YOLLAR VE KALIPLAR

Kasım ayının kapak konusunun eğitim olduğunu öğrenince zihnimde parlayan tema, doğrudan “hürriyet” oldu. Yirmi senelik öğrencilik hayatımda başından beridir aradığım şey hep “hürriyet”ti. Okul deyince insanların aklına zorunluluklar, yetiştirilmesi gereken ödevler, öğrenilmesi(!) ve öğrenildiğinin ispat edilmesi(!) gereken dersler gelmesi yanlış. İçinde yetiştiğim eğitim sisteminde bir hata var ve ben bu durumdan rahatsızım.

Gün boyu aynı işi, aynı şekilde yapacak eleman ihtiyacından mütevellit, eğitimin standartlaştırılıp belli bir sistematiğe oturtulması, en baskın hâliyle sanayi inkılâbından sonra başlar. Bir sisteme oturtmak problemli olmayabilir, ancak standartlaştırmak ciddi bir mesele. Standart olmayan insanları tek bir şekilde; birileri tarafından belirlenmiş şeyleri, yine onların istediği zamanda öğrenmeye, sonra istenilen zamanda da uygulamaya itmek, temelde sıkıntılı bir zihniyet.

Standart bir eğitim sisteminin insanlar üzerinde nasıl bir etkisi olduğuna dair çok ilginç bulduğum bir çalışma var. Sovyet Rusya döneminde yaşamış, gelişim psikolojisi ve nöropsikoloji alanlarında uzman olan Alexander Luria, geometrik şekiller ve optik illüzyonların nasıl algılandığına dair farklı eğitim seviyesinden kadınlarla bir deney yapar. Sonuçlar gösterir ki, insanlar ne kadar az okula gittiyse, o kadar az düşerler optik illüzyonlara.[1] Belli bir şekilde düşünmeye ve algılamaya programlanmış zihinler, gördükleri her şeyi bir kalıp içinde düşünmeye meyilli olduğundan farklı alternatifleri değerlendiremez.

12

İnsanın bin bir hakikati var, bunlardan biri de ferdiyet. Her bir ferdi ayrı bir âlem olan bir sınıfı tek sayfaya sığdırmaya çalışmak, herkesin aynasını aynı renge boyamak bu hakikate ters. Her çocuğun gelişim hızı farklıyken, aynı sınıfta aynı şeyleri aynı zamanda öğrenmeleri bekleniyor onlardan. Herkesin farklı bir katkısı olacakken hayata, her fert ayrı bir esmayı en parlak şekilde tecelli ettirecekken, her genç kendi yolunu çizecekken, okul dediğimiz kavram bu süreçte onları desteklemek yerine herkese bir rol atamaya, bir çizgi çekip üzerinde yürütmeye yarıyor.  Kalbimize yerleşecek, bize mâl olacak bir ilimden[2] bizi mahrûm edip, hareketlerimizi, düşüncelerimizi otomatikleştirmekten başka bir fonksiyonu olmayan bir ilme(!) maruz-belki mecbur(?)-bırakıyor. İlim akla, akıl göze inmiş, göz ise sosyal normlardan, görenek belasından, menfaatten başkasına kör olmuş.

Talebesine önce hür olmayı, her öğrendiğini önce irdelemeyi, tahkik etmeyi, sonra kabul etmeyi, uygulamayı öğretmeyen, bilginin hayata ne kadar nüfuz ettiğini değil de; kâğıt üzerindeki yuvarlakları değerlendiren bir sistemin, zihinlerde kurduğu bir istibdat düzeninin, ne ilim denince akla gelen Âlim ismine, ne de Ferd ismine ayna olmadığı aşikâr.

 

[1] Luria, A. R., & Cole, M. (1976). Cognitive development: Its cultural and social foundations. Harvard university press.
[2] Nursi, B. S. (2009). Eski Said dönemi eserleri. İstanbul: Yeni Asya yayınları, sf: 602

 

Melike Nursultan Üner
unermelikenursultan@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*