Aklı olmayanın ahlâkı da olmaz

İman, akıl işidir. Hadîs-i şerifte de denildiği üzere, “Aklı olmayanın dini de yoktur.”1 Çünkü iman, ancak doğru ile yanlışı, hakikat ile hayâli, gerçek ile yalanı ayırt edebilecek olan idrak sahiplerinin işidir. Esas mahalli kalp olan imanda terakki etmek, ancak akılla ve tefekkür ile olur. İmanın iktizası olan ibadetleri yerine getirmek ve mesuliyetleri yüklenmek için de gerekli şart akıl, şuur ve idrak sahibi olmaktır. Buluğ çağına gelmemiş olanların ibadet mesuliyetinin olmaması da bu yüzdendir.

Ahlâk, insanın yaşayışında iç ve dış dünyasında alacağı tavırların, göstereceği vaziyetlerin bütününe verilen isimdir. Güzel ahlâkın esasları da insanlık tarihinde vahiy eksenli dinler ile insanlara talim ettirilmiştir. İnsanlık manevî ve ahlâkî terakkisini inanç sayesinde elde etmiştir. İman ile ahlâk birbiri ile çok kuvvetli bir şekilde bağlıdır. İmanın terakkîsi nispetinde insanın ahlâkı da güzelleşmiş ve insan, insaniyete lâyık bir yaşayış ile yaşamıştır.

Beşeriyetin iptidaî devirlerinde ahlâk esasları çok derin olmamak ile beraber beşeriyet terakkî ettikçe dinî hükümler ile ahlâk esaslarının da derinleşmesi ve hayatın her alanına yayılması sağlanmıştır. İslâmiyet’in Sünnet-i Seniyye hakikati ile ahlâk esasları insanın hayatının her anına yayılmış ve inanç, ahlâkın yegâne belirleyicisi olmuştur. İslâmiyet, özündeki bu hakikat ile beşeriyetin en bedevî ve en vahşi kabilesini yirmi üç sene gibi kısa bir sürede bütün asırlardaki medenî kavimlere ve devletlere üstad eylemiştir.2

Peki, yüzlerce ilim ve siyaset adamının asırlarca uğraşarak elde edemeyeceği bu neticeyi3 bu mükemmel semereyi İslâmiyet nasıl elde edebilmiştir?

Evet, İslâmiyet bu neticeyi ahlâk esaslarını iman üzerine, yani tevhid hakikatine, yani rıza-i İlahî üzerine bina ederek elde etmiştir. Bir Müslümanın, ahlakî bir seçim yapacağı zaman ilk düşündüğü şey toplumun ayıplaması veya seçiminin neticesinde ortaya çıkacak olan menfaati ya da zararı değil, rıza-ı İlahîyi elde etme endişesidir. Bu endişe de doğrudan insanın vicdanına tesir eden, ulvî hissiyatı uyandıran bir endişedir ve bu endişe vicdan kanalıyla insanın dem ve damarlarına kadar tesir eder. Yani İslâmiyet insanın düşünce yapısını, tercih sistemini ve aklî ölçütlerini değiştirecek derecede bir inkılâp yapmıştır -ki bunu öteki adı da mucizedir. İman insanın içine bir çekirdek atmıştır ve bu çekirdek hızlı bir şekilde filizlenerek mükemmel ahlâkı netice vermiştir.

İman bir çekirdektir. İman çekirdeği aklın yardımı ve marifetullah hakikati ile bir ağacı filiz verir, bu filizlenen ağaç ibadet hakikati ile kalınlaşır ve kuvvetlenir. Çünkü insan, rızasını kazanmaya çalıştığı Zat’ın (cc) azametini, yaptığı ibadet ile ancak zihninde ve aklında tespit edebilir. Zihinde filizlenip ibadetle kuvvetlenen ve kökleşen bu ağacın da en güzel meyvesi ahlâktır. Bu nedenle ibadet ile Sani’in azametini aklında idrak edebildiği, zihninde tespit edebildiği nispette insan kendi fıtratında ve vicdanında ahlâk esaslarını oturtabilir. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın azametini hakkıyla idrak edip huzur-u daimîyi kazanan bir insan, aklî tercihlerinde rıza-i İlahî’ye daha fazla dikkat eder.

İman bir çekirdektir, bir ağacı netice verir, o da ibadetle intişar eder ve ahlâk meyvesini netice verir demiştik. Ağacı gösteren semeresi olduğuna göre, insan kendisinden sadır olan ahlâk meyvelerine bakarak kendi imanını ve ibadetini mihenge vurabilir. İbadetteki aksaklık nispetinde insan Yaratıcısından gaflete düşer ve ahlâkî tercihlerinde onu unutarak hareket eder. İmanda ve marifetullahtaki zaafı nispetinde de ibadetlerinde aksaklık gösterir. Yani insan, aklı ile Yaratıcısını tanıdığı nispette onun azametini idrak eder ve ibadetlerini şuurla ve istikametle yapar, ibadetlerini şuurlu yapmanın neticesinde de güzel ahlâkı elde edebilir. Öyle ise diyebiliriz ki; müstakim bir aklı olmayanın ahlâkı da olmaz. Çünkü aklı müstakim olmayan imanda, imanı sağlam olmayan ibadette, ibadeti müstakim olmayan da ahlâkta zaaf gösterir. Ne de olsa kökleri veya gövdesinde hastalık bulunan bir ağacın meyvelerinden hakikî menfaat beklenilmez. İman ekseninde ahlâk esaslarını oturtan bir insan da imanını kaybettiği anda ahlâkını kaybeder, hiçbir ahlâk kaidesi ile terbiye edilmez ve toplum için tam bir zehir olur.4 Çağımızda en tehlikeli terör örgütlerinin İslâmiyet hakikatini anlamamış zahirî Müslümanlar olması da bundandır.

Çağımızdaki ahlâk za’fiyetin en önemli sebebi de, hakikî aklı elde edip, iman hakikatlerini kuvvetli bir şekilde ispat edecek bir esere olan ihtiyaçtır. Bilhassa biz gençlerde görülen ahlâkî çöküntü ve buhranın da yegâne çaresi iman hakikatlerini akla tespit ettirerek kalpleri iknâ edecek bir eserdir. Böyle bir eseri elde eden insan ibadetlerine de dört elle sarılacak, ahlâkın en güzel meyvelerini etrafına neşretmeye başlayacak ve genç yaşına rağmen takva ehli ihtiyarları kendisine imrendirecektir. Melekler onu alkışlayacak ve ruhaniyyat ona gıpta ile bakacaktır. Bu asırda bunu sağlayacak olan eser de yüz binler, belki milyonlar talebesi ve küfrün belini kıran binler hüccetleri ile asrında kendini ispat etmiş ve milyonlarca insanın imanını kurtarmaya vesile olmuş olan Risale-i Nur Külliyatı’dır. Âkıl olan onu bulmalı onunla hakikî ahlâkı kazanmaya çalışmalı.

Dipnotlar:
1) Camiü’s-Sağir, Hadis No:6159
2) 19. Söz
3) age.
4) 14. Şua

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*