Bu işte bir müfredat yeniği var

Müfredat, “bir konuyla ilgili tafsilat, ayrıntılar” anlamına geliyor ve bir eğitim terimi olarak da herhangi bir dersin sınıflarda hangi şekilde, hangi sırayla, hangi konulara ağırlık verilerek işleneceğini gösteren programa, ders içeriğine dair tafsilata işaret ediyor.

Modern bir kurum olan, dolayısıyla ‘merkezî’lik özelliği taşıyan okullar, bütün ülkelerde bu tür programlar uygularlar. Yani dünyanın pek çok yerinde, okullarda her dersin içeriğine dair, bir merkez tarafından belirlenen müfredat vardır. Ancak, toplum demokratikleştikçe, bu müfredat sadece çok genel konu ya da tema başlıklarını belirlemekle sınırlı hâle gelir ve öğretmenin bir derse dair içerik konusunda daha özgür olması sağlanır. O dersle ilgili temel becerileri sağladıktan sonra, bunu nasıl yaptığına hangi detaylara nasıl girdiğine bakılmaz. Öte yandan, bir toplumda otoriter, totaliter bir yönetim söz konusu ise, bu müfredatlar, devletin öngördüğü ideolojiden sapılmamasının bir teminatı hâline getirilir.

Devleti elinde bulunduran(lar)  -bu tür yönetimlerde hep görüldüğü üzere- kendi halkına güvenmediğinden, yetişen nesillerin beyinlerinin yıkanması, devlete itaatinin garanti edilmesi ve sistemin fire vermemesi için bu müfredatlar olabildiğince detaylandırılır. Müfredat denilen şey, bütün dersleri devlet ideolojisiyle ilişkilendirmenin ve bu ideolojiyi dayatmanın en temel araçlarından biri hâline getirilir. Demokratik bir ülke yolunda ilerlemeye çalışan Türkiye’de ise eğitim-öğretim ne yazık ki hâlâ -çoktan eskide kalması gereken- totaliter zihniyetten kendini kurtarabilmiş değildir.

Kendisi hayatı boyunca önceden belirlenmişliklere, kâinatın asıl programıyla uyuşmayan programlara karşı çıkmış, onları olabildiğince ilahî programın çerçevesi içine taşımayı bir hedef bellemiş, nadir rastlanan öğretmenlerden biri olan Ali Hakkoymaz, geçen Eylül ayında Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) Cağaloğlu’nda düzenlediği sohbette, tam da bu meseleyi ele aldı. “Müfredat Dışı Edebiyat” başlığını taşıyan sohbet, ismiyle müsemma bir şekilde, dinleyenleri alışılagelmiş sohbet formunun da ötesinde bir yerlere taşıdı.

20

Öncelikle “müfredat” kelimesinin “ferd” kökünden olup ayrıntı anlamına geldiğine dikkat çeken Hakkoymaz, şu durumda edebiyat derslerine yön vermesi gereken ayrıntıların, kâinatta es geçtiğimiz, modern hayatın kuru gürültüsünde göremediğimiz, görmezden geldiğimiz ya da unuttuğumuz yer ve cihetlerde gizli olduğunu söyledi. Bu bağlamda dinleyicilere badem çekirdeği ve deniz kabukları dağıtarak edebiyatın, hayatı oluşturan gizli ayrıntılarda yattığını hatırlattı. Mevsimler, çiçekler, ağaçlar, tohumlar unutulmuşsa, hangi edebiyattan söz edilebilirdi? İnsan bir kalp taşıyordu, onu kalıba, çerçeveye sığdırmaya çalışmak zulümdü. İnsanın sonsuza uzanan arzuları, ebedî bir hayat için var edilmişliği, sınırsız hayâli, hangi müfredata sığardı?

Edebiyat ki edeb kökünden geliyordu, dengeyi gözetiyordu, adaleti de ifade ediyordu; estetik anlamına, nezaket anlamına, kendini bilme anlamına geliyordu. Bunları, kendisi de böyle bir edep ile donanmamış bir öğretmen hangi müfredatla başarabilirdi?

Hâlihazırdaki müfredatlar, seküler, modern, pozitivist bir yaklaşımın ürünü oldukları için, böylesi bakış açılarını dayatıyorlar; edebiyatın asıl konusu olan şeylerin değil; “kuru ve ezber” bilgilerin öğretilmesini şart koşuyorlardı. Oysa insanın hayatı biricik ve bir defalıktı. Zâyi edecek lüksümüz yoktu bu hayatları, çocukların hayatlarını. Onlara insanın en temel ihtiyaçları olan şeyleri hatırlatmadıktan, öğretmedikten, onları gelecekte herkesi bekleyen ebedî hayata hazırlamadıktan sonra verilecek hangi bilginin önemi olabilirdi?

Edebiyat öğretmenleri çocuklara ölüm hakikatinden bahsedebiliyorlar mıydı? Ölümü öldürmenin yolları varsa bunlar anlatılabiliyor muydu? Biri kitap (mushaf), biri insan (Hz. Muhammed [asm]), biri de kudret kitabı (kâinat) olan üç Kur’an’dan söz edebiliyor, bunları açımlayabiliyor, bunların tefsirine girişebiliyor, bunların sahibini tanımaya gayret edebiliyor muyduk edebiyat derslerinde? Değilse hangi edebiyattan söz edecektik? Şair ve yazarların hayat bilgilerinin öğrenilmesine edebiyat mı diyecektik yani?

Hayatı hayat yapan şeyleri yaşamadan, duymadan, bunlar üzerine tefekkür etmeyi öğrenmeden, hangi müfredatla nereye kadar gidebilirdik? Olsa olsa yerimizde sayardık ki, zaten on yıllardır ya da Tanzimat’tan bu yana yaptığımız buydu.

Özetle, edebiyat bizi kendimizin ve kendimizde gizlenen hazinelerin farkına vardıran bir araç olmalıydı; dünyevîliğin, dünyevî ideolojileri dayatmanın bir aracı değil. Eğer durum buysa; buradan tepetaklak bir hayat yaşadığımız ortaya çıkardı. Eğer durum buysa, bu işte bir müfredat yeniği var demekti. Ve eğer durum buysa, yaptığımız işin gerçek edebiyatla bir ilgisi olmadığını bilmeliydik.

21

Şair, yazar ve öğretmen Ali Hakkoymaz, müfredat dışı bir akışa sahip konuşmasıyla, edebiyata ve işlevine dair, zihinlere önemli soru tohumları attı. Bu bakış açısı, başta edebiyat öğretmenleri tarafından dikkatle irdelenmeyi, masaya yatırılmayı hak ediyor. Belki de milyonlarca öğrencinin hayatını çıkmaza sokan, onları fıtratlarından ötelere savuran bu sözde modern özde çağdışı eğitime neşter vurulmasını mümkün kılacak tam da bu müfredat dışı bakıştır.

Erdem Özkan

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*