HAYÂL 3

İnsanın mahsus uzayında zihninin çarkları bir labirent içinde sayısız yollarla bağlantılara sahiptir. Aynı durum, uzayda da yıldızlar ve pek çok gök cismi arasındaki ve her birinin kendi içindekilerle birlikte atom ve altı dünyada da söz konusudur.

“İşte bu küçük fotoğrafta öyle bir güzel resim mündemiçtir ki, ileride tahrir ile sana görünecektir.” (Muhakemat) denildiği gibi, fotoğraf san’atının resmin hayâlâtını bozan, hakikate yaklaştıran yönünü de incelemekle hakikatin analog yüzü, hayâli, fotoğrafa yaklaştırır.

Çünkü: “Bir dane-i hakikat bir harman hayâlâta müreccahtır. İhsan-ı İlahî ile tavsifte kanaat etmek farzdır.” (Muhakemat) Tarkovski’nin “Dostoyevski’nin Suç ve Ceza notları”nda: “Estetik korkusu zayıflığın ilk belirtisidir” denilir.

Çünkü: “… Kendi içinde değişmez sabit kuralları da olsa hemen hemen her gerçeklik her zaman olası olmayan ve umulmayandır. Aslında gerçek ne kadar çok gerçekse o kadar da olasılık dışıdır.”  (Lebedev, Budala)

Bediüzzaman da: “Evet hak müstağnidir. Hakikat ise, zengindir. Tenvir-i kulûba ziyaları kâfidir.” (Muhakemat) diyerek hakikatin (imkân dairesinde olasılıksız) doğru bir gerçeküstü yorumunu veriyor olmalı.

O zaman insan beynindeki fotoğraf “hayâl boşluğu”ndan “hakikatin kalbi”ne nasıl düşecektir? Ya da bu “açıklık” nasıl kapanacaktır? Maddî olanla olmayan arasındaki açıklık…

Lichtung’a göre, bu düşüş ve açılım mekânı aydınlığa ve görüşe açık olan açıklığa götürebilir ki, bu da varoluşun en şaşırtıcı yanı, varlığın ta kendisidir. “Açıklık var olan ve olmayan her şeye açık olan yerdir.”

Uzayın hiçbir noktası tam anlamıyla boş değil. Sanal parçacıklar her yerde varlığa gelip, hemen ardından yokluğa karışıyor. Madde-antimadde çiftleri halinde ortaya çıkan bu sanal eşler yok olmadan önce gerçek parçacıklarla etkileşebiliyorlar.  Boşluğun bir diğer sakini ise büyük patlamadan arta kalan zayıf bir termal ışınım. Kozmik arka alan ışınımı olarak bilinen bu foton deseni de hep orada olmayı sürdürüyor. Fotoğraf sürekli yeni resimler düşürüyor. Asıllar ise arkadadır.

Miro’nun dediği gibi, uzun bir çizgi uzanıyor sonsuza…

Mevlânâ Halid, “Risâle fi’t tarîk” adlı eserinde rabıta konusunu anlatırken, “kendi iki gözü arasında bulunan hayâl hazinesi” şeklinde bir ifade kullanır. Hacer-ül Esved’in bir siyah taş iken hayâli gerçek yapan sırrı da burada açığa çıkıyor: Rabıta, buradaki hazinenin, muhatabın iki gözü arasındaki (ki bu feyiz kaynağıdır) hazinesine dâhil olmasıyla kalbine ve kalbin derinliklerine yavaş yavaş indiği ve kendisinin de onun arkasından (dokunarak) inebildiği bir hayâl yolculuğudur.

Rabıta, bütün parçaları birleştiren açıklıkla Rahmete açılan sırrdır. [Âlemlere rahmet olarak gönderilen hakikat-i Muhammedî’dir (asm)]

Bediüzzaman kendi hayâlinin güçlü olduğunu söyler. “Ayet’ül Kübra” risalesi böyle hayâlî ve fikrî bir yolculuktur. Kâinatla rabıta ve bu vesile bir “seyr-i sülûk”tur. Çünkü Kur’ân’da “Allah’a ulaşmaya vesile arayınız” (Maide 5/35) denmiştir. Her şeyde O’na bir yol vardır, yeter ki doğru bağı (rabıta) kuralım. Boşlukları aşalım. Asıl maksad Allah’ın Zâtı ve rızasıdır. Allah Teâlâ: Ey Habîbim! De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin” (Âl-i İmrân 3/31) demiştir. Tâbi olmak, tâbi olunan kimseyi gerçekten görmeyi ya da hayâl etmeyi/düşünmeyi gerektirir. (Halidiyye Risalesi)

Ancak hayâlperestler vesilelerin bizzât kendisini maksud kabul ederler. Onlar Kur’ân’ın ifadesiyle “sarhoşlukları içinde bocalayıp duruyorlar”dır. (Hicr 15/72)

Bediüzzaman buna örnek olarak şairlerin hayâlâtına eleştiri getiriyor:

“…Şuaranın hayâlen yaptıkları hayret ve muhabbet secdeleri dalalettir. Hayâl, onun ile fâsık olur.” (Mesnevi-i Nuriye) Ancak öte yandan “…dünya bahçesinin güzelliğine, intizamına bir zînet, bir süs olmak üzere Sâni’-i Hakîm tarafından kasden yapılmış olduğunu, pek yüksek, geniş, şâirane bir hayâl ile dünyanın o bahçe manzarasını nazar altına alabilen adam görebilir.” (Mesnevi-i Nuriye) diyerek şairlerin hayallerini temizliyor.

Mesleğimiz hakikat olduğu için hayâlî senaryoların değil, perdesiz hakikatin peşindeyiz, düşüncesindedir Üstad. Rabıta-i mevt hususunda meselâ…

“Evet, ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat, Kur’ân-ı Hakîm’in “Küllü nefsin zâikatülmevt. İnneke meyyitün veinnehüm meyyitün” gibi âyetlerinden aldıkları dersle, rabıta-i mevti sülûklarında esas tutmuşlar; tûl-i emelin menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o rabıta ile izale etmişler. Onlar farazî ve hayâlî bir surette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip; düşüne düşüne nefs-i emmare o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup uzun emellerinden bir derece vazgeçer. Bu rabıtanın fevaidi pek çoktur. Hadîste “Lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz!” diye bu rabıtayı ders veriyor.” (Lem’alar)

Bediüzzaman’ın yöntemi ise “hakikatin kalbine” inen doğrudan yol, zamansız bir mekân kurgusudur. Şöyle:

“Fakat mesleğimiz tarîkat olmadığı, belki hakikat olduğu için, bu rabıtayı ehl-i tarîkat gibi farazî ve hayâlî suretinde yapmağa mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikata uygun gelmiyor. Belki akibeti düşünmek suretinde, müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayâle, faraza lüzum kalmadan bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse, asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse, dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlas-ı etemme yol açar.” (Lem’alar)

“Hayâl edebileceğiniz her şey gerçektir” diyordu Pablo Picasso. Bediüzzaman ise, zamanın az da olsa önüne geçerek hayâl hızı ile bir geçmiş veya gelecek tasavvuru yapılabilir düşüncesinde…

Bunun için öncelikle bir geçmişe gitmeyi deneyelim. Çünkü bugüne sahip olan geçmişe de sahiptir. Bilim insanları, Albert Einstein’ın kuramlarından 100 yıl sonra, onun tüm evrene yayıldığını söylediği yerçekimi dalgalarını nihayet gözlemlediler. Yani, geçmişin en başından başlayabileceğiz. Buradaki anahtar: Uzay-zamandaki dalgalar… İki büyük kara deliğin çarpışması gibi şiddetli olaylarla doğuyor ve örneğin bir havuza taş atıldığında yüzeyinde oluşan halkalar gibi dağılmaya başlıyorlar. Işık hızıyla hareket eden bu dalgalar zamanla yalnızca galaksiye değil, uzay-zamanın tümüne yayılıyor. Başka açılardan da ışığa benzeyen bu dalgaların, ışıktan önemli bir farkları var: Onun gibi başka cisimler tarafından saçılmıyor ya da emilmiyorlar. Yani bozulmadan kalıyorlar. Bu nedenle de bilim insanları onlara “Mükemmel haberciler” diyor. Bu dalgalarla gönderilen mesaj, aradan milyonlarca yıl da geçse ilk günkü gibi kalıyor.

Stephen Hawking, BBC’ye verdiği özel mülakatta, “Yerçekimi dalgaları, evrene bakmanın yepyeni bir yolunu sunacak bize” dedi ve ekledi: “Einstein’ın İzafiyet Teorisi’ni sınamanın yanı sıra, evrenin tarihi boyunca oluşmuş tüm kara delikleri görmeyi umabiliriz. Hatta Büyük Patlama sırasındaki evrenden kalıntıları bile görmek mümkün olabilir.”

Keşfin, özellikle uzayın “Karanlık Evren” denen ve bugün elimizde olan teleskoplarla göremediğimiz daha büyük olan bölümünü anlamakta işe yarayacağı umuluyor. Artık, arkadaki gerçek yüzüne bakabilir miyiz?

Yerçekimi dalgaları evrenin en ekzotik objelerine kapı açmaktadır. Yerçekimi dalgalarını, asıl, duyabilirsiniz, şimdi onların bize ne dediklerini dinlemenin zamanı.

Fakat bir zaman gelir, öyle bir güçlü yerçekimi alanı elde ederiz ki genel izafiyet orada işlemez. Fakat, diyor Nergis Mavalvala, MIT deki LIGO ekibi üyesi, bundan henüz uzaktayız. Fotoğraf hâlâ tamamlanmadı.

Yine de yerçekimi dalgalarının bulunması ile uzayın en acayip (egzotik) nesnelerinin kapısı açılmış oluyor. Hawking, “Kim bilir, belki bir gün yer çekimi dalgalarını Büyük Patlama’nın kalbine bakmak için kullanmayı da başarabiliriz” umudunu tekrarlıyor. Harvard Üniversitesi’nden Avi Loeb’in dediği gibi, bunu “standart kandiller” değil de “standart siren” olarak kullanabilirsiniz. Bir evren filmi oynattığınızı hayal edin. Bu yerçekimi dalgalarının keşfi ve gözlenmesi ile sessiz filmin sonu geliyor, çünkü ses ekliyorsunuz. (Physical Review Letters, DOI)

Hayal sür’ati ve vüs’ati (ve ses de eklenerek) büyük imkânlar sunuyor. Savtın sür’atiyle; ziya, elektrik, ruh, hayâl sür’atleri ne kadar mütefavit olduğu malûm. (Sözler) diyordu Bediüzzaman. “Her bir insan aklıyla hayâl sür’atinde seyeranı…” zaman ve mekânı “bir sesle” fotoğrafı harekete geçirebilecek enerjiyi bulabilir.

Peki gelecek?

Adlî bilim uzmanı Prof. Dr. Sevil Atasoy  “Azınlık Raporu’nu hayâl mi sandınız?” diye soruyor. Azınlık Raporu filminde olan birçok teknolojinin uzun süredir hayatımızın içinde olduğuna değinen Atasoy veritabanlarının suçun aydınlatılmasında nasıl kullanıldığına ilişkin bilgiler veriyor. Veritabanları entegrasyonunun giderek önem kazandığına ve suçların nerede yoğunlaştığını bize gösteren haritaların artık gerçek zamanlı hâle geldiğine dikkat çeken Atasoy, artık ileriye yönelik hava raporlarının hazırlanması gibi veri toplayarak, veriye en uygun yatırımı yaparak kimin suç işleyeceğini bulmanın hedeflendiğini söylüyor.

Bediüzzaman ise, gelecekle ilgili hayâlî değil hakikî rabıtanın üstünlüğünü ifadede akıl ve iradenin tespitini de ekliyor:

Ve keza insanın elindeki ihtiyar pek dardır. Havâssının en genişi hayâl olduğu halde, o hayâl akıl ve aklın semerelerini ihata edemez. Bunları, bu kadar büyük iken, nasıl daire-i ihtiyarına idhal edip, onlarla iftihar ediyorsun? (Mesnevi-i Nuriye)

Hayâlden ibaret mahsus uzayın tabiatla ilişkisi; kişinin tabiatı ile âlemin kanunları arasındaki ruh ve ceset ilişkisi, aklın hayâlle ilişkisi, geçmiş gelecek ve veri irade ilişkisi… Hayâlperestlerden kurtulurken zihnin çarklarını donduracak bir tabiatperest olmaktan da korunmak için:

Eğer sual etsen: “Nedir şu tabiat ki daima onun ile tın tın ediyorlar? Nedir şu kavanin ve kuva ki daima onlar ile mütedemdimdirler?” Cevab vereceğiz ki: Âlem-i şehadet denilen, cesed-i hilkatin anasır ve a’zâsının ef’allerini intizam ve rabt altına alan şeriat-ı fıtriye-i İlahiye vardır. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki, “Tabiat” veya “Matbaa-i İlahiye” ile müsemmadır. Evet, tabiat hilkat-i kâinatta cari olan kavanin-i itibariyesinin mecmu’ ve muhassalasından ibarettir. İşte kuva dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer hükmüdür. Ve kavanin dedikleri şey, her biri şu şeriatın birer mes’elesidir. Fakat o şeriattaki ahkâmın istimrarına istinaden… Hem de hayâli hakikat suretinde gören ve gösteren nüfusun istidadları bir zemin-i şûre müheyya etmesiyle vehim ve hayâl tasallut ederek tazyik edip şu tabiat-ı hevaiye tavazzu’ ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayâlden misal suretine girmiştir.  (Muhakemat)

 

Caner Kutlu
caner-kut@hotmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*