KELİMENİN ADALETİ

Bu ay boyumdan büyük bir işe kalkıştım. Kur’ân’ın dört ana esasından biri olan adalet hakkında Rahman Suresi üzerine yazmaya çalıştım. Öncelikle belirteyim, bu yazıda hiçbir şekilde doğrusu budur iddiam yok, sadece kendi tefekkürlerim ve hissiyatım üzerine yazacağım.

Çocukluğunuzda herhangi bir dil öğrenmeseydiniz ne olurdu hiç düşündünüz mü? Yani herhangi bir anadiliniz olmasaydı? Hayy bin Yakzan’ı bilirsiniz, İbni Tufeyl’in meşhur kitabı, çocukluğumuzun çizgi filmi; bebekken bir adaya düşüp yavrusunu kaybetmiş bir ceylan tarafından büyütülen bir çocuk. İbni Tufeyl çok farklı bir amaç için yazmış olsa da bilmediği bir şey vardı: insan kelimelerle düşünür. Yani eğer çocukluğunuzda kimse sizinle iletişim kurmaz ve herhangi bir şekilde bir dil öğrenmezseniz düşünce gelişiminizin tamamlanması çok büyük bir ihtimalle mümkün olmaz ve özellikle soyut düşünebilme kabiliyetiniz gelişmezdi. İşaret dilini öğrenip verilen muz için teşekkür eden şempanzeden ancak bir iki tık yukarıda bir düşünce kapasiteniz olurdu.

Başka hiçbir canlıda olmayan bir kapasiteden bahsediyoruz dil öğrenme derken. Doğduğunda viyak viyak ağlamaktan başka bir eylemde bulunamayan bir bebeğin nasıl olup da etrafında konuşulan dili müthiş bir hızla kavradığı, yalnızca kavramakla kalmayıp kullanmayı öğrendiği ve dilin nasıl olup da zihni şekillendirdiği hâlâ bir muamma.

Konfüçyüs “Kelimelerin gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsınız” demiş zamanında. Lise yıllarımdan beri çok sevdiğim bir sözdür, ama aslında ne demek olduğunu üniversiteye gelip psikoloji okumadan önce pek kavrayamamışım. Her dilin kendine has kuralları ve kelime dokusu bulunur. Bu doku ve kurallar biz fanilerin düşünce yapısını belirleyen temel etmenlerden biridir. Bu konuda bir uzman olmadığım için çok detaylı bir şekilde açıklayamam ne yazık ki, ama dilim döndüğünce anlatayım. Bir konu hakkında ne kadar çok kelime bilirseniz, o konu hakkında o kadar detaylı düşünebilir, daha az kelime bilen birine göre zihinsel olarak da pratik olarak da çok daha derine inebilirsiniz. Bu yüzden halk düşünmesin istendiğinde kitaplar yasaklanır, bu yüzden tüm distopyalarda hep sınırlanmış bir dil kullanımı vardır. (bkz. George Orwel, 1984)  Şimdi bunları aklınızın bir köşesinde tutarak tefekkürümü izlemeye devam etmenizi rica ediyorum.

Kur’ân ayetleri birbirine tercih edilmez muhakkak, ama Rahman Suresi benim için hep biraz farklı olmuştur. Çok ilginç bir sure olduğunu düşünüyorum Rahman’ın, hem müşfik hem meydan okuyan hâli beni çok etkiler.

13

Rahman Suresi’nde temel olarak şu konular işlenir:

Kur’ân, İnsana öğretilenler, kâinatın yaratılışındaki intizam, inananları bekleyen mükâfatlar, cennet, inanmayıp verilen nimetleri yalanlayanları bekleyen cezalar.

Benim esas ilgimi çeken ilk dört ayet. Önce bir bakalım, ne diyor bu ayetlerde:

1–2. O Râhman (olan Allah) Kur’ân’ı öğretti. 3. İnsanı yarattı. 4. Ona beyânı (açıkça anlatmayı) öğretti.

Burada belli ki kronolojik bir sıralama yok, öyle olsaydı insanın yaratılışının önce, Kur’ân’ın öğretilmesi sonra gelirdi. Demek ki başka bir gaye var. Üstelik, yaratma ve öğretme fiilleriyle kullanılan isim Âlim veya Hâlık değil, Rahman. İlk ayetin er-Rahman oluşu sonraki tüm ayetlerin bu isim ışığında anlaşılması gerektiğine bir işaret.

Kur’ân için indirmek, göndermek gibi fiiller yerine öğretmek fiilinin kullanılması Rahman’ı da açıklıyor. Yalnızca göndermemiş, yarattığı ve anlama kabiliyeti verdiği mahlûkuna kelamını öğretmiş, kendisi anlasın diye başıboş bırakmamış. Kur’ân’ı anlayabilsin, anladığını da anlatabilsin diye insana beyanı, konuşmayı öğretmiş. Adalet hak sahibine hakkını vermekse eğer, Kur’ân’ın ve beyanın öğretilmiş olması en büyük adalet örneklerinden biri.  Mesnevi-i Nuriye’de insan tanımlanırken yaratıcının maksadını anlayabilmekten bahsedilir. Allah’ın adaleti kendine muhatap kıldığı kulunu bu yükü kaldıracak kabiliyetlerle donatmakken, insanın dünyasında bu adalet verilen kabiliyeti hak ettiği yerde kullanmak ile yerini bulur. Kur’ân’ın ve beyanın öğretilmesini ben, kastı anlayabilmek, muhatap kılınmak, hitap çiçeğinin insanda açtırılması bağlamında anlıyorum. Yoksa Kur’ân’ı ezberlemek ya da Arapça bilmek, kasıt anlaşılmadığı sürece bir anlam ifade etmiyor.

Sonraki ayetlerde kâinattaki ölçü ve mizandan bahsedildikten sonra insana bir uyarı gelir, ölçüden ve mizandan şaşmaması için. Bu ayete de aynı şekilde baktığımda şunu görüyorum: Öğrenmek, tek taraflı bir süreç değildir. Sadece öğretenin değil, öğrenenin de aktif olarak sürece katılması, talep etmesi çaba sarf etmesi gerekir. Bu durumda, Kur’ân ancak onu öğrenmek için çabalayanlara öğretilir. Bu ayetin hayata işlemesi, ancak Kur’ân’a ciddi muhatap olmakla olacak.

Kendimizi bu işe adadığımızda ne olur peki? Yazının başında anlattım, bildiğiniz dil zihninizi şekillendirir. Kur’ân dilini bilirseniz ne olur, varın siz düşünün.

 

Melike Nursultan Üner
unermelikenursultan@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*