Çabuk Çabuk Sanat

Sanat dediğimiz; emek isteyen, sabır isteyen, daha da önemlisi zaman isteyen bir uğraş. Zaman; hani şu hep harcadığımız, ama bir türlü sahip olamadığımız şey, içindeyken tutamadığımız, kıymetlimiz.

Bir uğraşı, bir hobisi olan insanların en sık duyduğu cümle belki de şudur: “Ya nasıl zaman buluyorsun bunları yapmaya, benim hiç vaktim olmuyor” ya da “ee ev hanımısın-öğrencisin tabi vaktin var bunlarla uğraşmaya. Çalışma hayatında hiç vakti olmuyor insanın.”

Kulağa nasıl geliyor? Bahane gibi, değil mi? Bizce de öyle…

Efendim, şu her şeyin hızla yaşandığı, sabırların saniyelik tükendiği, kimsenin bir şeye vakit bulamadığı çağda, sanatımız da ona göre biçim değiştirip, küçülüp farklılaşabiliyor. Bunu anlamak için biraz geçmişe uzanıp bakalım.

Empresyonist ressam Claude Monet’in tablolarını ele alalım.

Claude Monet

Kendisi ışık ve zaman ile renk ve gölgede meydana gelen değişimleri görmek istemiş ve bahçesinin aynı açıdan pek çok resmini çizmiş.

Resim derken devasa tablolardan bahsediyoruz. Bu deneysel çalışma için ciddi zaman ve emek harcamış.

 

Monet’den birkaç yüzyıl sonra gelen Julia Las ile tanıştıralım sizi. Kendisi Ukraynalı bir ressam. Las’ın resimlerinin bir özelliği var ki, üç santimetreden büyük olmuyorlar. Sebebi de şuymuş, yoğun çalışan bir insan olduğundan, büyük portreler boyamaya vakti olmuyormuş. O da, “Madem büyük resimler yapamıyorum, ben de küçük küçük figürler çizerim” demiş. Bir süre sonra bu şekilde çizmek o kadar hoşuna gitmiş ki artık hep böyle çizmeye başlamış.

Monet bir yana, geçmişte sanatçılar günlerini, yıllarını, ömürlerini yaptıkları sanata adıyorlardı. Günümüzde ise sanat format değiştirdi. Artık gerçek tuvallerden bile bahsetmiyoruz, dijital tabletler üzerinden çizimler yapılıyor. Sanatçıların kendi boyalarını kendilerinin üretmek zorunda kaldığı zamanlardan, bir rengin yüz farklı tonunun üretildiği zamanlara geldik.

Sanatta da yansıyan bu hızlanma ve kolaylaşma hâli, sanatı basitleştiriyor gibi düşünebiliriz. Ancak aslında durum tam olarak böyle değil, farklı bir perspektiften okuyacak olursak: “Yeni bir şey ürettiğim her sefer, benim için gerçek bir meydan okuma. Resim yaparken kendimi, elmas keserken hata yapmaya hiç hakkı olmayan bir mücevher ustası gibi hissediyorum. Nefesimi tutarak çiziyorum” diyor Julia. Yani eserin küçük, kısa ya da hızlı olması süreci kolaylaştırmıyor, aksine hassaslaştırıyor ve fazladan dikkat gerektiriyor.

Köşemizden mütevellit sanat odaklı gidiyoruz, ancak bu dönüşüm sanatla sınırlı değil elbette. Artık yemek yapmak, ilim öğrenmek gibi pek çok ihtiyaç duyduğumuz işi en kısa nasıl yaparız, bunun peşinde koşuyoruz. Bir işi veriminden eksiltmeden nasıl daha hızlı yapabiliriz, hep bunun üzerine çalışıyoruz. Çünkü zamanımız az, yapılacak iş çok. Zamanımızın azlığı, bunun sebepleri, olumlu-olumsuz etkileri üzerine ayrıca yine tartışılır. Ancak bu ufak, ama sanatlı figürlere bakarken fark ettik ki, gücümüzün, zamanımızın yettiği kadar yapmak, hiç yapmamaktan iyidir. Az zamanı değerlendirirkenki kritik noktayı ise baştan savma ve acele yapmak ile dikkat ve teenni ile yapmak arasındaki ayrım belirliyor.

Öyleyse özü, hülasayı görebilen ve gösterebilenlerden olabilmek duasıyla sevgili okur…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*