yüzden sayısal düşünme yeteneği önemli. Kodlama bir düşünme biçimidir çünkü. Bir çeşit mantık yürütmedir. Bir mantık problemini nasıl ele almalı, parçalarına nasıl ayırmalı, nasıl soyutlamalı? Modern toplumun esas meselelerinden biri budur.” diyor.

Modern düşüncenin teknolojiyi kullanarak hafızayı analog (doğal) dünyada, fiziksel dünyanın kurallarına uyum gösteren dijital eserler üreteceğini varsayıyor. Bütün bunların ardında muazzam bir yapay zekâ becerisi olacak. Bunu da şununla tanımlıyor: “Verilerden beslenerek akıllı deneyimler üretme becerisi…”  Bunun için sadece makinelerin değil insanların da kendi icatlarını gerçekleştireceği platformlar üreterek, büyük yapay hafızanın parçası yapmak isteniyor. Bu yüzden de her hafızanın sınırlarını bulmak (bu arada insan ve makinenin eşitlenmesi) ve ötesine geçmek için büyük bir işbirliği gerekiyor. Hafızanın güçlenmesi…

Görünen o ki; insan makinesi (beyin), uzun-süreli hafızalar depolamak için dopamin salgısı yapmaya ihtiyaç duyuyor. Araştırmacılara göre, insanlar yapay olarak daha fazla dopamin üretebilir hale sokulabilir ve böylelikle de dopamin “tetikleyicisi” almayanlara kıyasla hafıza gerektiren görevlerde daha başarılı olabilirler. (Geçmişten ve günümüzden biliyoruz ki, bazı uyuşturucular hafıza kontrollerinde kullanılabiliyor). Sinirbilimci Kayo Takashi öncülüğündeki araştırma ekibi 2015 yılında, (zihnin çarklarında “aklın bir oyunu” diye tanımladığımız) ‘aşk’ın bir nörotransmitter olan dopaminin rolünü ortaya çıkardı (elbette olumlu bir uyuşturucu(!) olarak). Daha fazla dopamin üretimi ve daha iyi bir hafıza demektir; böylelikle, aşk, beyinlerimizi hafızalar oluşturmada çok daha etkin yapıyor olmalı.

Şu hâlde, oluşturduğumuz hafızalar bozulmadan sonsuza kadar kalır mı? Tabii ki hayır. Hafızalar asla kusursuz değildir ve tamamen imgesel (kodlanmış) olabilirler. Sahte hafızalar üzerine yapılan araştırmalar; hafıza bozulmalarının -aşk gibi- olumlu olayları da kapsayan yüksek duygusal hafızalarda da ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Herhangi bir çifte sorduğunuzda, bir olayı birisi farklı hatırlarken, diğeri daha farklı hatırlayacaktır. Eğer ki; yalnızca bir tek gerçekliğin olduğunu kabul ediyorsak, bu durumda ikisinden birisi ya da her ikisi de yanlış hatırlıyor demektir. Ya da, gerçekliğin nazar ve niyet ile (mahsus âleminde) başkalaşabileceği farklı bir hafıza moduna açılmak gerekecektir. Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen güzel manzaraları hatırlar.

60

Bir yüksek mod olarak; müziğin insanlık hafızasındaki biçim ve fonksiyonlarına bakalım. Araştırmalar gösteriyor ki, hâfıza, (nazarında) güzel (müziği) olanı seçiyor ve koruyor; hâlbuki meselâ notanın (yazılı kodlar) böyle bir özelliği yok. Notayla yazılan her müzik güzel olmayabilir, ama hâfızanın tuttuğu her müzik eseri güzel. (Yalçın Çetinkaya, Yeni Şafak). Hâfıza, güzelden anlıyor… Notaya göre de böyle bir seçiciliği ve üstünlüğü var.

Kur’ân nazil olduğunda önce hâfızların zihinlerinde yerleşiyor. Yazıya dönüşmesi ikincil bir tenzil oluyor. Bediüzzaman gibi, yani hafızası kuvvetli ancak yazıda o düzeyde olmayan ikincil hâl, sanki İslam zihin geleneğinde de yer ediyor. Aheng-i ruhanî, yani müzikte de… Eser ve usûl asıl hafızada kayıtlıdır, Allah vergisi bir yetenekle ustadan çırağa aktarılır; belirli bir yazı hâli (nota) öncelikli değildir. Nota usulün yerini tutamaz; bir eserin notaya aktarılması durumu tam gerçekleştirilemez. Ali Ufkî Saray-ı Enderûn adlı eserinde, “Mûsikî hep ezbere öğrenilir,  yazılabilmesiyle neredeyse bir mucize gibi görülür” sonucuna varır. Kantemiroğlu da bir eserinde, “…sadece usûle hâkim olan kişi eseri doğru okuyup çalabilir, meğerki eseri doğrudan doğruya bestecisinden veya hocasının ağzından hıfz etmiş olsun.” (Cem Behar, Kayıp Mecmua, Yapı Kredi Y.)

Aklı gözüne inmiş modern dünyada ise uzun süreli unutkanlık ve hafıza kaybı yaşayan çok sayıda insan var. Hafıza ile ilgili rahatsızlıklar genellikle hipokampus bölgesindeki (yani hafıza ve yön bulmada önemli olan bölge) problemlerden kaynaklanıyor. Hareketlerin davranış biçimine dönüşmesinde (meleke, ibadet) önemli role sahip olan sistemde ve ayrıca hafıza ve özellikle de kısa süreli hafıza üzerinde rolü vardır. Hatıralarımız için kısaca, uzun süreli depolanmak için hipokampusde süzülen ikili elektrik kodları diyebiliriz. Doktor Ted Berger’in yapmak istediği; batarya ile çalışan protez bir hipokampus üretmek. Yapay hafıza… Bu yöntemle, örneğin hipokampusa sahte anılar yerleştirilerek (kodları ele geçirerek), insanlara aşılanması istenenler dayatılabilir mi? Elbette! Akıl ve kalp ayrılırsa…

Bütün sihirleri yutan ve hakikati neşreden Kur’ân’ın hafızasını günümüz modern insan beyni üzerinde yeniden çizmek (kodlama, şifreleme, haritalama) maharetini zamanımızın eşsiz bir hafızası olan Bediüzzaman şöyle keşfediyor:

“Kur’ân-ı Kerim bütün insanlara rahmettir. Çünki herbir insanın şu hakikî âlemden kendisine mahsus hayalî bir âlemi olduğu gibi, herkes kendi meşrebine göre Kur’ân’dan fehm ve iktibas ettiği (hâfızasında) kendisine has bir Kur’ân vardır ki, onun ruhunu terbiye, kalbini tedavi eder. Ve keza Kur’ân-ı Kerim’in bir meziyeti şudur ki: Bütün ülema ve ehl-i meşreb gibi herkes hidayeti için, şifası için müteaddid surelerden ayrı ayrı âyetleri ahzedebilir. Çünki bir âyetin sair âyât-ı Kur’ânîye ile pek ince münasebetleri, ittisal cihetleri vardır. Aralarında vahşet yoktur. Bu itibar ile müteaddid surelerden alınan âyetler küçük bir Kur’ân hükmünde olur.” (Mesnevi-i Nuriye)

 

Caner Kutlu
caner-kut@hotmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*