GENÇLİK REHBERİ

Selamlar olsun Keçeli!
Peygamber Efendimizin ibret verici hadislerinden biridir: “Dikkat edin, gelen her şey yakındır. Uzak ise gelmeyecek olandır.”*

Her yıl başladığında, o yılın bitişinin yakınlığını hatırlarım. Bana verilen bir seneyi, her ayı, her günü, tek tek her saati nasıl ve ne için, ne yolda kullanacağımı hesap etmezsem, gayemi netleştirmezsem koca yıl, hırçın bir dalga gibi ömrümün kıyısına vurup gidecek diye korkarım. Sahi Mart ayına gelmişiz, gidişi de yakındır o zaman. Bu zamana kadar nasıl geçtiğine şöyle bir göz gezdirelim, istediğimiz gibi geçiremediysek, hedeflerimizin bir, iki, beş, on adım gerisindeysek hedeflerimizi yenileyelim,  Yalnız şu var ki, kendimden biliyorum, eğer verimli geçirememişsek geçmişi tahlil etmek ümitsizliğe sebep olabiliyor, hâlbuki ümitsizlik bu günümüzü, hatta yarınımızı tüketebiliyor. Bu yüzden geçmişe kader gözlüğüyle bakıp, tevbemizi edip dersimizi almamız, daha sonra kaldığımız yerden koşarak yola devam etmemiz gerekiyor.

Mart’tan söz etmişken, hedef falan demişiz bir de. Öyleyse bu ayki hedeflerimiz için kitap okuma listemizin en başına yerleşmeye aday bir eserden bahsedelim mi?

Sevgili kitap kurtları, hepinizin Risale-i Nur Külliyatının müellifi (yazarı) Bediüzzaman Said Nursî’yi tanıdığınızı, hiç olmazsa bu ismin kulağınıza çalındığını farz ediyorum. Kendisi ezber bozan, istibdada (baskılara) yeri geldiğinde kılıç yeri geldiğinde kalem sallayan, 15 yıllık klasik medrese eğitimini 3 ayda tamamlayabilecek kadar yenilikçi, cesur ve ilim aşığı bir zat. Emsali bulunmaz derecede zeki ve hafızası kuvvetli kimselere verilen “Zamanın harikası, benzersizi” manasındaki “Bediüzzaman” lakabının sahibi olmasına şaşmamak gerek. Bediüzzaman, henüz otuz yaşlarında iken Medresetüzzehra hayâlinin peşinde İstanbul’a gelir. Birinci dünya savaşı patlak verdiğinde talebeleriyle en ön saflarda savaşır, esir düşüp Rusya’ya sürülür. Esaretten dönüşünde Dar-ül Hikmet-ül İslamiye’de aza olarak bulunur. İlk kurulan millet meclisine çağrılır ve orada mebuslara namaza dair beyanname dağıtır. Daha sonra Van’da inzivaya çekilir. Buradan da 1926 yılında sebepsiz yere Burdur’a sürgün edilir. Hızlı ve benzersiz, dolu dolu bir hayat yaşayan bu dava adamının aslında tek bir gayesi vardır, “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, bütün dünyaya ispat etmek ve göstermek”. Bu gaye peşindeki ömrü zulümler, sürgünler ve zindanlara rağmen Risale-i Nur gibi bir eseri meyve verir.

Risale-i Nur Külliyatı diğer Kur’ân tefsirlerinden farklı olarak ayet sırası takip etmeyen, konu ve soru bazlı risaleciklerden oluşuyor. Risale-i Nurda, bu çağın insanının ihtiyaç ve yaralarına binaen, imanın rükünleri akla ve mantığa uygun şekilde izah ve ispat edilir. Allah isim ve sıfatlarıyla tanıtılır, emir ve yasakların insan fıtratına uygunluğu ve hikmetleri anlatılır. En dikkate değer kısmı ise; Risale-i Nur’u okuyup, anlamak ve istifade edebilmek için İlahiyat öğrencisi, hoca, hafız olmanıza gerek olmaması. Risale-i Nur; inanan inanmayan, genç yaşlı, kadın erkek, tahsilli tahsilsiz, ilkokul veya doktora öğrencisi, Türk, Kürt, Arap ya da Amerikalı, psikolog, mühendis, belki ev hanımı her tabakadan insanı muhatap kabul eder. İstifade edebilmeniz için bir tek şart vardır, o da sizin ciddiyetle muhatap olmanız.

6000 sayfalık külliyatı Sözler, Lem’alar, Şualar gibi eserler oluşturuyor. Dergimizin okuyucularını dikkate alarak köşemiz için seçtiğimiz “Gençlik Rehberi” ise bu eserlerdeki bahislerden derleme bir kitapçık. Gençlik Rehberi, 1951 yılında Bediüzzaman’ın talebi üzerine 21 yaşındaki bir üniversite öğrencisi tarafından latin harfleriyle bastırılıyor.  Bu kitap isminden de anlaşılacağı üzere gençlik döneminin hususî sorularına cevap verecek şekilde hazırlanmış. Kitapla yolcuğumuz besmeleyle başlıyor. Daha sonra Üstadla karşılıklı oturuyoruz ve o dünyanın hakikî saadetini gösteriyor bizlere. “Neden gençliğimizi meşru dairede geçirmeliyiz?” konulu bir ders alıyoruz ardından. Eee malumunuz, yaşadığımız coğrafyada o zamandan bu zamana savaşlar, maddî-manevî darbeler, felaketler, olaylar bitmiyor. Peki, ne derece alakadar olmalıyız bu hadiselerle? O zamanın gençleri sormuşlar; bu zamanın gençleri bizler, dinliyoruz. Gelen her şey yakındır dedik ya, ihtiyarlık da öyle pek uzakta değil. Belki İhtiyarlar Risalesi’nden alıntı yapılmasının bir sebebi de bu…

1951 yılındaki ilk baskısı

 

Bilim ve din, dünya ve ahiret aslında birbirinden ayrı ya da birbirine uzak değil, kâinat fenleri anlatıyor, birlikte kulak kabartıyoruz akabinde.

Öyleyse ahirete dair, iman ve tevhid gibi konuları içeren, belki kendimize bile sormaya çekindiğimiz daha pek çok varoluşsal sorunun cevabını öğrenmeye hazır mısınız?

 

* İbn Mace, Fezâilu’s-Sahâbe, 46

 

Nuriye Sultan

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*