ZAMAN

Her birimiz tek başımıza bir saatiz. Zihin çarklarımızda dönen bir ayrı zaman vardır: bizim zamanımız… Öznel filtremiz… Yani zaman, zihnin çarklarında üretilen bir makine midir? Ya da kendi zihin çarklarımızın akışından ibaret bir gerçeklik midir? Zaman, düzensizliğin bir göstergesi midir? Ya da düzene giden bir sürecin parçaları mı anlar?

Peki asra yemin? Kur’ânda geçen: Aya andolsun, dönüp gittiği zaman geceye, ağardığı zaman sabaha… (Müddessir Suresi, 32-34)

Yemin ederim sinip dönenlere, bir akış içinde yerini alanlara; kararmaya ilk başladığı zaman, geceye and olsun, ve nefes almaya başladığı zaman, sabaha… (Tekvir Suresi, 15-18)

Şafak-vaktine yemin ederim, geceye ve toplayıp-taşıdığı şeylere, on dördüne girdiği zaman aya… (İnşikak Suresi, 16-18)

Fecre andolsun, on geceye, çifte ve teke, akıp-gittiği zaman geceye, bunlarda, akıl sahibi olan için bir yemin var, değil mi? (Fecr Suresi, 1-5)

Güneşe ve onun parıltısına andolsun, onu izlediği zaman aya, onu parıldattığı zaman gündüze, onu sarıp-örttüğü zaman geceye, göğe ve onu bina edene, yere ve onu yayıp döşeyene, nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’, sonra ona fücurunu ve ondan sakınmayı ilham edene. (Şems Suresi, 1-8)

Sarıp-örttüğü zaman geceye andolsun, parıldayıp-aydınlandığı zaman gündüze, erkeği ve dişiyi yaratana; gerçekten sizin çabalarınız darmadağınıktır. (Leyl Suresi, 1-4)

Kuşluk vaktine and olsun, ‘karanlığı iyice çöktüğü’ zaman geceye… (Duha Suresi, 1-2)

Asra and olsun… (Asr Suresi, 1)

Bu andlar üzerine daha ne söylenebilir ki!

 

Zaman mı değişiyor fizik mi?

“An zamanın içinde değildir zaman anın içindedir” deniyor. Fotoğraf içinde fotoğraflar… Yani resimler… Fotoğraftaki resimlerin eş zamanlı olması hareketi algı düzeyine taşıyor.

Heidegger’e göre, şimdiki zaman ölçülebilen bir zaman birimi değil, var olmanın, var olanın kendisini etkin olarak ortaya koymasının bir sonucudur. Bunu betimlemek için dili zorlarken, Heidegger, var olma sözcüğünü daha çok bir fiil gibi kullanıyor. Zaman bir illüzyon mu o hâlde, yoksa anların akışı olarak uzaydaki tek gerçek mi? Uzay mı önce geldi, zaman mı? Doğru olan zamansız olan mı? Doğru ya da zamanla mı bulunabilir? Zaman mı değişiyor fizik mi?

Mesela: Bir yılı on bin saatlik bir saat yapılsa yelkovanı günde bir kez, akrebi senede bir kez bir birim yol alsa, –Amerika’da hâlen, yeraltında bir laboratuarda, böyle bir çalışma yapıyorlar– yani zamanı algılayış biçimimizi değiştirsek çok daha uzun yaşayabilir miyiz?

Peki, haşri gösteren şu saate ne denir:

“Nasıl ki bir saatin sâniyeleri ve dakikaları ve saatleri ve günleri sayan haftalık saatin milleri birbirine benzer, birbirini isbat eder. Sâniyelerin hareketini gören, sair çarkların hareketlerini tasdik etmeğe mecbur olur. Aynen öyle de; semavat ve arzın Hâlık-ı Zülcelalinin bir saat-ı ekberi olan bu dünyanın sâniyelerini sayan günler ve dakikalarını hesab eden seneler ve saatlerini gösteren asırlar ve günlerini bildiren devirler birbirine benzer, birbirini isbat eder. Ve bu gecenin sabahı ve bu kışın baharı kat’iyyetinde fâni dünyanın karanlıklı kışının bâki bir baharı ve sermedî bir sabahı geleceğini hadsiz emarelerle haber verir diye, Hafîz ismi ile (hüve’l Evvelü, vel Ahiru, vez Zahiru vel Batın) isimleri, biz Hâlıkımızdan sorduğumuz haşir mes’elesine, mezkûr hakikatla cevab veriyorlar.” (Asa-yı Musa)

Kıyamet Saati mi?

Aslında uzun süredir kullanılan bir saat daha var: Kıyamet Saati… (Doomsday Clock) Manhattan Projesi’nde çalışan bilim insanları tarafından ortaya atılan bir fikir olmakla birlikte, Chicago Üniversitesi’nde Bulletin of the Atomic Scientists dergisi editörleri tarafından tasarlanmıştır. Kıyamet Saati, 1947’den beri ayarlanan sembolik bir saattir. Saatin sembolize ettiği kavram, “dünya çapındaki politik liderlere ve halka anlatmaya çalıştığı, önem arz eden nükleer bir tehlike” olarak açıklanıyor.

Gece Yarısı kavramı ise; dünyanın sonu ya da kıyamet anlamına geliyor.

2017 raporunda; “Gece yarısına 2.5 dakika kaldı ve zaman azalıyor, küresel tehlike yaklaşıyor. Mantık sahibi yetkililer, bir an önce harekete geçmeli ve insanlığı felaketin eşiğinden uzaklaştırmalılar. Eğer yetkililer bu görevi yerine getirmezse, vatandaşlar kendileri bu felaketten kurtuluş yollarını bulmalılar” çağrısı yer alıyor.

Ocak ayının son haftasında yayınlanan yeni bildiriye göre ise; Amerika’daki başkanlık seçimleri, küresel milliyetçilik, insanlık kavramının çöküşe uğraması, nükleer silahlar ve iklim değişiklikleri nedeniyle Kıyamet Saati 30 saniye daha ileri alınmış durumdadır. (thebulletin.org)

Zamanı akıtan, bizim kenarında seyrediyor olmamız mı? Bediüzzaman’ın ehadiyet sırrını anlattığı (bir başka sembolik saat) benzer örnekte, yani:

“Madem mevcudat, zeminin yüzünde büyük bir nehir gibi kemalâtın lem’alarıyla parlar geçer. O nehir, güneşin cilveleriyle parladığı gibi, şu seyl-i mevcudat dahi, hüsün ve cemal ve kemalin lem’alarıyla muvakkaten parlar gider. Arkalarından gelenler aynı parlamayı, aynı lem’aları gösterdiklerinden anlaşılıyor ki: Cereyan eden suyun kabarcıklarındaki cilveler, güzellikler, nasıl kendilerinden değil; belki bir güneşin ziyasının güzellikleri, cilveleridir. Öyle de: Şu seyl-i kâinattaki muvakkat parlayan mehasin ve kemalât, bir Şems-i Sermedî’nin lemaat-ı cemal-i esmasıdır.” (Sözler)

Zaman, “…bir Şems-i Sermedî’nin lemaat-ı cemal-i esmasıdır…” Demek ki, “yemin edilen”, O’ndan gelen, üzerimize düşen (‘an’lar) parıltılar bunlarmış…

 

Sonsuzluk zamansızlık mıdır?

Zaman zihinlerimize nasıl düşüyor? Bunun için mahsus ikiz evrenler mi yaratılıyor? Evrende ve zihinlerimizde işleyen zamanın birlikteliği nasıl kurulabiliyor? Termodinamikle zaman ilişkisi, salâbet ve hararetin zamanla etkisi bir ok gibi takip mi ediyor? Geçmişle gelecek arasındaki fark nedir? Zamanın evrenin dengesi ile zihnin düzenlenmesindeki ilişki nedir? Kâinat genişlemesi zaman içindeki bir yayılma ve yeni uzay ve evrenler açılmasıyla mı mümkün?

Zaman bir tenezzül-ü Esma-i İlahî… Peki kaç boyutlu? Eğer tek boyutlu ise bir çizgi olacaktı, iki boyutluysa bir şekil, üç boyutluysa bir makine… Eğer Bediüzzaman’ın dediği gibi çembersel ise… İki boyutlu bir zamanı dahi açıklamak çok büyük bir matematik istediğinden boyutları arttırarak, hele çembersel olarak çizebilmek… Peki, sonsuzluk zamansızlık mı, yoksa sonsuz zaman aralıkları mı demektir?

“…onu nefy ve inkâr eden, bütün kâinatı ve ezelden ebede kadar zamanları görmek ve göstermekle ancak inkârını ve nefyini isbat ile davayı kazanabilir” (Asa-yı Musa) derken Bediüzzaman, sonsuz sayıda zamanlardan,  parçalardan bahsediyor olmalı.

Ezel ile ebed arasındaki bağ ile insan zihninin mahiyetinin bu bağlamdaki konumu ve zaman boyutu nedir?

“Evet bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehası birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazan terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazan tedenni içinde kış ve fırtına mevsimi gösterir.” (Tarihçe-i Hayat)

Bediüzzaman kâinatı bir musika-i Rabbanî olarak görürdü. Buradaki ritmi veren zamandır, anlar notalardır. Mekân “çoklanabilirse” o zaman, zaman da “çoklanabilir” dersek Bediüzzaman’ın vardığı yere geliriz.

Tanpınar’a göre, zaman, kendi kanunları olan müstakil bir cihazdır ki, bazen behemehâl yeniden yaşamak ister gibi yakamıza sarılır ve bizi kendi âlemine çağırır. Zamanın kendisinde olmasa bile bizzat hafızamızda esrarlı bir şeyin mevcut olduğunu vehmettirebilir. Zamanın fiziksel parçalarını nasıl keşfedeceğiz? Yeni baharlar varsa önümüzde?

Şu an bu yazıyı okuyor olmanız, öncesinde gelişmiş olan olayların sonucunda geldiğiniz bir durum mudur?

 

Tersine nedensellik

Geçmişte olanların bizi şu an bulunduğumuz noktaya getirmiş olduğu konusunda çoğumuz hemfikiriz. Ancak bilim dünyası ikinci bir ihtimalin de üzerinde duruyor. Bu teoriye göre yalnızca geçmişteki olaylar değil, henüz gerçekleşmemiş gelecekte yer alan olaylar da yaşadığımız anın üzerinde etki sahibi olabilir. Neden-sonuç ilişkisinin sadece geçmişten geleceğe değil, fakat gelecekten geçmişe doğru da akabileceğini ön gören ve “tersine nedensellik” diye isimlendirebileceğimiz bu düşünce, geçmişimizin bizi geleceğe doğru ittiği tablonun yanında geleceğin geçmişe uzanıp bizi kendine doğru çektiği bir senaryoyu da gündeme getirmektedir.

Bediüzzaman bunu şöyle açıklamıştı:

“Kader, sebeble müsebbebe bir taalluku var. Yani, şu müsebbeb, şu sebeble vukua gelecek. (Sözler)

Yani, sebep ve sonuç ayrı düşünülemez. Zaman ve olaylar da böyledir. Kader, zamanı olduğu gibi olayları da birbirine bağlar, başıboş bırakmaz.

“Kuantum teorisi ise belirsizlik ilkesine dayalı bir olasılıklar kuramıdır. Bu nedenle parçacıkların, örneğin konum veya hız gibi kesinlik barındıran özellikleri yoktur. Bunun yerine, konumu veya hızı bir ölçüm yaparak tespit etmeye kalktığımızda, hangi olasılıkla hangi sonuçları elde edeceğimizin bilgisini barındıran olasılıklar bütünü veya teknik tabiriyle “kuantum olasılık dalgası” vardır. Herhangi bir parçacığın durumunu tespit etmek için bir ölçüm yapıldığında, parçacığa ait olasılık dalgasının barındırdığı olasılıklardan biri gerçekleşmiş olarak gözlenir. Bu ölçüm gerçekleştirilmeden önce bütün olasılıkların bir arada bulunduğu bir süperpozisyon durumu geçerlidir. Dolayısıyla ölçüm yapmak suretiyle parçacığın hangi konumlarda bulunabileceği bilgisini oluşturan olasılık dalgasını ve dolayısıyla süperpozisyon durumunu imha etmiş ve belirli bir konum tespit ederek belirli bir kesinlik meydana getirmiş oluruz. Ölçüm olayı bu bağlamda yıkıcı bir olaydır ve herhangi bir kuantum sisteminin olasılık dalgasını yıkmadan netice veren bir ölçüm veya gözlem yapmak imkânsızdır. Ancak en büyük problem, ölçüm sonucu hangi olasılığın gerçekleşeceğini belirleyen hiçbir mekanizmanın olmamasıdır.” (Rölativiteden Kuantum’a: Evrenin Gerçekliği, Vural Arı)

Bunun için Bediüzzaman’ın “ikinci delil-i Kur’ânî” dediği “delil-i ihtira” bilinmelidir. Delil-i ihtira: Cenab-ı Hakk’ın yeniden icad ederek yarattığı şeylerden meydana gelen, kendi zâtına mahsus delildir.

“Bunun hülâsası: Mahlûkatın her nev’ine, her ferdine ve o nev’e ve o ferde müretteb olan âsâr-ı mahsusasını müntic ve istidad-ı kemaline münasib bir vücudun verilmesidir. Zira hiçbir nev’-i müteselsil, ezelî değildir. İmkân bırakmaz. Hem de bizzarure bazının “hudûs”u nazarın müşahedesiyle ve sairleri dahi aklın hikmet nazarıyla görülür.” (Muhakemat)

O hâlde olasılıklardan biri ne zaman ve nasıl gerçeklik kazanır? Gelecek sayımızda… İnşallah…

 

 

Caner Kutlu
caner-kut@hotmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*