BEDİÜZZAMAN’LA ARKADAŞ OLMAK

Sıkıntın mı var, dedim.

Güldü. Gergin yüzü birden yumuşadı.

Zaten derdim de buydu. Karşımdakini rahatlatmaktı yani.

İlk raundu kazanmıştım!

***

Neyin var, dedim.

Kalbim “çarpıyor”, dedi.

Dünyayı sırtından at, dedim.

Yine güldü. Rahatladığı her hâlinden belliydi. Ancak çok işi(!) vardı. Yetiştirmeliydi.

Dünyayı sırtında taşıyacağını sanıyordu; heyhaat!

***

Endişeli görüyorum seni, dedim.

Evet, dedi. Çok mu belli oluyor, diye de sormadan edemedi.

Siz endişe etmiyor musunuz, dedi.

Öyle ya, aynı yerde çalışıyorduk. Fakat işlere, kişilere, hadiselere aynı göz/lük/le bakmıyorduk ki…

***

Haberleri seyretmiyor musunuz, dedi.

Yılardır evimde televizyon olmadığını söyledim. Şaşırdı.

Haberlerin insanı sarhoş ettiğini dedim.

Hem çoğu  yıkıcı haberleri dinlemek; ruhumu zedeliyordu.

Moralimin bozulduğunu, hastalanır gibi olduğumu anlatabilir miydim!

Bu zulümleri durdurabilir miydim?

Elimde sihirli değnek yoktu ki!

***

Sohbet kıvamını bulmuştu.

Hayat felsefemi diyeyim mi, dedim.

Gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Merakı iyice artsın istiyordum:

“Güzel gören, güzel düşünür; güzel düşünen, güzel rüya görür; güzel rüya gören hayatından lezzet alır.” dedim. Durdu. Öyle ya… diyerek tasdikli tebessümlere büründü yüzü.

***

Sonbahardı.

Ağaçları gösterdim. Ufacık bir rüzgârla sohbetleşiyordu yapraklar.

Bak; dedim, bu yapraklar giderken de sevinçli… Şunların ölüş renklerine baksana!

İşini yapmanın huzuru içinde ölüyorlar. Dallarını memnuniyetle terk ediyorlar.

Yapraklar rüzgârlara nota oluyorlar.

Yaza doymuşlar veya doymamışlar: “Vedalaş!” emrini alınca… düşen düşene…

İşte… haber… bunlar…

Her şeye kötü bakanların haberi ‘haber’ değil; olsa olsa hayatı zehirleyen şeyler olur.

***

İnsanız. Birden sevinip birden üzülebiliriz. Yalnız bu âhirzamanda birini tanıdım ki kurda, kuşa, çiçeğe, böceğe, hadiselere nasıl bakılır’ın şifrelerini vermiş: Said Nursî…

***

Harbe girmiş. Yaralanmış. Esir düşmüş. Esirken de “insan” olduğunu unutmamış; Rus komutana da ayağa kalkmamış. Tarihin en enderleri içinde yerini almış. İstemediği hâlde dünya tanımış onu.

Savaşta bile kitap yazmış biri…

Herkesin tanıdığı, fakat şöhreti hiç mi hiç sevmediğinden gûşe-i uzletinde sonsuzlukla hemhâl olmuş; oradan devşirdiği yaşama sırlarını insanlığa muktezayı hâle göre ya fısıldamış ya da

haykırmış…

***

Enteresan biri… İlk Harp’te cephede, alay komutanı, gel gör ki İkinci Harbi Umumî’yi merak bile etmemiş.

Artık kendine bambaşka bir dünya kurmuş. Bize de demiş diyeceğini: “Pencerelerden seyret; içlerine girme!” Bu bir duruş haritasıydı aslında. Dünya siyasetinden uzaklaşışın işaret fişeğiydi.

***

Her insanın kendi kendisiyle savaşının taktiklerini yazmış.

Her nefes alışverişinin şifrelerini vermiş. İsteyen deneyebilir.

Hastalar, Hastalar Risalesi’ni açınca kendisini bir şifa yurdunda hissedecektir.

Bir hastayla nasıl hemhâl olunursa onun reçeteleri de orda…

Hep merak etmişimdir; doktorlar reçetelerine ilaç niyetine Hastalar Risalesi’ni niçin yazmaz!

Bu şifalı kitaptan habersiz doktorlarımız neyse de haberliler niye yazmaz!

***

Hayatımızın hangi saatlerinin farkında değilsek; Said Nursî’yle konuşalım.

İnsan kimdir? Hayat nedir? Ölüm niye gelir?

Bitmeyen soru işaretlerimizin çalkantısının durulduğu kıyılardır Bediüzzaman’ın Sözler’i… Kelimelerindeki sır… Onun âlemi okşar gibi bakışını okumaz görmezseniz; eksiğinizin nerelere uzandığını bu fakir kelimelerimle diyemem.

***

Sıkıntılar/ın üst üste geliyorsa; aç Dördüncü Şua’yı; bütün dertlerinin nasıl uçup gittiğini gör.

Sevdiklerin seni bırakıp bırakıp gidiyorsa…

Sonbaharlarda-n feryat ediyorsan…

Mezarlar sana ürperti veriyorsa… Onuncu Söz’e koş, Üçüncü Lem’a’yı aç, On Yedinci Söz’de gezin.

***

Bediüzzaman ile arkadaş ol; gözlerine en tanıdık tebessümler inecek; dinecek bütün dertlerin.

Geçmiş olsun!

 

 

Ali Hakkoymaz
alihakkoymaz@gmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*