“Cumhuriyet” bize niçin lâzımdır?

İnsanlık var olduğundan beri çeşitli ihtiyaçları olmuştur. Tekil insanın, temel psikolojik ve fizyolojik ihtiyaçları olduğu gibi, toplumu ifade eden ”insanlığın” dahi bir takım ihtiyaçları var olagelmiştir. Beşeriyetin bu temel ihtiyaçlarından biri de yönetimdir. İnsan beraber yaşamaya başladığından beri ilkel bir seviyede olsa dahi yönetme ve yönetilmeyi yaşamıştır. Bu toplumsal ihtiyaç, aile/kabile yönetiminden, devlet/devletler yönetimine kadar geniş bir yelpazeye sahiptir ve bu geniş yelpaze için de çoğunluğu en çok etkileyen husus kuşkusuz kitle-toplum yönetimidir. Tarihsel süreçte yönetim, şekil itibariyle pek çok değişime uğramıştır. Elbette bu olgunun değişmesi-dönüşmesi pek çok etkenle bağlantılıdır. Genel olarak zamanın değişmesi, yani toplumun sosyo-kültürel yapısı, bilimsel ve teknolojik atılımlar gibi toplumun iç ve dış dinamikleri yönetim şekillerini etkileyen temel faktörlerdendir.

Yaşadığımız coğrafyada da tıpkı diğer toplum ve topluluklar gibi yönetim şekli noktasında değişimler yaşanmıştır. Bu yönetimsel değişimlerinse son durağı Osmanlı Devleti’nin son dönemlerindeki demokrasi hareketlenmelerinin akabinde, Osmanlı Devleti’nin son bulup Milli Mücadele Dönemi’nden sonra kurulacak olan Türkiye Devleti’nin tercih edeceği yönetim şekli olan Cumhuriyet’tir. Yazımızda Cumhuriyet tarihi (1923-2018) boyunca, Cumhuriyet’in mevcut uygulanışıyla ilgili tespitlerden ziyade Cumhuriyet’in kendi öz mânâsına ilişkin hususları Risale-i Nur ekseninde, insaniyet ve İslâmiyet noktasında irdeleyeceğiz.

Cumhuriyet, devlet çatısı altında yaşayan toplumun yönetimde temsilî ya da doğrudan söz hakkı olmasıdır. Halkın iradesini ortaya koymak için rey hakkının olduğu, yasama, yürütme ve yargı erklerinden oluşan bir devlet yönetim sistemidir.

Peki Cumhuriyet, mânâsı ve özü bakımından, İslâmiyet noktasında uygun bir yapı mıdır?

“Ben dindar bir Cumhuriyetçiyim” diyen Bediüzzaman, meşrutiyetle aynı kategoride değerlendirdiği Cumhuriyet’in özelliklerini sayarken, “adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet”i1 zikretmekle beraber Risale-i Nur’da Cumhuriyet ve demokrasi idaresinin (mânâ olarak) fikir ve vicdan hürriyetini en geniş mânâsıyla tatbik ettiğini belirtmiştir.2

Bu noktada referans olarak, 80 küsür senelik ömrünü iman ve Kur’ân’a hizmette feda etmiş ve bu uğurda türlü eza-cefaları çekmiş ve aynı zamanda cihanşümul bir ilim ihsan edilmiş olan Bediüzzaman’ın sergüzeşt-i hayatı, Cumhuriyet ve meşrutiyet mânâlarının İslamiyet’e muhalif ve muarız olmadığına başlıca bir delildir.

Bununla beraber Cumhuriyet’in temel vasıfları olan ‘adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet’ sütunları dahi Kur’ân ve Sünnet esaslarıyla bağlantılı olmasıyla hem insaniyet-i kübra olan İslâmiyet noktasında, hem de beşerî noktada fayda sağlayan, fıtrata hitap eden hususlardır.

‘Adalet’ Kur’ân’ın dört temel esasından biri olması ve bir emr-i ilahi olması (Nisa Suresi: 58; Nahl Suresi: 90) hasebiyle beşeriyetin menfaatine hitap eden ve sosyal hayatın dinamiklerini dahi selm ve selamet üzere tutacak belki de en temel husustur. Kur’ân-ı Kerîm’de “Bir kişinin hatasıyla başkası sorumlu tutulmaz”3 mealindeki ayet, adalet-i hakikîye ve adalet-i mahza mânâsıyla tam ve hakikî adaleti ders verir. Cumhuriyet’in ve İslâmiyet’in adalet vurgusu; insaniyetin de adalete olan fıtrî ihtiyacı bu noktada kesişmektedir.

‘Meşveret’ dahi Kur’ân’da iki ayetin (Şura Suresi: 38; Âl-i İmran Suresi: 159) işaret ve teşvikiyle mü’minlerin vasfı olarak sayılmıştır. Şura ve istişare ölçülerinin net sınırları her ne kadar keskin ve net değilse de Cumhuriyet’in ana umdesini oluşturan meclis, iştişarenin yaşandığı bir alan olması hasebiyle mânâ olarak İslamiyet’e münafi olmamakla beraber bir mü’min vasfı olan “meşveret”i içerisinde barındırmasıyla ‘Şeriat’ ile bağdaşmaktadır. Beşerî noktada ise, sosyal bir varlık olan insan, nasıl fizyolojik ihtiyaçları cihetiyle toplumsal olarak birbiriyle bir yardımlaşma halindeyse (çeşitli meslek alanlarının birbirinin eksikliklerini tamamlaması gibi), aynı şekilde düşünsel noktada dahi birbirinin eksiğini tamamlaması, on akılla düşünüp, yirmi gözle görebilme keyfiyetini sağlaması açısından Cumhuriyet’in de bir prensibi olan meşveret, hem İslâmiyet noktasında hem de beşerin fıtratı itibarıyla ehemmiyetlidir.

‘Kuvvetin kanunda olması’ noktasında yine Bediüzzaman’ın “Kuvvet kanunda olmalı yoksa istibdat tevzi olunmuş olur”4 sözünden de anlaşılacağı üzere mevcut güç eğer kanunda toplanmamış ise istibdadı netice verecektir. Baskı, zulüm ve zorbalık mânâsına gelen istibdad, beşerin fıtratına aykırı olduğu gibi aynı zamanda Bedîüzzaman’ın “şeriat âleme gelmiş, tâ istibdadı ve zalimane tahakkümü mahvetsin.”5 ifadesiyle anlaşılabilir ki; zulüm baskı ve tahakkümler silsilesi olan istibdadı, insaniyete lâyık insan olmanın anahtarı olan ‘Şeriat’ (yani İslâmiyet) reddediyor. Kuvvetin kanunda toplanıp, kanuna hasredilmesi noktasında dahi Cumhuriyet mânâ ve öz olarak İslâmiyet’e uygun bir yapıyı bünyesinde barındırmaktadır. Bununla beraber kuvvetin kanunda olması hususu, baskı ve zorbalığı fıtrat itibarıyla reddeden insan için gayet ehemmiyetli bir güvencedir.

Sonuç olarak, yönetim beşerî bir ihtiyaçtır ve bu ihtiyacı insanlık farklı şekillerde gidermiştir. 21. yy.’da yüzlerce devletin yönetim şekli olan Cumhuriyet, İslâmî esasları da bünyesinde barındıran ‘adalet, meşveret, kanunda cem’i kuvvet’ düsturlarından ibaret olan mânâsı ve özü itibarıyla İslâmiyet’le bağdaşım sağlaması ve beşerin fıtratına uygun ve lâyık olması hasebiyle önemli ve değerlidir.

Bir kez daha belirtmeliyiz ki Cumhuriyet, mânâsı itibarıyla İslâmiyet’e uygundur, mevcut uygulamalardaki yanlışlıklar Cumhuriyet’in kendi mânâsını zedelememelidir. Çünkü isimlerin değişmesiyle hakikat değişmiyor, yanlış uygulamaların adını Cumhuriyet koymak, Cumhuriyet’in asıl mânâlarının İslâm’a münasip olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Cumhuriyet, bahsedilen esaslarıyla İslâm’la bağdaştığı için bize lâzımdır. Cumhuriyet barındırdığı esaslarla fıtratımıza lâyık olduğu için bize lâzımdır. Asya’nın baht hazinesinin anahtarı hükmünde olan; adalet ve şura temelli Cumhuriyet telakkîsini İslâmiyet namına ve Cumhuriyet’in özüne en uygun biçimde istemek, talep etmek bize, ‘bizim için’ lâzımdır. Aslına ve mânâsına en lâyık Cumhuriyet uygulamasına erişebilmek temennisiyle.

Dipnotlar:
1) “Eski Said Dönemi Eserleri-Makalat, Yeni Asya Neşriyat, 2010, s. 51
2) Emirdağ Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, 2013, s.707
3) En’am Suresi: 164; İsra Suresi: 15
4) Divan-ı Harb-i Örfi, Hakikat, Yeni Asya Neşriyat, s. 65
5) Dîvân-ı Harb-i Örfî, Yeni Asya Neşriyat, s. 23

1 Yorum

  1. Makaleniz çok güzel, çok beğendim.Rabbim sizin gibi değerli insanların sayısını artırsın.Amin.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*