Bağlantıyı koparma

İman bir intisaptır. İntisap, bağlantı demektir. Yani iman insanı Yaratıcısına bağlayan bir bağlantıdır. Bu bağlantı ile insan dua ederek Rahmet hazinesinin kapısını çalar ve bu bağlantı ile insan tevekkülünde azîm bir kuvvet bulur. Bu bağlantı insanı insan eder ve ona hakikî hayat gücünü verir. Yine bu bağlantı ile Cenab-ı Hak insana manevî feyizleri ve ruhî lezzetleri ihsan eder. Bu intisap kesildiği zaman insan karanlığa düşer; yetim, öksüz ve çaresiz kalır. İnsanın kıymeti ve ehemmiyeti tamamen bu bağlantı ile sağlanır. Çünkü insan kendi kıymet ve ehemmiyetini artıran esma tecellîlerine bu bağlantı vesilesi ile mazhar olur.

İman bağlantısı, altı halkalı bir zincir gibidir. Zincirin her bir halkası da imanın bir rüknünü temsil eder. Bildiğiniz üzere zincirin bir halkası koptuktan sonra bağlantı da kopar ve zincirin kopan halkasının hangisi olduğu önemli değildir. İmanın rükünlerinin her biri de zincir halkaları gibi birleşerek insanı Rabbine bağlar. İnsanın Rabbi ile bağlantısında her bir iman rüknünün kendi makamında ayrı bir ehemmiyeti vardır. Her bir iman rüknü ötekini iktiza eder ve rükünler birbirilerini tamamlayarak tahkikî, küllî bir imanı netice verirler. Bir rüknün eksikliği, yani zincirin bir halkasının kırılması, iman bağlantısının kopmasını netice verir. Bir halkanın eksikliği durumunda da diğer halkaların sağlam olmasının pek faydası olmaz.

Allah’a iman; meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete ve kadere imanı gerektirir.

Kâinatın Yaratıcısı ve Maliki olan Cenab-ı Hakk’ın, kâinatın işleyişi ile vazifeli mahlûkatı yaratması izzet ve azametinin iktizasıdır. İzzet ve azametini göstermek için o Zât o nuranî varlıkları yaratacak ve o mahlûkatı dest-i kudretine perde edecektir. Böylece o merhametli Zât hikmetin bütününü idrakten aciz olan kullarının itirazlarının izzet ve azametine dokunmasına ve o kullarının mesuliyet altında kalmasına mâni’ olacak. Hem izzetini hem merhametini gösterecektir. Bu vazifeli mahlûklar da elbette, yağmur damlalarının taşınmasından, güneşin devrine kadar bütün vazifeleri gören meleklerden başkası değildir. Evet, meleklerin yaratılması Allah’ın izzet ve azametinin iktizasıdır.

Kâinatı yaratan bu Zât, elbette kendini yarattıklarına bildirecek ve varlığının emaresi olarak o kulları ile konuşacak ve kullarından beklediği vazifeleri onlara bildirecektir. Çünkü konuşmak diriliğin emaresidir. Hikmetli konuşmak ise kudretin emaresidir. Kâinatı yaratan o Zât yine bu bildirmeyi izzet ve azametinin gereği olarak yarattığı vazifeli bir meleğin eline verdiği bir fermanı, zişuur mahlûkatına ulaştırarak yapacaktır. O ferman da tabiî ki her satırı hikmetle yazılmış, her asırda tazeliğini koruyan ve beşerin akıllarındaki suallere muknî cevabı veren Kur’ân-ı Kerîm’dir. Evet, Kur’ân Allah’ın kelâmıdır ve varlığının iktizasıdır.

Peki, bu kudsî fermana muhatap olacak ve onun mesuliyetini taşıyabilecek olan kimdir? Mahlûkatı Yaratıcının huzurunda temsil edecek ve Yaratıcının emirlerini ve nehiylerini aktarıp mahlûkata bunun dersini verecek olan nasıl biri olmalıdır? Muhatabiyet makamına mazhar olacak olan öncelikle zihayatlardan olmalıdır, zihayatların içinden de zişuur olanlardan olmalıdır, zişuurlar içinde de istidadının küllliyeti sebebiyle beşer nev’inden olmalıdır, beşer nev’inden de aklı istikamette ve ahlâkı yüce olan zâtlardan olmalıdır ki, o muhatabiyetin ağırlığını ve o fermanın kudsiyetini taşıyabilsin. Bu yüzden o muhatabiyete sahip olacak ancak insanlar içinden peygamberler ve peygamberler içinden de Resul-i Ekrem (asm) olabilir. Evet, Resul-i Ekrem (asm) beşerin Cenab-ı Hak katındaki temsilcisi ve Allah’ın beşere gönderdiği elçisidir. Yaşantısı ve ahlâkı ile de bu göreve liyakati tasdik edilmiş olan en mükemmel muhataptır. Peygamber göndermek de ulûhiyetin iktizasıdır.

Başta Resul-i Ekrem (asm) olmak üzere bütün peygamberler ümmetlerine iman, ibadet, hamd ve şükrü tavsiye etmiş ve onları ebedî bir âlemde ebedî bir saadet ile müjdelemiştir. Bütün peygamberler ümmetlerine ibadetin ve duanın nasıl yapılacağını talim ettirmiş ve bir mizan gününden haber vermiştir. Evet, beşeri yokluktan yaratıp bu âleme imtihan için gönderen ve ona vazifeler yükleyen bir Zât, elbette izzet ve azameti gereği, emirlerine itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere mücazat vereceği bir âlemi yaratacak, bir mizanı kuracak, iman edenlere vaat ettiği Cennet’i ve inkâr edenlere Cehennem’i verecektir. Ahireti yaratıp mükâfat ve mücazatı vermek de Rububiyetin iktizası, izzet ve azametinin gereğidir.

Peki, mizan günü mücazat ve mükâfat neye göre verilecek? Mizan günü için elbette sevapların ve günahların yazıldığı, her şeyin her hâliyle kaydedildiği bir hesap defteri, bir kayıt mazbatası bulunmalı. Hafîz ismi gereği hiçbir şeyi israf etmeyecek olan o Zât, elbette kullarının her hâlini vaad edilen günde mihenge vurmak ve mizana çekmek üzere kaydedecektir. Evet, kulların her hâli ve tavrını bilmek ve Kader denilen ezelî defterde kaydetmek Adl ve Hafîz isminin iktizası ve ulûhiyetin gereğidir.

İşte iman rükünleri birbiri ile bu derece bağlıdır. Her biri ötekini iktiza eder ve biri diğeri olmadan olmaz. Olursa da geçici olur. Kul ile Rabbi arasında bağlantıya vesile olmaz. Çünkü intisap zincirinin halkaları tam olmaz. Kadere iman olmadan, ahirete iman; ahirete iman olmadan, peygamberlere iman; peygamberlere iman olmadan, kitaplara iman; kitaplara iman olmadan, meleklere iman; meleklere iman olmadan da Allah’a iman eksik kalır. Herhangi bir iman rüknünün eksik ya da zayıf olması evham ve vesveselerin hücumuna neden olur. O da imanı kaybetmeyi, Allah ile olan intisabın kopmasını netice verir.

Bu nedenle insan, imanını her yönden kuvvetlendirmeli, Rabbi ile olan bağlantısının kopmaması için intisabın her bir halkasını, imanın her bir rüknünü sürekli takviye etmeli ve onu muhafaza edecek eserlere müracaat etmeli.
Rabbi ile bağlantısını koparmamaya özen göstermeli.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*